Gökkuşağı

İstanbul’da Deprem Riski Korkutuyor

Türkiye yine bir depremin acılarını yaşıyor. Van ve Erciş’teki yıkım ve can kaybı hepimizi çok üzdü, üzüyor. Ailelerini, yakınlarını, düzenlerini kaybedenlere büyük geçmiş olsun. Enkaz altından çıkarılan 14 günlük Azra bebeğin babası kurtarılamamış, bugün haberlerdeydi. Ona da ne yazık babasız geçireceği bir yaşam miras kaldı depremden. Bölgeden görüntüler çok acı verici. Çok sayıda öğretmen öldü. Şu an 575 ölü, üç bine yakın yaralı var. Van depremi herkesin yüreğini dağladı geçti. 6 bine yakın binaya oturulamaz raporu verildiği açıklandı. Kar yağışı, aşırı soğuk, çadırda ve dışarda yaşam mücadelesi verenlerin işini daha da zorlaştırıyor. Kalbimiz onlarla…

Bu deprem yine Türkiye’deki deprem yönetmeliği uygulamasındaki uygulanmazlığı gündeme taşıdı. Birçok uzmanla konuştuk Van depreminden sonra. TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Torun, Erciş’ten yaptığımız telefon bağlantısında ciddi bir çadır sıkıntısı olduğunu gündeme getirdi ve depreme dayanıksız bina yapımının devam etmesinin sadece Van ve yöresi için değil, bütün Türkiye için çok ciddi bir sorun olduğunu söyledi. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Deprem Araştırmaları Merkezi’nin kurucusu ve eski başkanı Polat Gülkan, “sorumluluk herkesin” dedi ve herşeyden yönetmeliği sorumlu tutmanın doğru olmadığını vurguladı. ODTÜ’den emekli olan Profesör Gülkan Çankaya Üniversitesi’nde ders veriyor ve şu sıralar İtalya’nın Pavia kentinde bir üniversitede misafir profesör olarak bulunuyor. “Parmağı ona buna uzatmak yerine hepimiz üzerimize düşeni yapmalı, oyunu kuralına göre oynamalıyız” diyen Polat Gülkan, herkesi göreve çağırdı.

Amerika’nın Indiana eyaletinin West Lafayette kentindeki Purdue üniversitesi’nin dünyaca ünlü deprem uzmanı Profesör Mete Sözen ise konuyu başka bir boyuta taşıdı ve “Korkarım İstanbul için geç kaldık” uyarısında bulundu. İstanbul’u çok sevdiğini söyleyen Sözen,  Türkiye’deki mühendislik bilgisi ve teknolojisinin dünyanın diğer ülkelerindekine eşit olduğunu vurguladı, ancak deprem yönetemeliğinin uygulanmamasının ciddi bir sorun yarattığını bildirdi. Profesör Sözen İstanbul’da gördüğü bazı örneklere  de değindi ve ” Mesela bir garajda rahat araba kullanmak için sütunu çıkarıyorlar ve garaj çöküyor. Böyle şeyler maalesef yapılıyor. Fakat bu bilgisizlikten ileri geliyor ve sanırım ki bu zamanla değişecek” dedi.

Profesör Mete Sözen, İstanbul’da bir depremin yaklaştığını düşünüyor ve “bunu yanlız ben söylemiyorum, dünyanın çeşitli araştırma merkezlerinde uzmanlar hep böyle düşünüyor” diyor.  Profesör Sözen’e göre, “İstanbul’un tarihine bakarsanız her 20 yılda bir yıkıcı deprem olmuş.  Son deprem 1894’te oldu. Bir yıkıcı depremin eli kulağında. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin yaptığı araştırmalardan biliyoruz ki İstanbul’un birçok semtinde, mesela Zeytinburnu’nda, Küçük Çekmece’de ve Bakırköy’de binaların, abartmıyorum, yüzde 80’i, depreme karşı dayanıklı değil. Yani bir deprem olursa yüzde 80’i çökmeyecek binaların, belki yüzde 20’si çökecek ama yine de müthiş bir felaket olacak. Onun için bu felaketi mümkün olduğu kadar bertaraf etmek lazım. Belki yavaş yavaş binaları yıkıp yenilerini yapmak düşünülebilir. Ama korkuyorum, artık zamanımız yok bunun için.  Bunu sadece ben söylemiyorum, bütün bilimadamları söylüyor. Onun için benim seçeneğim, bir nevi “kurtarıcı şehir” ya da uydu kent yapmak İstanbul’un yakınında bir yerde. Başbakan Erdoğan’ın önerdiği çılgın projelerden biri de bu ve ben muhakkak ki ona katılırım. Bu “kurtarıcı” kentte depreme dayanıklı binalar olmalı, bunalar yapılırken çevreye özen gösterilmeli ve bu iş   çabuk yapılmalı.”

Profesör Mete Sözen 2008 yılında bir grup uzmanla birlikte İstanbul için bir “kurtarıcı kent” projesi hazırladı. Bu projeyle ilgili videoyu sayfanın sağ üst köşesinde izleyebilirsiniz.

Profesör Sözen ve diğer birçok Türk ve yabancı uzmana göre İstanbul önümüzdeki 30 yıl içinde ciddi bir deprem risikiyle karşı karşıya. Şiddetli bir deprem olursa-ki dileriz olmaz- 120 bin kişinin hayatını kaybetmesi, binaların yüzde 80’inin etkilenmesi, yüzde 20’sinin yıkılması sözkonusu. Bu Türkiye’ye 60 milyar dolarlık bir yük demek. İstanbul’da bir deprem olursa köprüler, yollar,  hastaneler,  okullar, evler, işyerleri yıkılacağı ulaşım ve iletişim etkileneceği için felaketin boyutunun büyük olması kaçınılmaz. Videoda da göreceğiniz gibi, Profesör Mete Sözen bir model kent öneriyor İstanbul için. Karadeniz kıyısında tamamiyle depreme dayanaklı binalardan oluşacak bir “koruyucu kent” ya da “uydu kent”.  Mete Sözen,  “ve bu iş biran önce yapılmalı çünkü korkarım zaten geç kaldık” diyor.

Profesör Sözen’le yaptığımız söyleşi de aşağıdaki medya oynatıcıdan izleyebilirsiniz.

Dünyanın en güzel kentlerinden biri olan İstanbul’da bir deprem olacağını sadece  düşünmek bile dehşet verici. Her köşesi ayrı bir hikaye anlatan,  tarih boyunca şarkılara, türkülere, şiirlere, öykülere, romanlara konu olan canım İstanbul’un ve içinde yaşayanların  kılına bile zarar gelmesin.  Bunun için ne yapılması gerekiyorsa uzmanların önerdiği gibi en kısa zamanda yapılsın ki sonradan çok büyük acılar yaşanmasın. Şanssız bir coğrafyada bulunmasının bedeli çok ağır olmasın İstanbul’un ve bütün Türkiye’nin. Zararın neresinden dönülse kardır!
17 Ağustos Depremi

Op.Dr. Koçer’den Meme Sağlığı

Operatör Doktor Hamdi Koçer’in adına ilk kez Twitter’da rasladım, meme sağlığıyla ilgili uyarılarını okuyunca Amerika’da “Göğüs Kanseriyle Mücadele Ayı” olan Ekim’e ve 15 Ekim Dünya Meme Sağlığı Günü’ne uygun düşeceğine inanarak kendisiyle konuştum. İstiyorum ki sizler de anlattıklarını dinleyin ve sağlığınızı bir an bile ihmal etmeyin. Mamografinizi geciktirmeyin, kontrollarınızı yaptırın.  Bu hastalık toplumun her kesiminden binlerce, onbinlerce, milyonlarca kadını ve çevresini etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Ben 2004 yılında mücadelemi verdim,  durmadan geciktirdiğim bir mamografi ve ultrasondan sonra çifte ameliyat, kemoterapi ve radyoterapinin ardından ve tabii ailemin ve arkadaşlarımın sevgisi ve yakın ilgisi sayesinde tünelden başarıyla çıktım.  Amerikalı doktorlar kanseri  karanlık bir tünelden geçmeye benzetiyorlar. Tüneli aşıp ışığa çıkınca tedavi başarılı oluyor. Ben bugün yaşadığım her yıla, aya, haftaya, güne, saate, dakikaya, saniyeye ve ana şükrediyorum. “İkinci Bahar” diyorum 2004 sonrasına. Ailemdeki kadınlardan, anneannem, annem, teyzelerim benim kadar şanslı değillerdi. Onların zamanında bu kadar iyi tedavi yöntemleri yoktu, hastalık fazla bilinmiyordu. Ama ben ve kardeşim kanseri yendik. Bu yenilebilir bir hastalık ama doktorların söylediği ve Operatör Doktor Hamdi Koçer’in de vurguladığı gibi, erken tanı çok önemli.  Bugün ünlü popçu Nilüfer’e de meme kanseri teşhisi konduğunu öğrendim. Geçmiş olsun diyorum. Türk sinemasının ünlü oyuncularından Filiz Akın’la aşağı yukarı aynı zamanlarda geçirdik hastalığı. Bakın o da iyileşti.  Ünlü ünsüz herkese uğrayabilir bu hastalık. Bu yüzden mamografi çektirin, kontrollarınızı asla ihmal etmeyin. Sevgili okurlar, bu konu sadece kadınlar için değil, erkekler, eşler, çocuklar, kızlar, teyzeler, yengeler, yeğenler, bütün aileler, dostlar, komşular, herkes için önemli. Ayrıca biliyorsunuz meme kanseri düşük oranda da olsa erkeklerde de görülebiliyor. Neolife Tıp ve Onkoloji Merkezi’nde çalışmalarına devam eden Operatör Doktor Hamdi Koçer’e bu konuya verdiği önem ve bizimle paylaştığı bilgiler için sonsuz teşekkürler.

Türkiye’de Meme Kanseri Her Sekiz Kadından Birini Tehdit Ediyor

Meme kanseri bütün diğer kanserler gibi tek bir hücreden başlıyor ve hücrenin yapısının bozulması ve çoğalmasıyla ilerliyor. Meme kanseri diğer birçok kanser türüne göre çok daha yavaş ilerlediği bilinen bir kanser. Kanserli hücrenin büyümesi ve bir kitle oluşumu için 7-10 yıl geçmesi gerekebiliyor. Operatör Dr. Hamdi Koçer, meme kanseri için en büyük riskin kadın olmak olduğunu söylüyor ve diğer risk faktörünün ise yaş olduğunu ekliyor. Teşhis konulan kadınların yüzde 70’i 50 yaş ve üstünde. Diğer risk faktörleri, hormon kullanımı, alkol ve sigara tüketimi, aşırı kilo ve hareketsiz bir hayat tarzı. Türkiye’de her sekiz kadından birini tehdit eden meme kanseri, Amerika’da her yedi kadından biri için risk oluşturuyor.

Meme Kanserinden Kurtulmada Hastalığın Evresi Önemli


Kurtulma Oranı:
Evre 1: % 95-96
Evre 2: % 85
Evre 3-4: Düşük
Tümör büyüklüğü, koltukaltı lenf bezlerinin durumu, tedavi yöntemleri de hastanın hayatta kalmasında son derece önemli faktörler.

Tedavide Önemli Yardımcı Etkenler


1-Kadınların donanımlarını arttırması: Meme kanseriyle ve tedavi yöntemleriyle ve tedavi sonrası dönemle ilgili araştırma yapmak, bol bol okumak, uzmanlara ve başından kanser geçmiş kişilerle konuşmak, bilgi düzeyini arttırmak. Operatör Doktor Hamdi Koçer, Türkiye’de son yıllarda meme kanseriyle ilgili farkındalığın büyük ölçüde arttığını, kadınların bu konuda çok bilinçlendiğini ve meme kanseriyle mücadele için birçok etkinlik ve tarama düzenlendiğini söylüyor ve bunun çok olumlu bir gelişme olduğunu vurguluyor.

2-Yeni hobiler edinmek: Ölüm korkusu travmasının getirdiği etkileri hafifletmek ve kendilerini oyalamak için yeni uğraşılar bulmak. Bir avukatın, sesinin güzel olduğunu farkedip, mesleğini bırakarak müzikle uğraşmaya başlaması örneğinde olduğu gibi. Op. Dr. Koçer, kendi hastaları arasında da bu tür örneklerin çok olduğunu söylüyor.

3-Toplumdan kopmamak: Yardım faaliyetlerine katılmak, başkalarının sorunlarına çözüm bulmak insanı çok oyalayabileceği ve tatmin duygusu vereceği için kanser hastalarının iyileşmesinde yardımcı olabilir.

4-Ailelerin desteği: Tedavi ve iyileşme sürecinde ailelerin, eşlerin, çocukların vereceği destek son derece önemli. Hastayı hayata bağlayabilir, iyileşmek için daha çok çaba göstermesini sağlayabilir. Çevrenin ilgisi ve sevgisi iyileşmede çok etkili olabilir. Morali yüksek tutmak şart.

Operatör Doktor Hamdi Koçer Kimdir?

1962 yılında İstanbul’da doğdu. Ortaokul ve Liseyi Kadıköy Maarif Koleji ya da yeni adıyla İstanbul Anadolu Lisesi’nde bitirdi. İstanbul Tıp Fakültesi’nde okudu. 10 sene Genel Cerrahi Uzmanı olarak çalıştı.

İhtisas sonrası, Haydarpaşa Numune Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nin kuruluş süreci ve yapılan ilk nakil ameliyatlarında çalıştı. Ardından Kartal’daki Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne geçti. Burada bulunduğu süre içinde, önce 2 ay Paris Paul Brousse Hastanesinde Karaciğer ve Safra Yolları Cerrahisi Kliniği’nde, ardından da yaklaşık bir yıl Nürnberg Erlangen Frederich Alexander Üniversitesi’nde genel cerrahi kliniğinde çalıştı.

Sağlık Bakanlığı’ndaki görevinden 1998 senesinde istifa etti ve İstanbul Cerrahi Hastanesi’ne geçti. İstanbul Cerrahi Hastanesi’nde 10 sene genel cerrahi uzmanı olarak çalıştı. 2007 yılında Jinemed Hastanesi’ne geçti ve 2 yıl burada çalıştıktan sonra Fulya Aşçıoğlu’nda kendi ofisini açtı.

Tıbbi çalışmalarını Türkiye dışında, Azerbaycan Bakü’de de sürdürmektedir. Halen düzenli olarak ayda 2 kere Bakü’de özellikle meme hastalarını görmekte ve ameliyatlarını İstanbul’da yapmaktadır.

Üyesi olduğu meslek kuruluşları arasında, Türk Cerrahi Derneği, Fıtık Derneği, Avrupa Fıtık Derneği, Amerikan Meme Cerrahları Derneği vardır.

20 yıldır amatör olarak fotoğrafçılıkla uğraşıyor. Çoğunlukla içinde insan resimleri olan fotoğraflar çekiyor. Off Road ve Doğa Sporları hobileri arasında.

Evli olan Dr. Hamdi Koçer’in bir kızı vardır. Eşi Zehra Koçer, kadın hastalıkları ve doğum uzmanıdır.

Operatör Doktor Hamdi Koçer ve meme sağlığı konusunda daha fazla bilgiyi aşağıdaki linklerde bulabilirsiniz:

www.hamdikocer.com

www.memesagligi.com

www.memesaglik.com

www.neolife.com.tr

www.neolife.com.tr/tr/n-90102-137/meme_kanseri_kadini_hedef_aliyor.html

Operatör Doktor Hamdi Koçer  ile söyleşiyi aşağıdaki medya oynatıcıdan dinleyebilirsiniz.

Türkiye Aşığı Üç Amerikalı Öğretmen

28 Temmuz’da yayınladığım blog yazısında sizlere Türk Kültür Vakfı’yla Dünya İşleri Konseyi’nin (World Affairs Council) de katkısıyla yürüttüğü ortak bir çabadan söz etmiştim. İki kuruluş, her yıl Amerikalı öğretmenleri Türkiye’ye götürüyor, her türlü masraflarını karşılayarak onlara Türkiye’yi tanıtmaya çalışıyor.  Ben de yürükten inanıyorum ki Amerika’da Türkiye’yi tanıtmanın en iyi yollarından biri, Amerikalı öğretmenleri bilgilendirmek. Konuyu gündeme yeniden getirmenin yararlı olacağını düşündüm.  O yazıda da vurguladığım gibi, Amerika’da öğretmenlik her ülkede olduğu gibi önemli bir meslek. Burada öğretmenler kendilerini geliştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Okumaya devam eder, seyahatlerle dünya hakkındaki bilgilerini geliştirip öğrencilerine aktarmak için özel çaba gösterirler. Neden önemli öğretmenlere Türkiye’yi tanıtmak? Çünkü her öğretmen yılda bir sınıfa bile giriyor olsa en az 30 öğrencisine Türkiye’yi anlatabilir. Birkaç sınıfa ders veriyorsa, bu sayı 3’e, 4’e katlanır. Bu öğretmen öğretmen arkadaşlarına, ailelerine Türkiye’yi ve Türkler’i ne kadar sevdiğini anlatırsa sayı daha da artar.  Amerikalı bir öğretmenin etkisi bir lobicininkinden daha etkili olabilir. Türkiye’yi görmüşse bu öğretmen ve olumlu izlenimlerle edinmişse, sık sık Türkiye’ye gitmesi, dostlarını Türkiye seyahatine heveslendirmesi de büyük olasılık. Diyebiliriz ki, bir domino etkisi yapar bir öğretmenin Türkiye’yi sevmesi. Bu yüzden öğretmenlerin Türkiye turları büyük önem taşıyor.

Yaz aylarında iki ayrı grup halinde Türkiye’yi gezen, inceleyen 57 Amerikalı öğretmen, şimdi harıl harıl  sınıflarında Türkiye’yi tanıtma programları hazırlıyor. Yaz aylarında İstanbul’da Ayasofya, Topkapı Sarayı, Arkeoloji Müzesi, Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı’nı gezen öğretmenler ayrıca Darüşşafaka, Beşiktaş Anadolu lisesi ve Karacasu’daki Ataköy İlköğretim Okulu’nda incelemeler yaptı. Bursa’yı da gezen  öğretmenler, Efes, Çatalhöyük, Kapadokya’ya da giderek, Türkiye’nin tarihi ve doğal zenginliklerini gördü.  Vakıf (TCF) 2007 yılından buyana 348 öğretmene Türkiye’yi gezdirdi.

Geçtiğimiz günlerde TCA’dan Brian Wagner’dan bu öğretmenlerden bazılarıyla tanışmak için yardım istedim. Her zamanki gibi kırmadı ve Türkiye’den dönen üç öğretmenle biraraya gelmemi sağladı. Öğretmenleri Washington’un sevilen Türk lokantalarından Divan’a davet ettim ve kameraman arkadaşım Serdar Keskin’le birlikte yola düştük. Başkentin gözde semtlerinden Georgetown’da Divan Restoran. Yemekleri güzel, servisi hızlı, personeli güleryüzlü, etrafı camla çevrili aydınlık bir mekan. Tabii çok merak ediyorum bu üç öğretmenin Türkiye hakkında neler düşündüğünü ve sizlerle de paylaşmak istiyorum. İşte birkaç saat süren sohbetimizin özeti.

Mary Shoukat, Frantzie Cadet ve Maria Shields ile randevulaştığımız saatte Divan’da buluşuyoruz. Önce Mary Shoukat yanıtlıyor sorularımızı. Dünya tarihi dersi okutuyor Virginia’da bir lisede ve farklı kültürlerin sosyal yaşamlarını inceliyor öğrencileriyle. Türkiye onu çok etkilemiş. “İlk kez gittim ve iki hafta değil, iki ay bile yetmez bu kültürü tanımaya sonucuna vardım” diyor açık yüreklilikle. En çok Efes’i beğenmiş. En sevdiği yemek İskender kebap olmuş. Tabii Divan’da seçtiği yemek de o oluyor. Ziyaret ettikleri okullarda tanıştıkları öğretmenlerin anlattıkları da onu çok etkilemiş. “Öğrencilerden çok saygı gördükleri anlaşılıyor” diye anlatıyor ve çok imrendiğini gizlemiyor, “Biz burada bazı öğrencilerin öğretmenlere karşı davranışlarından fazla hoşnut değiliz” diyor. Beyaz bir otobüsle gezmişler Türkiye’yi ve otobüs şöförünün çok iyi bir sürücü olduğunu, turist rehberlerinin engin  bilgisinden, Türk insanının konukseverliğinden, sıcaklığından çok etkilendiğini anlatıyor uzun uzun. Tekrar gitmek istiyor Türkiye’ye. Peki, Türkiye hakkında öğrendiklerini nasıl aktaracak öğrencilerine? “Dersim çok müsait, dünya tarihini okurken, Türkiye’nin de çok zengin bir tarihi olduğunu söyleyecek, ardından tarihi bilgiler verecek, orada çektiğim yüzlerce fotoğrafı göstereceğim” diye yanıtlıyor bu soruyu Mary Shoukat.

Frantzie Cadet, ilkokul öğretmeni.  Haitili göçmen bir aileden geliyor. Mesleğini çok seviyor. O da Virginia’da öğretmenlik yapıyor. Geçen yıl sınıfında tam 14 ülkeden öğrenci olduğunu anımsıyor gülümseyerek. Çok candan, açık sözlü bir insan. “Türkiye’ye hayran kaldım, ne göreceğimi bilmiyordum ama beklentilerimin çok çok üstünde bir ülkeyle karşılaştım. Tarihi zenginlikler büyüledi beni. Afrodisias, Kapadokya inanılmaz yerler. Tekrar gideceğim Türkiye’ye ve özellikle Kapadokya’da iki gün değil en az bir hafta kalacağım” diyor.  Amerikalı öğretmene göre bugünü iyi anlamak için geçmişi, tarihi bilmek önemli. Sadece insanın kendi ülkesinin tarihini bilmesi de yeterli değil, dünya tarihini de bilmek, anlamak lazım. Cadet, Türk yemeklerini de çok sevmiş. Domuz eti yemediğini, kuzu etini çok sevdiğini, damak tadı olarak herşeyi kendine çok uygun bulduğunu söylüyor. Öğrencilerine Türkiye’yi anlatma yöntemi de ilginç. “İlkokul çağında çocukların dikkatini uzun süre bir konu üzerinde tutmak zor. Bu yüzden onlara verdiğim bilgilere dayanarak ailelerine Türkiye’yi tanıtan bir kompozisyon yazmalarını isteyeceğim. Kompozisyonu yazdıkları sırada onlara Türk müziği dinletecek, Türkiye’de çoğunu Mary’nin çektiği resimleri göstereceğim. Tabii satın aldığımız el yapımı hediyelik eşyalarla sınıfı süsleyecek, onlara küçük ve özel bir Türkiye ortamı yaratacağım. Ayrıca her yıl okulda düzenlediğimiz “Uluslararası Gün”de, bir tanıtım masası hazırlayacağım.” Bütün bunları heyecanla anlatıyor Frantzie Cadet.

Maria Shields,  bir lisede sanat ve sanat tarihi öğretmeni. Türkiye’de en beğendiği yeri sorunca, hiç tereddüt etmeden “İstanbul” diyor. Boğaz’a, İstanbul’un eskiyle yeniyi kaynaştıran olağanüstü havasına, antikasından kumaşına, sesinden, rüzgarına, doğasından tarihine,  insanından çayına her şeyine hayran olmuş. Sanat galerilerine, sergilerine tutulmuş. Şöyle devam ediyor Maria: “Beni de en çok etkileyen insanların birbirine bağlılığı, yakınlığı, ailelerin birilikte zaman geçirmesi oldu. Bir Pazar günü Boğaz yakınlarında bir parka gittik, birlikte piknik yapan, çocuk çocuk eğlenen, yemek yiyen aileleri gördük. Anneler babalar, çocuklar, dedeler, büyükanneler hepsi biraradaydı. Türkler biraraya gelip doğanın tadını çıkarıyor, aileleriyle daha çok zaman geçiriyorlar. Herkesin elinde birer Blackberry yoktu. Hayat daha yavaş akıyor gibi geldi, daha huzurlu. Sanki 1950’lerdeki Amerika gibi. Hiç konkmadım oradayken. Yankesicilerle karşılaşmadık. Herşey çok güzeldi. Herkes çok yardımseverdi. Topkapı Sarayı, Ayasofya, herşey çok harikaydı. İstanbul çok kozmopolit bir kent, orada daha önce evimde konuk ettiğim bir öğrenciyle karşılaştım. Bazı üniversiteleri de ziyaret ettik Boğaz’da. Bir de Türkiye’de seyahat eden öğretmenlerin kalması için özel Öğretmen Evleri olduğunu öğrendik. Çok ilginç geldi. Hepimiz  tekrar gitmek istiyoruz Türkiye’ye.  İki binden fazla resim çektim. Kaligrafiden çok etkilendim, Camilere bayıldım. Öğrencilerime hepsini anlatıp göstereceğim. Lalenin Türkiye’den çıktığını da öğrendim, bahçeme lale ekeceğim. Öğrencilerime mimarisinden tekstiline, tarihi kalıntılarından kaligrafisine kadar Türkiye’nin herşeyini anlatmak için sabırsızlanıyorum.”

Bütün bunları duyup da duygulanmamak elde değil. Divan’daki harika yemekler ve anlatılanların güzel bir şarkı gibi geldiği sohbetimiz sona eriyor böylece. Mary Shoukat, Frantzie Cadet ve Maria Shields’a Türkiye izlenimlerini bizimle paylaşmak için bize ayırdıkları saatler için çok teşekkür ediyoruz.

Söyleşimizi dinlemek için link:

İzlemek için link:

 

BM:6 Milyon Öğretmene İhtiyaç Var

Bugün 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü. Birleşmiş Milletler Dünya Öğretmenler Günü’nde yaptığı açıklamada bütün dünyada ilköğretimde altı milyon 100 bin öğretmene ihtiyaç olduğu uyarısında bulundu. Birleşmiş Milletler’in New York’taki Genel Merkezi’nden yapılan açıklamaya göre, Milenyum Kalkınma Hedefleri’nin öngördüğü şekilde 2015 yılına kadar bütün çocukların ilkokul eğitimi almasının sağlanması için 6 milyondan fazla öğretmene ihtiyaç var. Bu ihtiyacın en çok duyulduğu yer Afrika alt kıtası. Altı milyon öğretmenin yarısının bu bölgeye gönderilmesi gerekiyor.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun elindeki istatistiklere göre, öğretmen açığı sadece Afrika kıtasında ve az gelişmiş ülkelerde sorun değil. Batı ve Avrupa’nın sanayileşmiş ülkelerinde, örneğin Amerika, İspanya, İrlanda, İtalya ve İsveç’te de ciddi bir öğretmen açığı mevcut.

Okullar için acilen 2 milyon öğretmen gerekiyor. 4 milyon öğretmene de emeklilik, hastalık veya meslek değişikliği gibi nedenlerle işten ayrılan öğretmenlerin yerini doldurmak için ihtiyaç var. Afrika’da 1 milyon 115 bin, Arap ülkelerinde 243 bin, Güney ve Batı Asya’da 292 bin, Kuzey Amerika’da 155 bin Batı Avrupa’da da 155 bin öğretmen aranıyor.Orta ve Doğu Avrupa, Orta ve Doğu Asya, Latin Amerika ve Karaipler bölgelerindeyse öğretmen ihtiyacı global açığın yüzde 11’ine eşit.

Bu yıl Dünya Öğretmenler Günü’nün teması “Öğretmenler Arasında Kadın Erkek Eşitliği”. Öğretmenlik mesleğinde özellikle de ilköğretimde kadın öğretmenler tüm dünyadaki öğretmenlerin yüzde 62’sini oluşturuyor. Bazı ülkelerde ilkokul öğretmenlerinin yüzde 90’ı kadın.

Bütün dünyada öğretmenlerin çalışma, ücret ve yaşam koşulları kötüleşiyor.UNESCO Başkanı İrina Bokova, “Eğer kızlarımıza ve oğullarımıza yapabilecekleri herşeyi yapma ve haklarını kullanma fırsatı vermek istiyorsak, öğretmenlik mesleğine ilgi duymalarını sağlayacak politikalar ve stratejiler geliştirmeliyiz,” dedi. Ayrıntıları  aşağıdaki link’te bulabilirsiniz.

http://www.unesco.org/new/en/media-services/single-view/news/

Bütün öğretmenlerin Dünya Öğretmenler Günü kutlu olsun. Çalışma ve yaşam standartlarının yükselmesi umuduyla!

 

 

Ferhat Göçer Türk Festivali’nde!

Hayat tesadüflerle dolu! Cuma günü Türk Havayolları’nın İstanbul-Washington uçağında kimler yoktu ki? Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melik Gökçek ve Folklor Müzik Gençlik Topluluğu, Ferhat Göçer ve Ömür Gedik, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ross Wilson benim gördüklerim. Gökçek ve Göçer, Washington’daki yıllık Türk Festivali için uçtular Washington’a.

 

Her yıl Ekim ayının ilk Pazar günü Beyaz Saray’ın önündeki Pennsylvania Caddesi’nde bu yıl dört sokağa yayılan Türk Festivali ne yazık bu kez Washington’un birdenbire soğuyan yağışlı havasına yenik düştü. Yine de Ferhat Göçer konseri için saatlerce beklemekten usanmayanlar da vardı. Göçer, birbirinden güzel parçalarıyla ve 10’uncu Yıl Marşı’yla izleyicileri coşturdu. Kızım Deniz’in çektiği resim ve videolar size Pazar günkü festivale can katan Ferhat Göçer konseri hakkında fikir verecektir sanırım.  Keşke mümkün olsaydı da Ferhat Göçer Washington’da kapalı bir mekanda da güzel bir konser verebilseydi.

 

Kaliteli müziğe hasret kalan bizler için ilaç gibi gelirdi! Ben bu konuda tarafsız olamıyorum çünkü Ferhat Göçer Sarı Siyah adlı televizyon programından buyana favorilerimin başında geliyor. Son derece kaliteli olan bu programın devam etmemesine doğrusu çok üzülmüştüm. Umarım başka programlar hazırlayıp sunacaktır Ferhat Göçer gelecekte. Bir doktor olarak müzikte böylesine başarılı olması beni hiç şaşırtmıyor. Çünkü doktor olup da kendi alanları dışında büyük başarılara imza atan başka doktorlar tanıyorum. Örneğin Mehmet Öz. Örneğin klasik gitarist-besteci Mesut Özgen. O da Hacettepe Tıp mezunu bir doktor ve yıllarca doktorluk yaptıktan sonra müziğe gönül vermiş ve California’da yaşıyor 1996’dan buyana.

2 Ekim Pazar günü Özgürlük Meydanı’nda (Freedom Plaza) yapılan 2011 Washington Türk Festivali’nde Türkiye’yle Amerika’nın başkentleri “kardeş şehir” ilan edildi. Washington  Türk-Amerikan Derneği ATA-DC tarafından bu yıl dokuzuncusu düzenlenen Türk Festivaline Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’le Washington Belediye Başkanı Vincent Gray ve Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan da katıldı. Festivalin amacı Amerikalılar’a Türkiye’yi ve  yemeğinden kahvesine, folklöründen müziğine, Türk kültürünü tanıtmak. Geçen yılki Türk Festivali, Washington City Paper tarafından yapılan ankette “Washington’un En İyi Festivali” seçilmişti.

Washington’da Azınlıklar Çoğunlukta!

Amerika’da geçen yıl yapılan nüfus sayımından ilginç sonuçlar gelmeye devam ediyor. Nüfusu 300 milyonu geçen ABD’de yaşayan herkesin her 10 yılda bir sayılmasının amacı sadece insan sayısının ne olduğunu öğrenmek değil, nüfusun özelliklerini ve kentlerle kırsalın dokusal özelliklerini de gün ışığına çıkarmak. Nüfus Sayım Dairesi’nin açıkladığı verilere bakarsak, başkent Washington’un bulunduğu District of Columbia bölgesinde ilk kez azınlıklar çoğunluğa geçti. Özetle, 2000 yılından bugüne başkentin nüfusu 5 milyon 582 bin 170’e çıktı ve ilk kez beyaz nüfus yüzde 49’a geriledi. Siyahlar yüzde 25, Latin kökenliler yüzde 14, Asyalılar yüzde 9, başka ırklardan olanlar yüzde 3’ü bulunca azınlık gruplarının oranı yüzde 51’e çıktı. Yani ilk kez ABD başkenti Washington’da azınlıkların toplam nüfusu beyazları geçti.

Brookings Enstitüsü uzmanı demograf William Frey’e göre, büyük metropoller Amerika’daki bu değişimin bir tür laboratuvarları. Buaralarda işgücü değişiyor, okullar değişiyor ve bu değişiklik ülkenin başka kentlerini de etkileyecek önemli bir güce dönüşüyor. Washington’un bir özelliği de başka birçok mega kentte olduğu gibi beyaz nüfusun giderek yaşlanması ve azalması. 2000 yılındaki nüfus sayımına göre Washington bölgesinde beyaz nüfusun oranı yüzde 55’ti. 20 yıl önceki yani 1990 yılındaki nüfus sayımıysa beyaz nüfus oranını yüzde 64 olarak gösteriyordu.

Washington’a komşu Virginia eyaletinin Fairfax ilçesi azınlık gruplarının değiştirdiği bölgelerin başında geliyor. Temsilciler Meclisi Demokrat Virginia milletvekili Gerald Connolly, ırksal ve etnik çeşitliliğin artması sayesinde bölgede siyasi bir değişim de yaşandı. Eskiden Cumhuriyetçiler’in kalesi sayılan Virginia’da Demokrat eğilimler güçlendi, Demokrat Parti’nin oy oranı arttı.  Yeni bir araştırmaya göre, bölgedeki 8 eğitim bölgesinde öğrenci sayısı 1995-2000 arasında 119 bin arttı. Beyaz öğrenci sayısındaki artış sadece 1,000’le sınırlı kalırken, okullara devam eden azınlık gruplarından çocukların sayısındaki artış 118 bine yükseldi. İşgücündeki durumla ilgili olarak George Meson Üniversitesi Bölgesel Araştırmalar Bölümü Başkanı Profesör Stephen Fuller şöyle diyor: “2020 yılına kadar bu bölgede daha çok işgücüne ihtiyaç duyacağız. Bu bölgeye göç devam edecek, her çeşit işi yapacak insana ihtiyaç olacak, bu da ekonominin düzelmesine katkıda bulunacak.” Fuller bundan 10 yıl önce göçmenlerden söz edince akla hemen Los Angeles, San Fransisco veya New York geldiğini, şimdiyse tamamen farklı bir demografik yapı görüldüğünü söylüyor. Stephen Fuller’a göre, Washington’da çok sayıda kişinin emeklilik yaşının gelmesi nedeniyile onlardan boşalacak işleri başka bölgelerden gelen göçmenlerin alması ihtimali yüksek. Bu da işgücünün de yapısını değiştirecek. Çünkü artık göçmen deyince sadece kimsenin beğenmediği işleri yapan bir gruptan değil, eğitimli, deneyimli ve rekabet yeteneği yüksek bir kesimden söz ediyoruz.

Peki yalnızca Washington mu bu değişimi yaşıyor? Tabii ki hayır. Washington, 22 metropolün bulunduğu listeye yeni giren sekiz büyük yerleşim bölgesinden biri ve 20’nci sırada. Azınlıkların çoğunluk olduğu yerleşimler: McAllen, El Paso, Honolulu, Los Angeles, Fresno, Miami, San Jose, Stockton, San Antonio, Riverside, Bakersfield, Houston, Albuquerque, San Fransisco, Memphis, Modesto, Las Vegas, Jackson, San Diego, Washington, Oxnard, New York.

Dünya değişiyor desek daha doğru olur!