Gökkuşağı

“Sigaraya Hayır”

Sigara tiryakileri bu başlığa eminim tepki gösterecekler. Ancak bu yıl sonuna kadar dünyada 6 milyon kişinin sigaranın yolaçtığı hastalıklar yüzünden öleceğini, bunların 600 bininin de pasif içiciler olacağını düşünürseniz, sigarayı hayatınızdan çıkarma zamanı geldiğini göreceksiniz. Bunlar, benim değil Dünya Sağlık Örgütü’nün verdiği rakamlar. Tek tek bakarsak gerçekten de son derece dehşet verici. 2030 yılına kadar sigaranınyolaçtığı hastalıklar yüzünden sekiz milyon kişinin öleceği tahmin ediliyor. Düşünün ki sevdikleriniz de bir istatistik haline gelebilir, ya da siz, bir rakam olup yakınlarınızı üzebilirsiniz. Değer mi? Sigaranın kalp krizi, felç, kanser, nefes darlığı gibi hastalıklara yolaçtığını biliyoruz. Amerika’da 43 eyaletteki 500’den fazla kentte parklarda ve halka açık alanlarda sigara içmek yasak. Bunlardan biri de başkent Washington. Washington (DC ya da District of Columbia) Belediyesi, 5 Ocak 2006’da lokanta, gece klübü ve otel gibi halka açık yerlerde sigara içilmesini  Belediye Başkanı Anthony Williams  döneminde yasakladı. Belediye Meclisi 18 Mayıs 2011’de de özellikle gençleri hedefleyen reklam kampanyalarına sınırlama getiren ve sigara içim yasaklarını sıkılaştıran yeni bir yasaya onay verdi. Yasaya göre, 18 yaşın altındaki gençler sigara satın almaya kalkışırlarsa 50 dolar ceza verecekler. Yaşlarını kasıtlı olarak gizleyenlerin cezası daha büyük, 200 dolar. Sokak satıcılarına ise sigara sattıkları taktirde verilecek ceza 250 dolar. Başkentte bütün işyerlerinde sigara içmek yasak. Bu benim gibi duman altı olmak istemeyenler için harika bir olay. Yıllarca sigara içilen mekanlarda çalıştıktan sonra dumansız ortam cennet gibi geliyor insana. Lokantaların ve barların büyük bölümünde de sigara içme yasağı uygulanıyor. Washington’daki tiryakiler sigara paketi başına 2 dolar 50 cent vergi ödüyorlar. Bu caydırıcı bir önlem tabii.
New York’ta da bu Mayıs’ta park, bahçe ve plajlarda sigara içmek yasaklandı. Central Park, Times Square gibi kentin turistik yerlerinde ya da diğer açık alanlarda sigara tüttürenlere 50 dolar para cezası kesilecek. Ancak yeni yasaya göre kaldırımlarda sigara içmek hala serbest. New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg’ün önerdiği yasa, halkı ikinci el sigara dumanından korumayı amaçlıyor. New York’taki ofis binaları, kamu ulaşım araçları, dükkanlar, lokanta ve barlarda sigara içmek sekiz yıl önce yasaklanmış ve New York, sigarayla mücadelede büyük başarı elde etmişti. Zaten Washington’daki yasa da New York’taki örnek alınarak hazırlandı. New York eyaletinde 1,722 park ve 22 kilometrelik sahil şeridi var. Buralarda artık tiryakiler istedikleri gibi sigara tüttüremeyecek. Amerika’da 22 eyalette hala halka açık her yerde sigara içmek serbest. Doktorlara göre bu da kamu sağlığı açısından ciddi bir risk oluşturuyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre bazı ülkelerde tütün ürünlerinin kullanımı ya aynı, ya da azalıyor. Örgüt bu eğilimi birçok ülkenin altına imza attığı Tütün Ürünlerinin Kontrolü Anlaşması’nın uygulanmasına bağlıyor. Amerika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi Başkanı Doktor Thomas Frieden, hükümetlerin aldığı önlemlerin önümüzdeki yıllarda yüz milyon kişinin hayatını kurtaracağını söylüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı ve 2005’te devreye giren anlaşmayı 170‘den fazla ülke onayladı. Bunlardan Avustralya, Norveç ve Meksika’da sigara kullanımı, yüzde 5, Uruguay’daysa iki yıl içinde yüzde 25 azaldı. Yeni bir araştırmaya göre, Çin bu açıdan çok kötü durumda, önümüzdeki 20 yıl boyunca Çin’de her yıl üç buçuk milyon kişinin sigara yüzünden öleceği tahmin ediliyor. Bu sayı mevcut istatistiklerin üç katı. Üstelik ölenlerin 100 milyonu gençler olacak. Çin Sağlık Bakanlığı bu ay halka açık alanlarda sigara içilmesini yasakladı. Dünya Sağlık Örgütü sigaranın bu yıl tüm dünyada 6 milyon kişinin ölümüne neden olacağını, bunlardan 600 bininin ikinci el sigara dumanının yol açtığı hastalıklardan öleceğini bildiriyor. Sigaranın kurbanlarından biri siz olmayın. Yakınlarınızı düşünün, onlara bu acıyı yaşatmayın. Ne dersiniz? Bu riski göze almaya değer mi sizce?

 

Çöl Çiçeği’nde Kız Sünneti

AP

Süpermodel Waris Dirie 1965 yılında okuma yazma bilmeyen bir Somalili ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Dirie, 6 yaşında ailesinin keçilerine bakmak amacıyla çobanlığa başlamış. Evlendirilmek üzere satılacağını anlayınca da 13 yaşındayken evden kaçmış. Bu, Dirie’nin öyküsünün yalnızca küçük bir bölümü. Şimdi bu öykü bir sinema filmi.  “Çöl Çiçeği” adıyla sinemalarda gösterime giren film büyük ilgi görüyor.  Film, Dirie’nin otobiyografisi ve onun Somali’deki zor çocukluğunu ve bir o kadar da zor olan Londra’daki gençliğini anlatıyor.  Çöl Çiçeği’nde bir başka süpermodel, ilk oyunculuk denemesinde Etiyopyalı Liya Kebede, Waris Dirie’nin gençliğini oynuyor.

Göçebe bir kültürde kadınların sünneti kaçınılmaz. Dirie de çıkış yolu olmadığı için dayanmış. Ancak 13 yaşındayken babası onu çok yaşlı biriyle evlendirmeye kalkınca kaçmaktan başka çaresi kalmamış. Çölde günlerce yürümüş, insanlar ve hayvanlardan kaynaklanan birçok tehlikeyi geride bırakmayı başararak Mogadişhu’daki akrabalarına ulaşmış. Büyükannesi, onu Somali Büyükelçiliği’nde hizmetçilik etmek üzere Londra’ya uğurlarken “Nereden geldiğini hiçbir zaman unutma” diye nasihat etmiş.  Somali Büyükelçiliği’nde tam dört yıl haftanın yedi günü bulaşık yıkayan, temizlik yapan Dirie,  televizyon izleyerek kendi kendine İngilizce öğrenmiş, okuma yazmayı da sökmüş. Dirie,  büyükelçi geri çağrılınca Somali’ye dönmek zorunda kalacağı korkusuyla  tekrar kaçmış.  18 yaşındaymış o zaman. Bir lokantaya temizlik işçisi olarak girmiş. Orada ünlü bir fotoğrafçı tarafından keşfedilmiş. Sözleşme imzaladığı modellik ajansının sert yöneticisi ona defilelerde yürüme dersi vermiş. İngilizce bilgisinin yetersizliği filmde de görüldüğü gibi çoğu zaman traji-komik durumlara yolaçmış. Örneğin  neden model olmak istiyorsun sorusuna, Dirie “hizmetçilikten çok daha iyi de ondan” diye yanıt vermiş.  “Yürümeyi biliyor musun?” diye sorulduğunda- ki burada podyumda yürümek kastediliyor-  Dirie, “Elbette biliyorum, ben çölü geçip ta Mogadishu’ya kadar yürüdüm” diye yanıtlıyor. Dirie beyaz insanları ilk kez  Mogadishu’dan Londra’ya giderken görüyor, alafranga tuvaleti ilk kez uçakta kullanıyor.

1997’de modellik yaşamının zirvesinde Dirie kendi deneyimini anlatarak kız çocuklarının sünnetinden açıkça söz eden ilk ünlü olmuş. Önce bir gazeteciyle, ardından da Birleşmiş Milletler’de  konuşmuş. Sonra da kendisini bu davaya adamak amacıyla mesleğinin zirvesinde modelliği bırakmış. Waris Dirie’nin hayatını oynayan 32 yaşındaki Liya Kebede filmin Dirie’nin mesajını bütün dünyaya duyuracağını umuyor. Kebede, filmin çok duyarlı ve son derece dürüst bir anlatımı olduğunu söylüyor. “İzlemesi harika bir hikaye, hem üzülecek, hem eğlenecek, buarada özellikle Afrika’da çok yaygın olan ciddi bir sorunu öğreneceksiniz” diyor.  Çöl Çiçeği Avrupa ve Güney Amerika’da büyük ilgi gördü. Amerika’nın yanısıra da Gana, Nijerya ve Güney Afrika’da büyük ses getirdi. Şimdi 46 yaşında olan Waris Dirie Avusuturya’da yaşıyor ve Çöl Çiçeği Vakfı için kadın haklarını savunduğu kampanyalar düzenliyor.

AP

AP

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre  dünyada 100 ile 140 milyon kız çocuğu sünnet deneyimi yaşamış. Afrika kıtasında dokuz yaşın üstündeki  yaklaşık 92 milyon genç kız ve kadın zorla sünnet edilmiş.  Her yıl en az 3 milyon kız çocuğu sünnet edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Üstelik sorun sadece Afrika’yla sınırlı değil. Arap  ülkelerinde, örneğin Irak’ta, Mısır’da, ayrıca Hindistan’da sünnet vahşeti çok yaygın. Çoğu yerde törensel bir niteliği var bu şiddetin ve kız çocukları kendi babaları dahil bir grup babanın ve ailelerinin  gözleri önünde bu dehşeti yaşamak zorunda kalıyor. Kız çocukları kadar anneler de çaresiz, çünkü onlar da bu acıyı yaşamış zamanında. Dünyada kız çocuklarına, kadınlara şiddetin durdurulmasını bütün ülkeler öncelik sıralamasında daha yukarılara çekmeli. Bu kabul edilir bir durum değil.  Çocuklara ve kadınlara karşı  şiddet derhal durmalı!

Benim gibi kız çocuğu olan anneler  için bu vahşeti düşünmek bile çok zor, değil görmek ve yaşamak!  Siz olsanız çocuklarınızın bu acıyı çekmesine razı olur muydunuz? Bu çok can acıtan konuda görüşlerinizi bekliyorum. Sevgiyle.

Amerika’nın Sesi yazarlarından Carolyn Weaver’ın hazırladığı televizyon parçasını (seslendirmesi benden) aşağıda ve www.amerikaninsesi.com web sitemizde ve sitenin YouTube bölümünde  izleyebilirsiniz.

Happy 70th Birthday, Bob Dylan!

Bugün müzik ikonu Bob Dylan’ın 70’inci doğumgünü. Kutlu olsun! İnanmak zor ama Amerika’nın en ünlü müzisyenlerinden Bob Dylan 70 yaşına geldi. Dylan müzikte de 50’nci yılını kutluyor. Dylan’ın müziğiyle bu 50 yıla adını altın harflerle yazdırdığını söylemek abartılı olmaz. Şiir ve şarkı sözü yazarlığından, sadece Amerika’nın değil dünyanın en popüler bestelerine ve kitap yazarlığına kadar Bob Dylan, Amerikan kültür ve sanat yaşamının dev isimlerinden biri. Bir zamanlar Vietnam savaşı karşıtlığının sembolü olan ve 50-70 yaş grubunun o dönemlerdeki hippilik günlerinden anımsadığı Bob Dylan, yarım yüzyıldan fazladır sahnede ve enerjisinden hiçbir şey kaybetmişe benzemiyor. Hayranlarına sorarsanız, halk müziği şarkıları hala onun sesiyle ayrı bir tını kazanıyor, rock parçaları adeta cana can katıyor!

Bob Dylan 24 Mayıs 1941’de Minnesota eyaletinde doğdu. O zaman adı Robert Allen Zimmerman’dı. Annesi de babası da Musevi idi. Dylan hayatını anlattığı kitabında atalarının Türk kanı taşıdığını yazmıştı. Dylan müziğe lisede kurduuğu “The Shadow Blasters” adlı grupta başladı. Blues, folk ve rock and roll söylüyordu. Dylan kendi parçalarının sözlerini de yazıyordu. Klasik parçalarından biri olan “The Times They are A Changin’” de onun kaleminden çıkmıştı. Parça 1963’te büyük ses getirdi. Bu şarkıdan sonra Bob Dylan zamanın solcu sosyal hareketleriyle özdeşleştirilmeye başladı. Müzik eleştirmeni Greil Marcus’a göre, Dylan’ın şarkıları sadece solu değil, gerçekle hayal, eskiyle yeni arasındaki gerginliği de gündeme taşıyor ve sorguluyor. Bu açıdan da Bob Dylan eleştirmenlere göre bir yenilikçi. Yenilik arıyor, eskiye bağlı kalırken, yeni deneyimlerden korkmuyor. Biraz uçuk görünüyor Dylan ama hayranları onun bu açıklanamayan gizemini seviyor demek yanlış olmaz. Dylan “Tambourine Man” adlı şarkısında pop müzikte görülmeyen bir tarzı denedi ve kişisel deneyimlerini ve içsel sorgulamalarını müziğe döktü. Parça bugün de hala ünlü. Bob Dylan 1965 yılında New Yort Folk Festivali’nde elektronik müziğe geçti ve hayranlarını öfkelendirdi. Ancak festivalin hemen ardından çıkardığı “Like A Rolling Stone” adlı şarkıyla dönemin en güzel ve unutulmayan rock şarkılarından birine imzasını atmış oldu. Serbest vezinde yazdığı bu şarkı büyük tartışma yarattı ama bugüne kadar geldi.

Dylan her tarzı denedi, rap’ten folk’a, metal ve dini müziğe kadar her tarzda parça yaptı. 1970’lerde ve 80’lerin başında birçok laik hayranının kabul etmekte zorlandığı bir dönem yaşadı, dini şarkılar yaptı. Eleştirmenlere göre, Dylan’ı Dylan yapan da bu esrarengiz yanı, beklenmedik türleri denemesi ve tabii hepsinde çok başarılı olması. Dylan bugüne kadar müzik sektöründeki hemen her ödülü kazandı. Şimdi parçalarından bir demet. Eğer daha önce Bob Dylan dinlemediyseniz mutlaka dinleyin çünkü Dylan Amerikan müziğinde gerçek bir ikon, farklı tarzda söyleseler de bir Frank Sinatra ya da Elvis Presley gibi hem unutulmaz hem de çok yönlü bir sanatçı. Müzik ve sanatçıyla ilgili yorumlarınızı da yazmayı unutmayın. Happy Birthday, Bob Dylan!

“İşe Bisikletle Git” Günü

Amerika’da Mayıs ayında “Bisiklet Ayı” kutlanıyor. 16-20 Mayıs arası da Bisiklet Haftası. “İşe Bisikletle Git” günüyse 20 Mayıs. Bu sabah işe gelirken, Washington caddelerinde çok sayıda bisikletli gördüm. Çoğu ciddi iş giysileriyle, bazıları şortlar ve tokyolarıyla bisikletlerinin üstünde hem trafiği hafifletmenin hem de çevre dostu bir eylem yapmanın gönül rahatlığıyla pedal çeviriyordu. Tabii sabah sabah temiz hava soluyup işe gitmek de zevklerin en büyüğü olmalı. Pazar günü Washington’da bisikletliler sokaklara dökülecek, bisiklet etkinliğine 20 bin kişinin katılması bekleniyor. Bir yarış da var, kazananlara ödüller de. Son yıllarda Amerika’da Washington başka olmak üzere birçok kentte bisiklet sevgisi arttı.  Kent içi ulaşımı rahat ve ucuz bir hale getirmesinin yanı sıra sağlıklı ve çevreci bir alternatif olması nedeniyle bu bisikletle ulaşım daha fazla destek görmeye başladı. Amerika’da bu uygulama birçok kentte yaygınlaşırken, başkent Washington ülkenin en büyük bisiklet paylaşım programını uyguluyor. Washington’daki bisiklet paylaşım programının proje müdürü Chris Holben, kullanıcılara günlük, aylık, yıllık üyelik seçenekleri sunduklarını söylüyor. Holben’a göre, şu anda kentin çeşitli yerlerinde  bin bisikletli 93 istasyon üyelerine kiralık bisiklet sağlıyor. Programın dört binden fazla üyesi var. Bisikletlerin kullanımı kolay. Herhangi bir bisiklet rampasına anahtarınızı yerleştiriyorsunuz. Yeşil ışık yanınca bisiklet serbest kalıyor. İşiniz bitince bisikleti başka bir istasyondaki boş rampaya yerleştiriyorsunuz. Yeşil ışık yanınca bisiklet kilitleniyor.  Bisiklet kiralama fiyatları günde 5 dolarla yılda 75 dolar arasında değişiyor. Programdan memnun olduklarını söyleseler de bazı önerileri olanlar da var.  Örneğin bir Washingtonlu, Paris’teki bisikletlerin daha büyük sepeteleri olduğunu ve alışveriş için daha kullanışlı olduklarını söylüyor. Çantasını sepete sıkıştırmayı başaran bir öğrencininse fazla sorunu olmamış. Onun en büyük sorunu bisiklet istasyonlarını bulmak. “Henüz etkileşimli haritaların olmaması büyük eksiklik. Eğer iPhone’unuz yoksa, bir sonraki istasyonu bulmanız çok zor,” diyor.

Ekonomik darboğaz  ve petrol fiyatlarının benzin fiyatlarını alışılmışın çok üstüne çıkarması nedeniyle artık daha çok Amerikalı, arabalarını evlerinin  önünde bırakarak başka ulaşım yollarıyla işlerine gidiyor. Bu da  bisiklete ilgiyi arttırdı.  Bu yıl benzin fiyatlarının rekor düzeyde artmasıyla birçok Amerikalı, işe pedal çevirerek gitmeye başladı. Amerikan Bisikletçiler Birliği Başkanı Andy Clark, eğlence, egzersiz ve ulaşım için bisiklet kullanımını teşvik ettiklerini söylüyor. Clark’a göre, bisiklete binmenin, çevreye de son derece olumlu etkileri var. Bir kere bisikletler, fosil yakıt kullanmıyor, zararlı maddeleri atmosfere yaymıyor. Bisiklete binmenin yararları en çok kısa mesafelerde etkili. Amerika Ulaştırma Bakanlığı’na göre çalışanların yüzde 50’sinin işiyle evi arasındaki mesafe, 5 milden az. Bir aracın egzozundan çıkan gazları daha az zehirli hale getirmeye yarayan katalitik konvertörlerin tam randımanla çalışması için öncelikle ısınması gerekiyor. Bu nedenle kısa mesafeli araç kullanımı, atmostere daha çok zehirli gaz saldığı için daha da zararlı.  Washington Bisiklet Birliği Başkanı Eric Gilliland, her yıl, “İşe Bisikletle Git Günü” düzenlemelerinin nedeninin de bisiklet kullanımızı teşvik etmek olduğunu söylüyor. Bu yılki Gün’e, havanın parçalı bulutlu ve yer yer  yağışlı olmasına rağmen hem acemi hem de deneyimli birçok bisikletli katıldı.

Amerika’da başka kentlerde de bisiklet modası yayılıyor. Denver Belediye Başkanı John Hickenlooper’a göre programın yararı çok büyük. San Fransisco’da kullanılan Bixi adlı sistem, bisiklet ve taksi sistemini birleştirmiş. San Fransisco Ulaşım İdaresi’nden Timothy Papandreou, bisiklet paylaşımı programının kent içinde ulaşımı rahatlattığını söylüyor. San Fransisco’da 20,000 bisiklet ve 1,000 bisiklet istasyonu var. Washington ve diğer Amerikan kentlerinin bisiklet paylaşım programları konusunda, daha katetmesi gereken uzun bir yol olabilir. Ama yine de bu kentlerin gelecekte Montreal, Lyon ve Paris gibi kentleri yakalaması mümkün görünüyor. Örneğin birkaç yıl önce Paris’te kurulan bin istasyonda bugün toplam 20 bin bisiklet bulunuyor.

Bisikletçilik Dergisi’ne göre Oregon’un Portland kenti, Amerika’da bisiklet dostu kentlerin başında geliyor. Kendi bisiklet kültürünü geliştiren Portland’da çok hızlı şekilde “bisiklet ekonomisi” oluşuyor. Portland’da bisiklete binmek, birçokları için bir yaşam biçimi. Portland’da bisiklet kültürünün bütün farklı yanları aynı anda gelişmeye başladı. Sağlıklı bir ekosistemin gelişmesi gibi bisiklet kültürü de büyüyor. Uzmanlar bunu,  Avrupa’daki Rönesans hareketine benzetiyor. Portland, bisikletçiler için Amerika’nın en iyi kentlerden biri sayılıyor. Portland’da işe gidenlerin yüzde 8’i, ulaşım aracı olarak bisikleti tercih ediyor. Bu oran, ulusal ortalamanın oldukça üzerinde. Adams, bu durumu, altyapı için yapılan yatırımın sonucu olarak görüyor.   Son 10 yıldır Portland’da cadde ve sokakları bisikletçiler için daha güvenli hale getirme çabaları yoğun olarak sürüyor.

Ekonomik krizden olumsuz yönde etkilenen bazı Amerikalılar para kazanmak için ilginç yöntemlere başvuruyor. Bazıları bisikletli taksilerle Washington’da turist gezdiriyor. Bisikletli taksiciler turistlere çok farklı bir Washington sunuyor. Bisikletli taksiler Washington sokaklarında son birkaç yıldır görülüyor. Oysa özellikle Güneydoğu Asya’da bu tür ulaşım araçları son derece yaygın. Washington’da bisikletli taksiciler ücret miktarını müşterilerle pazarlık yaparak belirliyor. Ortalama ücret, 20 dakikalık gezinti için 20 dolar. Kimi sürücüler kendi bisikletinin sahibi. Ancak bazıları bisikletli taksileri kiralıyor. New York’ta bir zamanlar taksicilik yapan, şimdiyse Capitol Bisikletli Taksi Şirketi’nin sahibi olan Steve Balinsky her meslek grubundan müşterileri olduğunu söylüyor. Sürücüler de gezdirdikleri turistler kadar farklı kesimlerden geliyor. Çoğu öğrenciler ya da genç iş sahipleri. Bazılarıysa 50’li yaşlarda. Kimi sürücüler spor yapıp formda kalmak için bu işi yapıyor.  Turistler için bisikletli taksiler yeni bir deneyim. Washington’un ulaşım için bisiklete binmenin teşvik edildiği bir kent olduğunu söyleyen Capitol Bisikletli Taksi Şirketi’nin sahibi Steve Balinsky, çevreyle dost bir iş yapmanın kendisi için önemli olduğunu vurguluyor.

New York da bisiklet aşığı bir mega kent.  New York’ta 2007’den beri bisiklet sayısı iki katına çıktı. New Yorklular’ın yüzde 54’ü yeni bisiklet yolları yapılmasını istiyor.

Amerika’da bisikilet kullanımının en yaygın olduğu kentler ve bisiklet kullanıcılarının kimler olduğu konusundaki istatistikleri görmek için aşağıdaki linke bakabilirsiniz:

http://public.sheet.zoho.com/public/bikeleague/2009-commuter-data-top10cities

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Eski bir bisiklet meraklısı olarak görüşlerinizi bekliyorum. Yazın, tartışalım.

Bu konudaki videolarımızı da izleyebilirsiniz.

Cengiz Çandar Bugün Bu Blogda

Başkan Barack Obama Ankara ve Kahire konuşmalarından sonra  bugün yeniden İslam dünyasına seslenecek. Üst düzey yetkililerin verdiği bilgiye göre,  bu kez Obama Arap Baharı’nın ardından Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine umut ve  para yardımı sözü vermeye hazırlanıyor. Gençler arasında işsizliğin çok yaygın olduğu, nüfusların büyük çoğunluğunun yoksulluk sınırının altında yaşadığı  özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri için Amerikan yardımının olumlu karşılanması bekleniyor. Birçok uzman, “Bu, bir tür Marshall yardım programı olacak” tahmininde bulunuyor. Obama’nın konuşması bugün  Washington saatiyle 11:40’ta, yani TR saatiyle  18:40’da.

Amerika’nın Sesi-TGRT Haber  ortak canlı yayınında, saat 21:45’te,  Washington’daki Wilson Merkezi adlı düşünce kuruluşunda Arap ülkelerindeki demokrasi arayışını yorumlayan gazeteci Cengiz Çandar konuk olacak. Cengiz Çandar yayından sonra Türkçe Yayın Bölümü’nde interaktif blog olarak kullanacağımız Gökkuşağı’nda sorularınızı yanıtlayacak.

Başkan Obama’nın konuşması, Arap ülkelerinde yaşanan son olaylar ve başka sorularınız varsa yazın, Cengiz Çandar yanıtlasın. Zaman zaman canlı blog uuygulamasıyla forumlar oluşturup görüşlerinize yer vermeyi planlıyoruz. Sizleri  yarın Gökkuşağı’nda Cengiz Çandar’la sohbetimize katılmaya davet ediyoruz.

GÜNCELLEME

Az önce TR saatiyle 19:08’de ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bakanlık binasında Başkan Obama’yı sunmadan önce bir konuşma yapmaya başladı. Clinton, dünyanın her zamankinden daha çok Amerika’nın liderliğine ihtiyacı olduğunu söyledi. Başkan’ın Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki dramatik değişikliklerle ilgili konuşmasını yapmak için Dışişleri Bakanlığı’nı seçmesinin önemini vurgulayan Hillary Clinton, bütün ülkelerin demokrasi, bireysel özgürlükler, ekonomik fırsat eşitliğine sahip olmaya hakkı bulunduğunu söyledi. Amerika’nın dünya olaylarında vazgeçilmez ve son derece önemli bir rolü olduğunu kaydeden ABD Dışişleri Bakanı, Başkan Barack Obama’yı kürsüye davet etti.

GÜNCELLEME

Başkan Obama TR saatiyle 19:14’te konuşmasına başladı. Amerikan politikasının merkezi olan Dışişleri Bakanlığının önemini vurgulayan Başkan Obama, Amerika’dan çok uzak olan ülkelerin de Amerika’yla çeşitli nedenlerle bağları bulunduğunu hatırlattı. Bin Ladin’in öldürülmesine değinen Obama,  El Kaide ve yandaşı terör örgütleriyle yıllardır süren savaş sonunda Amerika’nın bin Ladin’i Pakistan’a bir baskınla öldürmesinin önemini vurguladı ve teröristlere “büyük bir darbe” vurduklarını bildirdi.  Obama, bin Ladin’in bir “kahraman” değil kitleleri öldüren bir “katil” olduğunu belirtti.

GÜNCELLEME

Barack Obama Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki siyasi değişikliklerin Amerikan diplomasisinde yeni bir sayfa açtığını söyledi. Obama, son altı ay içinde  dünyanın bu bölgelerde yaşanan “olağanüstü değişikliklere” tanıklık ettiğini belirtti. İki liderin değiştiğini hatırlatan Obama, halkların temel haklarını istemeleri nedeniyle bu sayının daha da artabileceğini kaydetti.   Barack Obama konuşmasında,  son aylarda yaşanan olayların artık baskı rejimlerinin ayakta kalmasının zor olduğunu kanıtladığını  vurguladı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin bazılarında değişikliğin kolay olacağını ancak bazılarında zor geçiş dönemleri yaşanacağını bildirdi.

GÜNCELLEME

Başkan Obama Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu İMF’den Mısır ve Tunus’a  bir yardım paketi hazırlamalarını  istedi. Obama Amerika’nın “demokratik bir Mısır”a 1 milyar dolar borç vererek ekonomik sıkıntılarını azaltacağını söyledi.

 

 

 

 

Genç Belgeselci Aslıhan Ünaldı

New York’ta yaşayan genç senarist ve yönetmen Aslıhan Ünaldı İstanbul’un ulaşım sorunuyla ilgili belgeseli Mart ayında Washington’daki Çevre Filmleri Festivali’nde gösterildikten sonra adından sık sık söz ettiriyor. Bu adı bundan sonraki yıllarda çok sık duyacağınızdan hiç kuşkum yok.

Yönetmen oyuncu Spike Lee ile de çalışmaları olan Ünaldı, Amerika’nın en saygın üniversitelerinden biri olan Yale’den mezun. Film çalışmalarını sürdüren Aslıhan Ünaldı’yla geçtiğimiz günlerde New York’taki stüdyomuzdan bağlantı yaptık ve güzelce sohbet ettik. Bu filmin sadece ulaşım sorunlarına odaklanmadığını, göçten, İstanbul’un su sorununa, tükenen su kaynaklarına yokolan ormanlara kadar çok şey anlattı. Çok içten konuştu ve benim gönlümü kazandı, umarım siz de kendinizden birşeyler bulursunuz anlattıklarında.

Aslıhan Ünaldı 70 saatlik film çekimi sırasında İstanbul’da çekilen resimlerden birkaçını da gönderdi görmeniz için.  Gerçekten güzel resimler. Umarım beğenirsiniz. Ne düşündüğünüzü yazarsanız Aslıhan Ünaldı’ya  iletirim.


Not: Aslıhan Ünaldı ve Çevre Filmleri Festivali ve filmin yapılması için öncülük eden Dünya Kaynakları Enstitüsü EMBARQ Türkiye Programı Direktörü Sibel Bülay’la daha önce yaptığımız söyleşiyi ve Uluslararası Çevre Filmleri Festivali’yle ilgili geniş bilgiyi www.amerikaninsesi.com adresinde Gökkuşağı’nda daha önceki yazılarımda bulabilir, kısa videoları izleyebilirsiniz.

Aslıhan Ünaldı Kimdir?
Aslıhan Ünaldı film senaristi, yönetmeni ve yapımcısıdır. 2006’da yazıp yönettiği “Razan” isimli kısa filmi Rotterdam Uluslararası Film Festivali, San Francisco Uluslararası Film Festivali, Oldenburg Uluslararası Film Festivali, Cinerail Paris gibi pek çok önemli uluslararası film festivalinde gösterildi ve Atomfilms ile Apollo Films tarafından dağıtıldı. “Site” isimli ilk uzun metraj senaryosu 2010 Berlin Film Festivali Senaryo Atölyesi’ne seçilen 12 uluslararası projeden biri oldu. “Site” ayrıca 2010 Selanik Film Festivali Crossroads Ortakyapım Pazarı’na seçilen 10 projeden biriydi. Ünaldı, Yale Üniversitesi’ndeki lisans eğitimini Fotoğraf Sanatı ve Uluslararası İlişkiler olmak üzere çift ana dalda tamamladı ve 2000 senesinde onur ödülüyle mezun oldu. Öğrenciliği sırasında iki fotoğraf sergisi açtı. Yale’de kurduğu ve başkanlığını yürüttüğü Uluslararası Politik Araştırmalar Çalışma Grubu, Türkiye’den de birçok önemli gazeteci, politikacı ve akademisyenin katılımı ile başarılı uluslararası bir zirve gerçekleştirdi. Mezuniyetten sonra 3 yıl süreyle New York’ta Deutsche Bank’ın Uluslararası Piyasalar Yatırım Danışmanlığı bölümünde çalışan Ünaldı, bu süreçte “Wall Street’te Kadın” konulu bir konferansın düzenlenmesine yardım etti. Görsel sanatlara, uluslararası politikaya ve kültürel kimlik konularına olan derin ilgisi onu film yapımcılığına yönlendirdi. 2003 – 2006 yılları arasında New York Üniversitesi’nin meşhur Tisch Film Okulu’nda yüksek lisans programını burslu olarak sürdürürken Milcho Manchevski, Todd Solonz, Spike Lee gibi usta yönetmenlerden dersler aldı. Bu süreçte;
• “New York Film ve Televizyonda Kadınlar Bursu” ve
• “Musevi Vakfı Kadın Eğitimi Bursu” nu kazanmasının yanısıra
• “Wasserman-King Finalist Ödülü”,
• “Sloan Vakfı Senaryo Ödülü” ve
• “En İyi Yüksek Lisans Yönetmeni” ödüllerine layık görüldü.
2006’da Spike Lee’nin asistanlığına seçildi ve Lee’nin Katrina kasırgası üzerine New Orleans’ta yaptığı “When the Levees Broke: A Requiem in Four Acts” (“Bentler Yıkılınca: Dört Perdelik Bir Ağıt”) isimli belgeselinde staj yaptı.
2008 kış döneminde Sabancı Üniversitesi’nde seminer, 2010 yaz döneminde Philadelphia Drexel Üniversitesi’nde film yönetmenliği üzerine ders verdi. Ünaldı, son iki yıl boyunca İstanbul’un hızlı büyüme ve modernleşme sürecinde karşı karşıya kaldığı kentsel, sosyal ve çevresel ikilemleri irdeleyen bir belgeselin yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptı. Belgeselin ilk gösterimi, Mart ayında Washington’da, Uluslararası Çevre Filmleri Festivali’nde yapıldı. Ünaldı halen saygın uluslararası senaryo danışmanı Alby James’in danışmanlığını yaptığını “Site”nin ön hazırlıklarını sürdürüyor.

İzleyin, haberleşelim.

Hugh Pope – “Dining with Al Qaeda”

El Kaide lideri Usame bin Ladin’in öldürülmesiyle bir yıl önce yayınlanan okunmazsa olmaz bir kitap geldi aklıma. Okumadıysanız ilginç gelebilir.  Uluslararası Kriz Grubu’nun İstanbul’da yaşayan Ortadoğu ve Türkiye Temsilcisi gazeteci-yazar Hugh Pope’un kitabı geçen yıl bu zamanlar Amerika’da yayınlanmış, Hugh Pope, birkaç hafta boyunca Washington ve New York’ta imza günleri yapmış, kitabını tanıtmıştı.  İngiliz gazeteci Hugh Pope, “Dining with Al Qaeda” (El Kaide’yle Yemek Yemek) adlı kitabında 30 yıllık anılarını derlemiş. Arapça, Farsça ve Türkçe bilen araştırmacı-gazeteci  Hugh Pope, 1959 Cape Town doğumlu.  Pope, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından kısa süre sonra El Kaide üyelerinden biriyle yemek yediğini anlatıyor kitabında. O dönemde Wall Street Journal gazetesi muhabiri olan Pope,  ikiz kulelerle Pentagon’a çarpan uçakları kaçıran Suudiler hakkında daha fazla bilgi toplamak için Riyad’a gitmiş ve militanları bu saldırıya hazırlayan genç bir teröristle görüşmüş. Hugh Pope, militanın kendisini öldürmemesi için Kuran’dan ayetler okumak zorunda kaldığını, çok gergin geçen söyleşinin neyse ki bir akşam yemeğiyle sona erdiğini anlatıyor. Hugh Pope, genelde bölgeden geçilen haberlerin Amerikan halkına Ortadoğu hakkında olumsuz ve gerçekdışı bir tablo sunduğunu ve amacının bu yanlış algılamayı değiştirmek olduğunu söylüyor ve bunu şöyle dile getiriyor: “Amerikan halkına gazetecilerin büyük çoğunluğunun dürüst olduğunu, gazetelerde okuduklarının çoğunun doğru olduğunu, ancak hikayenin burada bitmediğini anlatmak istiyorum. Başka bilgi kaynaklarını da araştırmalı, elinizdeki verileri başkalarıyla karşılaştırmalı, duyduklarınız hakkında düşünmeli ve konulara farklı bakış açılarından bakmayı öğrenmelisiniz.”

Pope, bölgede geçirdiği 30 yıl boyunca öğrendiği en önemli şeylerden birinin Ortadoğu’nun sadece İslam dünyasından ibaret olmadığını anlamak olduğunu söylüyor : “Dünyanın neresi olursa olsun insanları tek bir etiket altında birleştirmenin zararlı olduğunu düşünüyorum. Örneğin kitabımda kullandığım tekniklerden biri, İslam kelimesini kullanmaktan mümkün olabildiğince kaçınmak. İslam kelimesini kullandığınızda herkes farklı bir anlam çıkarıyor. Bir ülkeyi, hatta İslam dünyasını sadece tek bir özellikle tanımlayamayacağımızı göstermeye çalıştım.” Pope, hukuk sistemi şeriatı olan ülkelerin şeriat kanunlarını çok farklı şekillerde uyguladığına dikkat çekiyor. Yazar, İran’da rejimin aksine  tanıştığı birçok İranlı’nın Amerika’yla çok daha yakın ilişki içine girme arzusu duyduğunu belirtiyor. Hugh Pope, Ortadoğu araştırmalarına hakim olan tipik akademik yaklaşımın ve gazetecilerin bölgeden geçtiği haberlerin Amerikan halkına Ortadoğulular hakkında olumsuz ve gerçekdışı bir tablo sunduğunu söylüyor : “İnsanlar artık Ortadoğu’yu sanki bir hayvanat bahçesi, karmakarışık yabani hayvanların toplantığı bir yer gibi görmekten vazgeçmeli. Hepimiz insanız, hepimiz aynı şeyleri paylaşıyoruz. Örneğin her yerde erkek  çocukları arabaları sever, kızların da bebekleri  vardır. Ortadoğu’ya olan bakışımızda eksik olan, insan unsurunun görünmemesi. Medya hep en tuhaf, en korkunç haberleri, hikayeleri aktarıyor.

VOA- M. Elshinnawi

Hugh Pope, Amerikan kamuoyuna bölge hakkında daha doğru ve eksiksiz bilgi vermek için medyayı kullanan eğitimli Ortadoğulular’ın sayısının artması nedeniyle iyimser. Yazar ayrıca Başkan Obama’nın İslam dünyasıyla diyalog kapısını açarak Amerikan halkının Ortadoğu’nun birçok yönünü görmesini sağladığı için de memnun. Başkan Obama, Türkiye’de yaptığı konuşmada Amerika’nın İslamiyet’le savaşmadığını, İslam dünyasıyla ortaklık kurmak istediğini söylemişti. Türkiye ziyaretinden iki ay sonra Mısır’a giden Başkan Obama, Kahire konuşmasında da, Amerika’yla Müslümanlar arasında yeni bir başlangıç arayışı içine girme sözü vermişti. Deneyimli gazeteci, Batılılar’ın kitabı sayesinde  Ortadoğu ülkelerini yeni bir bakış açısından görmeye, Ortadoğu halklarını anlamaya başlayacaklarından umutlu ve “Kitabımın Ortadoğu’yla ilgili doğru bir kaynak olmasını istiyorum” diyor.

Hugh Pope’un “Dining with Al Qaeda: Three Decades Exploring the Many Worlds of the Middle East” “El Kaide’yle Yemek Yemek:  Ortadoğu’nun Birçok Dünyasını Keşifle Geçen 30 Yıl” adlı kitabı, St. Martin Yayınevi tarafından 2010 yılı Mart ayında piyasaya sürülmüştü. İnternette kolayca bulabilirsiniz.

Yıllardır İstanbul’da yaşayan Pope’le bir yıl önce kitabın yayınlandığı günlerde Amerika’nın Sesi’nin Washington stüdyolarında konuşmuştuk,  her zamanki gibi keyifli bir söyleşi olmuştu.  Pope’un Türkçe olarak neler söylediğini merak ediyorsanız, dinleyin veya izleyin. Ya da her ikisini de yapın! Herşeyden önemlisi görüşlerinizi yazmayı unutmayın!!

Bin Ladin Pakistan’daymış!

1 Mayıs gecesi Washington’da çok heyecanlı bir geceydi. Başkent uykuya dalmaya hazırken, saat 22:30’dan sonra CNN, ABC, CBS ve NBC gibi büyük televizyon kanalları flaş bir haberle canlı yayına geçti. Haberlere göre, 11 Eylül saldırılarının beyni Usame bin Ladin öldürülmüştü. Pakistan’da, İslamabad’a birkaç saat uzaktaki 200 bin nüfuslu Abbottabad kentindeki evinde Amerikan askerlerinin yaptığı baskında ölmüştü dünyanın en tehlikeli teröristi. Doğrusu Pakistan’da bulunması beni hiç şaşırtmadı. Pakistan’ın terörle ne kadar mücadele ettiğini hep sorguladığım için ilk tepkim “başka nerede olacaktı” demek oldu. Haberleri duyunca tabii uykudan fedakarlık etmek gerekti! Ardından 11:30’da Başkan Obama’nın bir açıklama yapacağı haberi geldi ve televizyon ekranlarına yapışıp kaldı gözlerimiz. Washington’da sabah erken başlıyor, biz yayıncılar sabah saat 8’de işe başlıyoruz. Bazılarımız da NTV Radyo’ya yaptığımız sabah 6:30 yayını için (Washington’da gece 23:30 olduğu için – NTV Radyo yayınlarımızı www.amerikaninsesi.com’da dinleyebilirsiniz) sabaha karşı 01:00’e kadar nöbet tutuyor. Tabii aynı saatlerde Beyaz Saray’da yetkililerin operasyonu izlediğini bilmiyorduk!

Derken 23:35’te Obama konuşmaya başladı, yaklaşık 15 dakika süren bir açıklama yaptı ve terörle mücadelede çok önemli bir adım atıldığını söyledi, 11 Eylül’de Washington ve New York’ta bin Ladin’in düzenlediği saldırılarda 3 binden fazla kişinin öldüğünü hatırlattı. Siyasi açıdan Başkan Obama için çok önemli bir gelişme bu. Ona gelecek yılki seçimler için puan kazandıracak kuşkusuz. İkinci dönem için başkanlık yarışını kazanıp kazanmayacağı konusunda farklı görüşler var Amerika’da. Kimileri “mutlaka kazanır” derken bazıları şansını sorguluyor. Washington’da televizyonlardan bin Ladin’in öldüğü haberleri gelmeye başlayınca Beyaz Saray’ın önüne akın akın gidenler ve ellerinde Amerikan bayraklarıyla kutlama yapanlar oldu. Çoğu George Washington ve Georgetown Üniversitelerinden öğrencilerdi. Başkan Obama’nın seçimi kazandığı açıklanınca da  gençler Beyaz Saray’ın önünde kutlama yapmıştı.

New York’ta da halk sokaklara döküldü. 11 Eylül saldırılarının acısını hala yaşayan New York kenti sakinleri için bu çok önemli bir haberdi. İkiz kulelerin yıkılmasından sonra kurtarma çalışmalarında efsanevi bir rol oynayan New Yorklu itfaiyeciler de haberi kutlayanlar arasındaydı.  Şimdi uzmanların sorduğu sorulara bakalım: “Dünyada terör durur mu?”, “Terör artar mı?” İkisi de olabilir. Bekleyip göreceğiz. Amerika Dışişleri Bakanlığı ülke dışındaki vatandaşlarını uyardı bile. Kalabalık yerlere girmeyin, tanımadığınız insanlarla konuşmayın, bilmediğiniz yerlere gitmeyin diye.

Amerikan basınına gelince Washington Post, adaletin yerini bulduğunu yazdı bugün. New York Times, Başkan Obama’nın, Bin Ladin’in ölümünün El Kaide ile mücadelenin sonu anlamına gelmediğini söylediğini hatırlattı. Washington Times da ABD Dışişleri Bakanlığının bütün Amerikan büyükelçilikleri ve konsolosluklarını alarma geçirdiğini yazıyor. Los Angeles Times gazetesi bin Ladin’in yerinin el Kaide’nin güvendiği bir kuryenin yardımıyla belirlendiğini, bu kişinin 11 Eylül saldırılarından sorumlu Halid Şeyh Muhammed’in bir akrabası olduğunu belirtiyor. Amerikan gazetelerinin yorumlarını geniş olarak www.amerikaninsesi.com adresinde bulabilirsiniz.

Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Yazın tartışalım.