Gökkuşağı

Yemin Törenine Michelle Obama Damgası

“Her başarılı erkeğin arkasında mutlaka bir kadın vardır” atasözünü boşa çıkarmayan bir duruma tanık olduk Başkan Obama’nın ilk dört yıllık döneminde. İkinci dört yıllık döneme başlarken Barack Hüseyin Obama, ilk dört yıla olduğu gibi yemin törenine de eşi Michelle Obama damgasını vurdu demek abartılı olmaz bence. Yine eşinin yanıbaşındaydı, yine saçından giyimine, duruşundan balo için seçtiği gece kıyafetine kadar herşeyiyle göz önündeydi. 21 Ocak’taki yemin törenini izlediyseniz biliyorsunuz, Amerika’nın dört bir köşesinden yüzbinlerce kişi katıldı Kongre’nin önündeki törene ve dondurucu soğuğa rağmen çoluk çocuk Obama’yı yemin ederken görebilmek için, Amerika’nın ilk siyah başkanının ikinci dört yıllık dönem için başkanlığa başlamasına tanık olmak için Washington’u doldurdu.

Ben işin haber yönünü değil, magazinsel tarafını gündeme getirmek istiyorum bugün. Bilmem, Başkan Obama’nın saçlarının ağarmaya başladığını farkettiniz mi? Eminim görmüşsünüzdür. “Büyük başın derdi büyük olur” diye boşuna dememiş atalarımız! Geçen dört yıl başkanı çok yordu, bu bir gerçek.

Ama Amerikan medyasında belki iki satırla geçiştirilen bu saç meselesi, konu Michelle Obama olunca sayfalarca yorum getirdi. Çünkü Michelle Obama yemin törenine yepyeni bir saç modeliyle damgasını vurdu! Beyaz Saray’ın First Lady’sini bu kez kahküllü, omuz hizası düz saçlarla gördük. People dergisi “yeni ve gençleştiren bir model” diye yazdı, Wall Street Journal gazetesi “önemli bir günde cesur bir değişiklik” diye tanımladı yeni saç modelini. Michelle Obama bir zamanlama hatası değil, doğru bir tercih yaptı modacılara göre. Peki Başkan Obama ne dedi bu değişikliğe? “I love Michelle Obama. And to address the most significant event of this weekend, I love her bangs.” “Michelle Obama’yı seviyorum. Hele bu haftasonunun en önemli olayı olan kahküllerine bayılıyorum” dedi Başkan Obama. Başından beri Başkan Obama, eşinin medyada zaman zaman ön plana çıkmasından memnun olduğunu gizlemiyor.

Michelle Obama aynı akşam baloda da dikkatleri üzerinde topladı, kırmızı tuvaletiyle göz kamaştırdı. Genç Taiwan asıllı modacı Jason Wu, kreasyonu olan tuvaletle yine tam not aldı.

Michelle Obama’nın 2009’daki baloda giydiği beyaz ipek tuvalet de Wu’nun tasarımıydı. Beyaz, aynı kumaştan çiçeklerle süslü gece kıyafeti kadar Başkan Obama’yla Michelle Obama’nın o geceki ilk dansları da günlerce medyaya konu olmuştu. Bu beyaz giysi, Washington’daki Smithsonian Amerikan Tarihi Müzesi’nde sergileniyor diğer başkan eşlerinin tuvaletleriyle birlikte.

Yemin töreninde Obama ailesinin kızları da şıklıklarıyla dikkati çekti. Tabii dört yıl içinde ne kadar büyüdükleri de.

Yemin töreninden sonraysa bir skandal yaşandı demek doğru olur bence. Törende Amerikan milli marşını okuyan ünlü şarkıcı Beyonce’nin playback yaptığı ortaya çıktı! Aslında böyle önemli törenlerde marş okuyacak sanatçılar daha önce stüdyoda kayıt yapıyorlar bir aksilik olursa diye ancak bu kayıtlar pek kullanılmıyor. Oysa bu kez, neden olduğu bilinmiyor, Beyonce canlı performans yerine, kaydı kullanmayı tercih etti. Törende “My Country,`Tis of Thee”yi okuyan son yıllarda hızla ünlenen genç şarkıcı Kelly Clarkson ise canlı performansla çıktı yüzbinlerce kişinin karşısına. Soğuktan sesinin kısılması, bir aksilik olması tehlikesini göze alarak. Bence Beyonce gibi dünyaca ünlü bir sesin canlı performanstan kaçınmasını ayıpladım birçok kişi gibi ben de. En azından sonradan “griptim, sesim kısılabilirdi, korktum” deseydi keşke.

Herşey bir yana, bence törenin en akılda kalan, en duygusal anı, Başkan Obama’nın konuşmasını yaptıktan sonra sahneden ayrılırken durup geri dönmesi ve “Bir kez daha bakmak istiyorum. Bir daha bunu görmeyeceğim” demesiydi, yüzbinlerce kişilik kalabalığa bakarak. Güzel bir andı. Uzun yıllar hatırlanacağına kuşku yok. İste böyle, Amerika için önemli bir haftayı geride bıraktık. Yemin töreni, Kongre’de Hillary Clinton’ın savunması, Senatör Kerry’nin yeni Dışişleri Bakanı olması ve borç tavanı konusunda varılan geçici anlaşmanın yankıları bir süre daha bizleri meşgul edeceğe benziyor.


Son bir gözlem, Hillary Clinton’ın Kongre’deki son konuşması da siyasi tarihin sayfalarına geçecek kuşkusuz. Geçirdiği sağlık sorununa rağmen, Clinton öyle kolay yutulacak bir lokma olmadığını gösterdi birkez daha. Bakalım dört yıl sonra Amerika’nın ilk kadın başkanı olmayı deneyecek mi? Siz ne dersiniz?

Soğuk ve karlı bir Washington’dan hepinize sevgiler. Yorumlarınızı beklediğimi unutmayın!

Altın Küre Alan Oscar Favorilerim!

Oscar ödüllerinin dağıtılmasına bir ay kadar zaman var. Ama Altın Küre sonuçlarını gördük ve bu sonuçlar da Oscar şanslılarının kimler olabileceği konusunda bir fikir veriyor. Elbette sürprizler mümkün ama genelde tahminler tutuyor. Amerika’da Hollywood Yabancı Basın Derneği’nin dağıttığı 70’inci Altın Küre Sinema ve Televizyon Ödülleri’nde “en iyiler” sıralamasını gözden geçirelim önce. En iyi film dalında aralarında Lincoln, Argo, Pi’nin Yaşamı ve Les Miserables-Sefiller’in de bulunduğu dokuz film Oscar yolunda ilerliyor. Ünlü oyuncu Ben Affleck’in hem başrolü hem de yönetmenliğini üstlendiği İran’da geçen gerçek bir olayı anlatan Argo ve Victor Hugo’nun romanından uyarlanan Les Miserables – Sefiller müzikali ödül üstüne ödül aldı Altın Küre’de.

Steven Spielberg’in Amerika’nın 16’ncı başkanı Abraham Lincoln’ın köleliği kaldırma mücadelesini anlatan Lincoln ise yalnızca başrol oyuncusu Daniel Day-Lewis’e Altın Küre getirdi.

Argo en iyi film dalında, filmin yönetmeni Ben Affleck de en iyi yönetmen olarak ödül aldı. Affleck en iyi yönetmen kategorisinde deneyimli rakipleri Kathryn Bigelow, Ang Lee, Steven Spielberg ve Quentin Tarantino’yu geride bıraktı.

Rehin alınan altı Amerikalı diplomatın İran’dan kurtarılışını anlatan Argo, en iyi film dahil yedi dalda Oscar adayı. Ang Lee’nin yönettiği 11 dalda aday gösterilen ve açık denizde bir kaplanla mahsur kalan Hintli bir çocuğun yaşamını anlatan Pi’nin Yaşamı en iyi film dalında Oscar kazanmak için bütün özelliklere sahip ama çok güçlü rakipleri olduğu bir gerçek. Lincoln ve Pi’nin Yaşamı’nı, Tom Hooper’ın, sekiz dalda aday gösterilen Sefiller’i izliyor.

Oyunculara gelince, en iyi erkek oyuncu dalında Daniel Day-Lewis, Broadway müzikallerinin emektarı Hugh Jackman’ı geride bıraktı. Jackman’ın Sefiller’deki performansı doğrusu çok iyi ama Daniel Day-Lewis olağandışı oynuyor Lincoln’de. Anne Hathaway, müzikal performansı çok yeterli sayılmasa da, Fantine rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü kucakladı. Bradley Cooper’ın en iyi erkek oyuncu, Jennifer Lawrence’ın da en iyi kadın oyuncu olarak Altın Küre aldığı Silver Linings Playbook -Umut Işığım adlı film de sekiz dalda Altın Küre’yi kucakladı. Bu filmi kaçırmayın derim!

Kadınlarda Zero Dark Thirty’de, on yıl Bin Ladin’i kovalayan CIA ajanı Maya rolüyle Jessica Chastain kadın adaylar arasında favori Oscar adayı. Ancak The Impossible-İmkansız filminde Endonezya’daki Tsunami felaketini yaşayan üç çocuk annesi bir turisti canlandıran Naomi Watts da güçlü bir rakip. Amour-Aşk filminin başrol oyuncusu 85 yaşındaki Emmanuelle Riva, en iyi kadın oyuncu ödülüne aday gösterilen en yaşlı oyuncu. Doğrusu Oscar alırsa şaşırmamak gerek çünkü insanın içine işleyen bir performans sergiliyor. Filmi görenlerin yaşlılık ve yalnızlığın kaçınılmaz ağırlığını uzun süre hissedeceğinden eminim.
Benim favorilerime gelince, itiraf ediyorum, bütün ödülleri Lincoln’a verirdim. Yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar’ı da Lincoln’ın eşi Mary’yi oynayan Sally Field alsa keşke. Ama aday değil. Bu konuda doğrusu tarafsız olamıyorum!

Yıllardır Amerika’da yaşayan İngiliz aktör Daniel-Day-Lewis, ilk kez My Left Foot filmiyle dikkatimi çekmişti. O yıl bu filmdeki yürek parçalayan ama bir o kadar da yüreklendiren performansıyla ilk Oscar ödülünü aldı. 1989 tarihli film, İrlandalı ünlü ressam ve yazar Christy Brown’ın inanılmaz yaşamını anlatıyor. Büyük, yoksul bir İrlandalı ailenin oğlu olan Christy Brown, sakattır, konuşamaz. Yaşamının ilk on yılı boyunca herkesin horladığı Christy, annesi içinse dünyanın en zeki ve yetenekli çocuğudur. Brown annesinin desteğiyle kullanabildiği tek uzvu olan sol ayağıyla resim yapar, roman ve şiirler yazar. Daniel Day-Lewis’in bu filmini mutlaka görün. İmkansızın nasıl başarıldığına tanık olun. Tabii sonra başka filmleri oldu özel hayatını fazla gözler önüne sermeyen oyunsunun. İkinci Oscar ödülünü There Will Be Blood filmiyle aldı 2007 yılında. Tabii The Last of the Mohicans ve In the Name of My Father’ı da başarılı oyunlarına eklemeyi unutmamak gerek. Bazı özellikleri var oyuncunun. 1997’den buyana altı film çevirmiş, yani her filmin arasına beş yıl gibi bir süre koyuyor. Her rolüne tümüyle kendini vererek hazırlanıyor. My Left Foot’ta tekerlekli sandalyeden birkaç kere düşmüş film çekilirken ve iki kaburgasını kırmış. Lincoln için birkaç yıl hazırlanmış. Film çekilirken günlerce halkın arasında filmdeki kostümleriyle dolaşmış. Filmde Beyaz Saray’da terlikleriyle yürürken, oğluyla halının üzerinde oynarken, büyük oğlunu tokatlarken Lincoln’la çok özdeşleşiyor. Kusursuz bir performans bence. Ama Oscar heykelciğini alıp ödülleri üçler mi göreceğiz.

Steven Spielberg’ün filminin özelliği, Lincoln dönemine ışık tutması, köleliğe son vermek uğruna hayatını bile feda etmeye hazır olan bir Amerika Başkanı olarak tarihe geçen Lincoln’ün aynı zamanda bir baba, bir eş, bir insan olduğunu göstermesi. Onu devleştirmek yerine, kişisel özelliklerine, zayıflıklarına da yer vermesi. Filmde Lincoln’ın eşi Mary ve çocuklarıyla ilişkileri, inançları ve özeleştirileri de önemli yer tutuyor. Daniel Day-Lewis, Amerika’nın 16’ncı başkanı Lincoln’e inanılmaz derecede benziyor.

En iyi erkek oyuncu ödülünü Daniel Day-Lewis alsın ama en iyi film dalında belki Argo Lincoln’ı geçer. Buna bir itirazım yok! Yönetmenliğini Oscar ödüllü oyuncu Ben Affleck’in yaptığı Argo, eski CIA ajanı Antonio Mendez’in 1979’da rehine krizi sırasında altı Amerikalı diplomatı İran’dan kaçırma planını anlatıyor. Mendez ve beraberindeki Amerikalılar İran’dan kaçmak için zamana karşı yarışıyor. Argo’da olan biten herşey, gerçek.

Aslında benim en iyi film favorim Sefiller. Neden derseniz, öyküyü seviyorum. Müzikal oynamak da kolay olmasa gerek. Ben bu öyküyü iki kez sahnede izledim. İlki Londra’da, ikincisi Washington’da ve inanılmaz etkilendim. Dekor, sahne düzeni, oyuncular, müzik, şarkılar. Film aslında sahne kadar iyi değil bence ama bu doğal. Nasıl bir kitabı okuyup ardından kitaba dayanan filmi gördüğümüzde çoğu kez tatmin olmuyoruz, bu da öyle. Tiyatronun sıcaklığını hissedemedim filmi izlerken. Belki Anne Hathaway’in şarkıları önceden kaydettiğini, film çekilirken play-back yaptığını okuduğum içindir, gerçekliğini kabullenmekte zorlanmamın nedeni.

En iyi kadın oyuncu ödülümü Amour-Aşk filminin başrol oyuncusu 85 yaşındaki Emmanuelle Riva’ya veriyorum! Sanki kendi hayatını oynuyor, o kadar gerçek üstü gerçek. Ben Oscar ödüllerini dağıttım ama tabii gerçek Oscarlar için beklemeniz gerekecek. Ödül töreni 24 Şubat’ta. Bakalım tahminler bu kez de tutacak mı? Hodri meydan, iddiaya var mısınız?