Rehab Yurtları

Posted June 5th, 2012 at 9:01 am (UTC-5)
Leave a comment

Amerika’daki üniversite kampüslerinde alkol ve uyuşturucu bulmak o kadar da zor değil. Hatta kimi kampüslerde alkol ve uyuşturucu kullanımı oldukça yaygın. Şimdiyse bazı üniversiteler alkol ve uyuşturucu bağımlılığından kurtulmak için rehabilitasyona giren ve madde bağımlılığından uzak durmaya çalışan öğrencilere özel yurtlarda kalma imkanı sunuyor. Bu üniversitelerden biri, ilk kez 1988 yılında madde bağımlılığından kurtulmaya çalışan öğrencileri için özel yurt açan New Jersey eyaletindeki Rutgers Üniversitesi.

Rutgers’da Recovery House, yani İyileşme Evi adlı yurtta uyuşturucu ve alkolden uzak hayata alışmaya ve bir daha madde bağımlılığına asla dönmemeye çalışan 38 öğrenci yaşıyor. Öğrencilerden bazıları, depresyon ya da anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıklar için verilen reçeteli ilaçlara bağımlı. İyileşmekte olan bir Rutgers öğrencisi Klonopins’den Xanax’a, alkollü içkilerden marihuanaya kadar birçok maddeye bağımlı hale geldikten sonra derslere giremez, projeleri tamamlayamaz, kısacası okula devam edemez hale geldiğini söylüyor. Okulu bırakmak zorunda kalan, bir rehabilitasyon merkezinde tedavi olan ve yeniden üniversiteye başvurup Rutgers’a kabul edilen bu öğrenci Recovery House’da kalanlardan biri. Öğrenci, Recovery House’ta kalan eski bağımlıların burada yeni arkadaşlıklar oluşturduklarını, birbirilerine destek olduklarını söylüyor. Öğrenciler hep beraber sosyalleşiyor, birlikte doğa yürüyüşlerine çıkıyor, mangal yapıyor, hokey maçlarını izlemeye gidiyor, bisiklete biniyorlar.

Rutgers Üniversitesi’ndeki Alkol ve Uyuşturucu Yardım Programı’nı kuran Lisa Laitman, evde uzun zamandır kalan iyileşmekte olan öğrencilerin yeni gelenlere çok yardım ettiğini, bağımlılığın neden olduğu yalnızlığı kırmalarını sağladıklarını söylüyor. Bu öğrenciler yalnız olmadıklarını, kendilerinin kampüsteki bağımlılıktan kurtulan ilk ve tek öğrenci olmadıklarını görüyor.

Evde kalan öğrenciler alkol ve uyuşturucudan uzak durma şartının yanısıra haftada iki kez terapi toplantılarına katılmak zorunda. Programa 22 yıl önce katılan ve o zamandan beri alkol ve uyuşturucudan uzak durmayı başaran Rich Alexander, toplantılarda öğrencilerin bağımlılık tuzağına bir daha düşmemeleri için motive edildiklerini hatırlıyor. Öğrenciler ayrıca 12 aşamadan oluşan bir temizlik programından da yararlanıyor. Örneğin programın 9‘uncu aşamasında eski bağımlılar, bağımlılıkları zamanında zarar verdikleri, kırdıkları, üzdükleri kişilerden özür diliyor ve barışıyor.

Recovery House gibi yurtlarda bağımlılıktan kurtulmak için büyük çaba harcayan  öğrenciler eğitimlerine ara vermek zorunda kalmadan akademik çalışmalarına yoğunlaşabiliyor.

 

Obama Barnard Koleji Mezunlarına Seslendi

Posted May 20th, 2012 at 2:52 pm (UTC-5)
Leave a comment

Mayıs sonu yaklaşırken üniversitelerde mezuniyet töreni telaşı da hızlanıyor. Başkan Obama bu yıl Barnard Koleji’nin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada yeni mezunlara seslendi. New York’taki Barnard Koleji, aslında Başkan Obama’nın 1983 yılında mezun olduğu Columbia Üniversitesi’nin bir parçası. Barnard’ın bir başka özelliği de sadece kız öğrencilerin eğitim gördüğü bir eğitim kurumu olması.

Başkan Obama konuşmasında hem yeni mezunları yüreklendirdi, hem de Amerika’nın içinde bulunduğu siyasi iklim ve ekonomik duruma ilişkin gözlemlerini aktardı. Kadınların Amerika’daki işgücünün yarısını oluşturduğuna dikkat çeken Obama, kadınları, artan kazançlarını ve akademik güçlerini Amerika’da değişim sağlamak adına kullanmaya çağırdı. Kocalarından daha çok para kazanan kadınların sayısının giderek arttığına dikkat çeken Obama, Amerika’da ayrıca üniversite mezunları, master ve doktora dereceleri alanların yarısından fazlasının kadın olduğunu da belirtmeyi unutmadı. On yıllar boyunca kadınların yavaş ama emin adımlarla kaderlerini değiştirdiğini söyleyen Obama, bu yüzyılın kadınların yüzyılı olacağını belirtti.

Obama’nın 1983 yılında mezun olduğu Columbia Üniversitesi, o yıla kadar kadın öğrenci kabul etmiyordu. Obama’ya göre kadınlar 1980‘li yılların başından beri büyük aşama kaydetmiş olsa bile maaş eşitliği, kendi sağlıklarını tamamıyla kendi kontrolleri altına almaları ve aile ve iş hayatları arasında denge sağlamak gibi birçok zorlukla karşı karşıya. Başkan ayrıca ekonominin içinde bulunduğu zor durum ve  Amerika’daki siyasi ve mali iklimin gençler için yıldırıcı olabileceğini söyledi. Kendi jenerasyonunun şimdiki jenerasyondan belki de daha şanslı olduğunu belirten Obama, yeni neslin karşı karşıya olduğu işsizlik sorununun çok daha ciddi olduğunu itiraf etti.

Obama Kasım 2012 seçimleri öncesinde tıpkı 2008 seçimlerinde olduğu gibi kadınlar ve gençlerin oylarını toplamaya çalışıyor. Barnard’ın mezuniyet törenine katılıp konuşma yapmak da Obama’nın seçim stratejilerinin yalnızca küçük bir parçasıydı.

 

Amerika’da Lisans Eğitiminin Kalitesi Sorgulanıyor

Posted May 8th, 2012 at 11:17 pm (UTC-5)
1 comment

Amerika’da bahar aylarında birçok lise son sınıf öğrencisini üniversiteli olma telaşı alır. Artık başvurulan üniversitelerden kabul belgeleri gelmiş, ‘acaba hangi okula kabul edileceğim’ endişesi sona ermiş, bu endişenin yeriniyse ‘şu kayıt işlemleri bir an önce tamamlansa da rahat etsem’ derdi almıştır.

Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalar ‘Amerika’da lisans eğitim düşünüldüğü kadar iyi değil mi acaba?’ sorusunu akıllara getiriyor. New York Üniversitesi’nden sosyolog Richard Arum ve Virginia Üniversitesi’den sosyolog Josipa Roska’nın ortak yazdıkları ‘Academically Adrift: Limited Learning on College Campuses’  ‘Üniversite Kampüslerinde Kısıtlı Eğitim’ adlı araştırma Amerika’daki üniversitelerde lisans eğitimi alan öğrencilerin eğitim seviyesini sorguluyor. İki profesör araştırma kapsamında 2 bin 300 lisans öğrencisiyle konuştu ve bu öğrencilerin akademik kayıtlarını, notlarını inceledi. Uzmanlar öğrencilerin yüzde 45‘inin üniversitede okudukları iki yılın sonunda entellektüel becerilerinde ve kritik düşünce, mantık yürütme ve akademik seviyede yazma gibi alanlarda hiçbir ilerleme kaydetmediklerini ortaya atıyor.

İşte bu sonuçlar tam da Başkan Obama’nın, Eğitim Bakanlığı’nın ve eğitimcilerin Amerika’nın küresel arenada rekabet edebilmesi için yüksek eğitim kalitesini büyük ölçüde yükseltmesi gerektiğini vurguladığı sırada açıklandı. Profesör Arum ve Profesör Roska, üniversite birinci ve ikinci sınıf öğrencilerinin ders çalışmaktan çok sosyalleşme ve olabildiğince çok arkadaş edinip eğlenmenin yollarını bulma derdine düştüğünü söylüyor. Arum ve Roska, öğrencilerin ‘kritik düşünce’ becerilerinin hangi pizzacıya gitmeye, hangi barda hangi arkadaşlarıyla buluşmaya kafa yormaktan ibaret olduğunu belirtiyor. Araştırma yayınlandıktan sonra bu konuda bir haber yapan Associated Press haber ajansı yazarı Eric Gorski, üniversitede ‘keşiş hayatı’ yaşamanın çok yararlı olacağı kanısında. Gorski, okuma ve yazma yükü çok ağır olan bölümlerde okuyan öğrencilerin grup halinde değil, tek başına ders çalışarak daha başarılı olduklarını söylüyor.

 

Obama’dan Üniversite Gençliğine Destek

Posted April 29th, 2012 at 11:19 pm (UTC-5)
Leave a comment

Başkan Obama üniversite öğrencilerine verilen federal eğitim kredilerinin faiz oranlarının düşük tutulması için hazırladığı plana destek toplamak amacıyla kampüs kampüs geziyor. Başkan kısa süre önce hem Kasım’daki başkanlık seçimleri öncesi genç seçmenleri yanına çekmek hem de eğitim kredilerini daha elverişli hale getirecek planını tanıtmak için Kuzey Carolina eyaletinin en gözde üniversitelerinden Chapel Hill’deki Kuzey Carolina Üniversitesi’ndeydi.

Başkan, hem kendisinin hem de eşi Michelle’in yıllar boyunca üniversite kredi borcu ödeme yükünün ne anlama geldiğini çok iyi bildiğini söyledi. Öğrencilere, ‘Michelle de ben de sizin yerinizde olmak ne demek çok iyi biliyoruz’ diye seslenen Obama, hukuk fakültesinden mezun olduğunda dağ gibi borç altında olduğunu, evlendiklerindeyse daha da yoksullaştıklarını anlattı.

Başkan Obama, Kongre’den, federal eğitim kredisinin faiz oranının yüzde 3,4 oranında kalmasını kabul etmesini istiyor. Mevcut yasanın 1 Temmuz’dan önce yenilenmemesi durumunda yüzde 3,4 olan faiz oranı ikiye katlanacak.

Başkan Obama, yüksek eğitimin bir lüks olmaktan çıkarılması ve ucuz hale getirilmesi için mücadele ediyor. Başkan’a göre üniversite eğitiminin maliyeti, her Amerikalı ailenin ekonomik gücünün yeteceği seviyeye indirilmeli.

Başkan Obama’nın kampüs turları aynı zamanda Kuzey Carolina, Colorado ve Iowa gibi kritik eyaletlerdeki gençlerden oy toplama amacını da taşıyor.

Obama Kuzey Carolina’daki kampüs ziyaretleri sırasında öğrencilerden Twitter’ı kullanarak siyasetçilere seslenmelerini ve ‘faiz oranlarını ikiye katlamayın’ mesajını vermelerini istedi.

Başkan Obama, kendi kişisel deneyimlerini öğrencilere daha iyi aktarmak için Cumhuriyetçi rakibi Mitt Romney’nin geçmişine de atıfta bulunuyor ve babası otomotiv sanayiinde üst düzey yöneticilik yapmış olan zengin Romney ile kendisinin yoksul köklerini kıyaslıyor. Ancak Romney’nin kısa süre önce Obama’yla aynı fikirde olduğunu ve yüksek eğitim kredi faiz oranlarının düşük tutulması politikasını desteklediğini açıklaması dikkat çekici.

Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler şimdi faiz oranlarının düşük tutulmasına ilişkin yasanın süresinin uzatılıp uzatılmayacağını görüşüyor. Yasanın bir yıllığına uzatılmasının maliyetiyse 6 milyar dolar. Başkan Obama ise kredi faiz oranının ikiye katlanmasına izin vermenin 7 milyon öğrencinin canını acıtmak anlamına geleceğini savunuyor. Bu arada şunu belirtmekte de yarar var: Amerika’da yüksek öğrenim kredi faiz oranları, kredi kartı ya da otomobil kredilerinin faiz oranlarından daha yüksek.

Amerikan Merkez Bankası, Amerikan nüfusunun yüzde 15‘inin, bir başka değişle 37 milyon Amerikalının eğitim kredisi borcu olduğunu tahmin ediyor. Bu borçların tutarı 870 milyar ila 1 trilyon dolar arasında.

Milyonlarca üniversitelinin kaderiyse şimdi Kongre’nin alacağı uzatma kararına bağlı.

 

Üniversite Başarının Tek Yolu Mu?

Posted April 13th, 2012 at 9:42 am (UTC-5)
Leave a comment

Birçok Amerikalı için üniversiteye gitmek Amerikan Rüyası’nın bir parçasıdır. Üniversite eğitimi almak, iyi bir iş bulmanın ve hayatta başarıyı yakalamanın anahtarı olarak görülür hep. Ancak son yıllarda çok sayıda üniversite mezununun iş bulmakta zorluk çektiğini göz önünde bulundurursak Amerikan Rüyası’nın bu aralar pek de gerçek olmadığı anlaşılıyor. İşte bu durumun farkına varan üniversiteli Dale Stephens, okulu bırakıp ‘Uncollege’ ‘Üniversitesiz’ adında sosyal bir hareket başlattı. Üniversitede istediği becerileri elde edemediğini düşünen Stephens, üniversite mezunu olmanın başarının tek yolu olduğu inancını yıkmaya çalışıyor.

20 yaşındaki Dale, gençlik yıllarında okula gitmek yerine hep evde eğitim görmüş. Bu nedenle derslik dışında öğrenim görmenin nasıl bir deneyim olduğunu çok iyi biliyor. ‘Uncollege’ yani ‘Üniversitesiz’ hareketinin yüksek öğrenim karşıtı olmadığını söyleyen Dale, birçok gencin başka alternatifler olmasına rağmen üniversiteye girmeleri yönünde baskı gördüğü düşüncesinde. Dale öncelikle üniversitede okuyan gençlerin gördükleri eğitimi yakından incelemelerini, neden üniversitede olduklarını iyice düşünmelerini ve üniversitede kalmanın mı yoksa ayrılmanın mı daha yararlı olacağına karar vermeleri gerektiğini söylüyor.

Dale ayrıca çok sayıda üniversite mezununun yıllar boyunca eğitim kredisi borcu ödediğinin altını çiziyor. New York Merkez Bankası geçen yıl ödenmemiş eğitim kredilerinin toplamının 800 milyar doları bulduğunu bildiriyor. Bu miktar, Amerika’daki toplam kredi kartı borçlarından bir milyar dolar daha yüksek. Dale gençlerin eğitim borçları yükünün altında ezilmemeleri için ellerindeki parayı başka eğitim imkanlarına harcamalarını öneriyor. Örneğin seyahat etmek, küçük bir şirket kurmak ya da kar amacı gütmeyen bir kuruluş oluşturmak Dale’in önerilerinden bazıları. İki yıl önce üniversiteyi terk eden Ben Goering ise şimdi San Francisco’da bir sosyal medya sitesinde çalışıyor. Hayatı boyunca İnternetle ve bilgisayarlarla içiçe olan ve sektörü çok iyi tanıyan Goering, bu becerileri sayesinde üniversiteyi bıraktıktan sonra rahatlıkla iş bulmuş.

Ancak Amerikan Üniversiteler Birliği’nden Dan Hurley, üniversite eğitimini yarım bırakan öğrencilerin kendisini kaygılandırdığını söylüyor. Uncollege hareketini yanıltıcı ve tehlikeli olarak tanımlayan Hurley, orta sınıf Amerikan hayatı yaşamak isteyen herkesin üniversite eğitimine ihtiyacı olacağı görüşünde. Ancak Dale, üniversite eğitiminin artık yüksek maaşın güvencesi olmadığını savunuyor. Haksız da sayılmaz. Üniversite derecesine sahip 25 yaş altındaki gençlerin yüzde 22,5’i işsiz. Yüzde 22’lik kesimse üniversite eğitimi gerektirmeyen işlerde çalışıyor. Bu istatistikleri üniversite eğitimi olmaksızın da hayatta başka başarılar elde edilebileceğinin bir işareti.

Bu arada Dale Stephens, Uncollege hareketinin felsefesini daha geniş kesimlere aktarabilmesi için hayat boyu öğrenmeyi temel alan Thiel Vakfı’ndan iki yıllık 100 bin dolar tutarında bağış almış.

Akademik Başarı Nasıl Ölçülmeli?

Posted March 29th, 2012 at 6:46 am (UTC-5)
Leave a comment

Son 10 yıldır eyaletlerin eğitim için hükümetten alacağı federal fonun miktarı, öğrencilerin yıllık standart testlerde elde ettikleri başarıya bağlıydı. Ancak eyaletler, bu testlerde, akademik açıdan arkadaşlarından geride olan, yıl içinde çok çalışan ancak henüz daha başarılı arkadaşlarını yakalayamayan öğrencilere yeterince şans tanınmadığını savunuyordu. Obama Yönetimi de bunun üzerine başarıyı ölçmede eyaletlere daha fazla esneklik verme kararı aldı. Colorado eyaletinin Denver kenti, öğrencilerin ne kadar iyi öğrendiklerini ölçmek için yeni bir sistem kullanan eyaletlerden biri.

Denver’da bir ortaokulda öğretmenler ve idare, her öğrenciyle birebir ilgilenerek işe başlıyor. Okul, akademik başarının sadece ders çalışmaya bağlı olmadığını, öğrencilerin kendilerini okul ortamında rahat hissettikleri sürece kolay öğrenebileceklerini savunuyor. West Denver Ortaokulu’nda öğrencilerin kendilerini rahat ve huzurlu hissetmeleri için de öğretmenlerin öğrencilerle olan diyaloğu son derece rahat. Sağlam bir destek sistemi oluşturulmuş.

Ancak Denver’da her öğrenci bu rahatlığın getirdiği akademik başarıyı hemen yakalayamıyor. Ortalama olarak altıncı sınıf öğrencileri eğitim yılına akademik açıdan geride başlıyor, ancak üç yıl içinde Colorado eyaletindeki diğer yaşıtlarını akademik başarıda geride bırakıyor.

Colorado Eyaleti Eğitim Müdürlüğü’nden Bill Bonk, ‘Colorado Büyüme Modeli’ adı verilen ve öğrencilerin başarı seviyesini ölçen sistemi geliştiren uzmanlardan. Bonk, sistemin, her öğrencinin ne öğrendiğini ölçen standart testlerin aksine öğrencilerin akademik olarak geçmişe oranla ne kadar mesafe katettiklerini de ölçtüğünü söylüyor. Örneğin West Denver Ortaokulu akademik başarı açısından eyaletteki diğer okullarla kıyaslandığında orta seviyede yer alıyor. Ancak öğrenmedeki büyüme göz önünde bulundurulduğunda elde edilen başarı, olağanüstü. Öğretmenler ve idari kadro, sınavlarda başarı elde eden öğrencilere çok büyük destek veriyor ve ödüllendiriyor. Öğrenciler de bu şekilde başarının ne kadar tatlı bir his verdiğini anlıyor.

Colorado Büyüme Modeli aynı zamanda okulların birbirinden öğrenmelerini de sağlıyor. Örneğin Denver Bilim ve Teknoloji Lisesi, fen derslerinde çok büyük başarı elde etmesine rağmen bazı öğrencilerin İngilizce okuma ve yazma dersinde oldukça zorlandıkları bir okul. Okulun müdürü, öğrenme seviyesinin ilerlemesinde büyük başarı elde eden West Denver Ortaokulu’ndan bu başarıyı nasıl sağladığını öğrendiklerini ve aynı sistemi kendi okullarına uyguladıklarını söylüyor.

Colorado eyaleti, sadece test sonuçlarının değil akademik büyümenin de daha fazla öğrencinin başarı elde etmesini sağlayacağını göstermiş oluyor.

 

Dr. Seuss’suz Olmaz!

Posted March 13th, 2012 at 9:30 am (UTC-5)
Leave a comment

2 Mart, Amerika’nın en sevilen çocuk kitapları yazarının 108‘inci doğum günüydü. Bu yazar, kısaca Dr. Seuss olarak bilinen, 2 Mart 1094‘te doğan ve 1991 yılında hayatını kaybeden Theodore Seuss Geisel.

Dr. Seuss, bir yazar olduğu kadar aynı zamanda bir çizer de. 46 çocuk kitabı yazan Dr. Seuss, en çok kendi hayal ürünü olan ve eşi benzeri bulunmayan karaklerlerle, kendi uydurduğu kelimelerle ve kitaplarında kullandığı özel kafiyelerle tanınıyor. Film versiyonları da çekilen Lorax, Şapkadaki Kedi gibi eserleri Türk okurlar da duymuş olabilirler. Dr. Seuss’un hayal gücünden çıkan bazı karakterler Who’lar, Wocket’lar, Grinch’ler, Sneech’ler, Oobleck’ler.. Hikayelerin hemen hemen hepsi yüksek tempoda ritmik öğeler, yüksek sesle okurken insanın dilini dolayan kelimeler içeriyor.

Peki Dr. Seuss’u bu kadar özel kılan nedir? Öncelikle Dr. Seuss’un karakterlerinin son derece orijinal olması, yazarı da bu kadar özel kılıyor. Kitaplardaki karakterlere dair çizimler, resimler ve illüstrasyonlar da daha önce eşi benzeri görülmemiş tarzda. Yani bir kitapçıya girdiğinizde raflardaki Dr. Seuss kitaplarını epey öteden hemen tanıyabiliyorsunuz. Dr. Seuss’un bir diğer özelliğiyse kitaplarındaki o ince felsefe… çevreye dair verdiği mesajlar.. Ancak yazar bu mesajları öyle bir şekilde veriyor ki, kesinlikle didaktik bir çocuk kitabı okuduğunuzu hissetmiyorsunuz. Örneğin yazar, Horton Hears a Who adlı eserinde kulağına bir toz parçası kaçan Horton adlı bir fili anlatır. Horton, toz parçasının içinden gelen sesler duymaya başlar. Toz parçasının aslında kendi başına bir gezegen olduğu anlaşılır. Hikayede sık sık tekrarlanan ‘a person’s a person, no matter how small’ ‘her ne kadar küçük olsa da insan insandır’ deyişi kitabın ana felsefesini de aktarıyor: toplumda herkesin özel bir yeri vardır, ne kadar önemsiz ya da küçük görünürlerse görünsünler..

Amerika’nın bu en popüler çocuk kitabı yazarının doğum günü de okullarda bir hafta boyunca festival havasında kutlanıyor. Bir hafta boyunca İngilizce derslerinde okutulan kitaplar hep Dr. Seuss kitapları oluyor. Ama kitap okutmanın yanısıra okullar bu haftayı hem öğrenciler hem de öğretmenler için çok daha eğlenceli hale getiriyor. O hafta için okuldan eve bir yazı geliyor, yazıda haftanın hangi günü çocukların nasıl giyineceği yazılı. Örneğin haftanın bir günü çocuklar okula pijamalarıyla gidiyor. Bunu ilk okuduğumda gözlerime inanamamıştım. Amerika’daki okullarda üniforma, önlük, beyaz soket çorap, siyah pabuç gibi bizim çocukluğumuzdan alışık olduğumuz kıyafet kısıtlamaları yok, herkes ne isterse onu giyiyor okula giderken. Ama pijamayla okula gitmenin de biraz fazla olacağını düşündüğüm sırada bir de baktım ki öğretmenler de okula pijamalarla gelmiş! Bir başka gün herkes okula ‘Cat in the Hat’ kitabından esinlenerek başında birbirinden renkli ve ilginç şapkalarla gidiyor. Bir diğer gün de rengarenk çoraplarla gidiliyor okula…

Yani Amerika’da okula gitmeyi zevkli, neşeli, sevinçli hale getirmek için elinden geleni yapıyor  okul yönetimleri. İşte Dr. Seuss gibi çok sevilen bir yazarın doğum gününe denk gelen haftayı festivale çevirmek de bu aktivitelerden biri. Çocuklar da pijamalarla yataktan fırlayıp sınıfa gitmek için can atıyor tabii 🙂

 

Obama Üniversite Eğitimini Ucuzlatabilecek Mi?

Posted February 22nd, 2012 at 12:28 pm (UTC-5)
Leave a comment

Başkan Obama kısa süre önce yüksek öğrenim ücretlerini karşılamada bir devrim gerçekleştireceğini açıkladı. Amerika’nın en gözde kamu üniversitelerinden University of Michigan’da konuşan Obama, öğrencilere, giderek daha da pahalı hale gelen üniversite eğitiminin Amerika’nın ekonomik geleceğini tehdit ettiğini söyledi.

Başkan hiç de haksız değil çünkü günümüzün üniversite öğrencilerinin doğduğu yıllarda yani 1990’lı yılların başında Amerika’da üniversite eğitimi ücretleri şu anki ücretlerin yaklaşık yarısı kadardı. Artık öğrenciler yüksek öğrenim için çok daha fazla eğitim kredisi almak zorunda. Bu da öğrenciler üniversiteden mezun olduğunda omuzlarında çok büyük bir borç yüküyle hayata atılmaları anlamına geliyor.

Obama Yönetimi üniversite eğitimini daha ucuz hale getirebilmek için ihtiyacı olan öğrencilere artık daha fazla federal burs olanağı sağlıyor. Ancak üniversitelerin eğitim ücretlerini her yıl daha da arttırması nedeniyle hükümet için de bu maliyeti karşılamak giderek zorlaşıyor.

Obama, eğitim ücretlerinin enflasyondan daha hızlı yükselmesi nedeniyle yönetiminin bu alana ayırdığı paranın er ya da geç tükeneceği uyarısında bulunuyor.

Peki Obama’nın planı ne? Başkan, eğitim ücretlerini kontrol altında tutamayan üniversitelere verilen federal yardımın ya tamamen kesileceğini, ya da kısmi kesintiye gidileceğini söylüyor. Bu, üniversitelere verilen bir uyarı niteliğinde. Başkan, üniversitelere adeta kafa tutuyor ve ‘her yıl ücretleri yükselterek öğrencileri ve hükümeti aptal yerine koyamazsınız, madem ücretleri belli bir seviyede tutamıyorsunuz, o zaman vatandaşların vergilerinden oluşan fonlardan mahrum kalacaksınız’ diyor.

Obama’nın planının bir başka parçası da eyaletleri, yüksek öğretim fonlarını daha etkili bir şekilde kullanmaya teşvik etmek. Hatta bu alanda bir de yarışma açılıyor. Fonları en iyi kullanan eyalete bir milyar dolarlık ödül verilecek. Yani hangi eyalet yüksek öğretim ücretini etkili şekilde düşürebileceğini gösterirse hükümetin desteğini alacak.

Ancak Obama’nın planı Kongre’de muhalefetle karşı karşıya kalabilir. Örneğin bazı Cumhuriyetçiler, eğitim ücretlerini düşürmeyen kurumların adeta cezalandırılarak fonlardan mahrum bırakılmasının sadece ve sadece öğrencilerin canını yakacağını savunuyor.

Obama’nın yüksek öğrenim alanındaki bu reform sözü aslında Kasım ayındaki seçimlerden önce genç seçmenlere cazip görünme planının da bir parçası olarak algılanabilir. Ancak amacı ne olursa olsun günümüzde artık her anne babanın ‘acaba çocuğumu üniversiteye gönderebilecek miyim, mali gücüm buna yetecek mi?’ şeklindeki kaygıları Obama’nın verdiği sözle bir nebze de olsa azalıyor.

 

Talk Show Kraliçesi Oprah Eğitime de El Attı

Posted January 30th, 2012 at 9:56 am (UTC-5)
Leave a comment

Amerika’nın en zengin kadınlarından biri olan televizyoncu Oprah Winfrey, 2007 yılında Güney Afrika’da umut vaadeden yoksul kız çocukları için Oprah Winfrey Liderlik Akademisi adlı okulu açmıştı. Okul kısa süre önce ilk mezunlarını verdi. Öğrencilerin yüzde 100’ü başarıyla mezun oldu.

Kendi çocuğu olmayan Oprah, mezunların yuvadan uçuşunu izlerken kendisini ‘gururlu bir ana‘ olarak tanımladı. Kızlar, Güney Afrika’nın Johannesburg kentinin güneyinde kurulu akademinin verdiği ilk meyveler. Mezunların hepsinin ya Güney Afrika’da ya da Amerika’da en iyi üniversitelere kabul edilmiş olmaları da Oprah için ayrı bir gurur kaynağı.

Oprah, okuttuğu kızların akademik başarıyı sağlayacağından zaten emin olduğunu, kendisine gurur verenin aslında akademik başarı değil, kızların üniversitelere kabul edilmesini sağlayan bir destek sistemi kurmuş olmaları olduğunu söylüyor. Oprah için en önemlisiyse öğrencilerin okulundan sağlam karakterli, doğru, dürüst, iyiliksever, başı dik çıkması. Oprah, çocuklarının bu vasıfları elde etmesini her anne babanın isteyeceği düşüncesinde.

Peki Oprah Güney Afrika’da okul açmaya nasıl ve ne zaman karar vermiş? Okul bundan sadece 4-5 yıl önce, 2007’de açılmasına rağmen Oprah’nın Güney Afrika’da okul açma fikri, Nelson Mandela’yla yıllar önce yaptığı bir görüşmede şekillendirmeye başlamış. Hem Oprah, hem de Nelson Mandela, yoksulluğu sona erdirmenin tek yolunun eğitimden geçtiği konusunda hemfikir. Oprah kurduğu okul sayesinde mezunların toplumdaki yoksulluk zincirini kırdığını, üniversiteye giren bu kızları anne babalarınınkinden çok daha farklı bir geleceğin beklediği düşüncesini taşıyor. Oprah eğitimde sadece yüksek not alarak akademik başarı sağlamanın yeterli olmayacağını savunanlardan.

Oprah, herşeyden önce gençlere liderlik vasıflarının öğretilmesi gerektiğini, çünkü toplumları liderlerin değiştireceğini söylüyor. Hayatta edindiği her başarıyı dişiyle tırnağıyla kazanan, başarı merdivenini basamak basamak tırmanan, yoksul bir çocukluktan, zor geçen gençlik yıllarından sonra Amerika’nın en zengin kadını olan Oprah hiç de haksız sayılmaz.

 

Okul Gezisi Üzücü Bitince…

Posted January 10th, 2012 at 4:52 pm (UTC-5)
1 comment

Amerika’da özellikle ilkokullar sık sık okul gezilerine gidiyor; bunlar çoğunlukla müzeler, ki biz Washington’da yaşadığımız için çok şanslıyız, dünyanın en iyi müzelerinden bazıları bu kentte, bazen de sportif faaliyetler, ya da çiftliklere, bağlara bostanlara yapılan eğitici-öğretici geziler. Birkaç hafta önce Cansu’nun okulundan yine bir yazı geldi. İkinci sınıfların kış mevsimi okul gezilerinden biri buz pateni sahasına yapılacak, çocuklara buz pateni sporu tanıtılacaktı. Yazıda çocukların çok sıkı giydirilmesi, mutlaka eldiven (sadece soğuğa karşı değil aynı zamanda keskin patenlere karşı koruma sağlamak için) atkı, bere, ve özellikle bu sporu daha önce hiç yapmamış çocuklar için kask, dizlik ve dirseklik getirilmesi gerektiği yazıyordu. Okul gezilerine öğretmenlere yardımcı olmaları amacıyla anne babaların da katılması mümkün. Ben de nasıl olsa kaymayı da biliyorum diye gönüllü yardımcı olarak geziye katılmaya karar verdim. Ancak bir yandan da düşünüyordum: 70 çocuğu okul gezisiyle buz pateni yaptırmaya götürmek akıl karı değil! 70 çocuğun içinde bir kere bile buza çıkmamış, ayağına paten giymemiş çok sayıda çocuk olacağına emindim. Hadi Cansu uzun süredir kayıyor, kask ya da dizlik-dirseklik takmasına gerek bile görmüyorum ama ya kaymayı bilmeyen, düşmek üzere olan bir çocuk dengesini sağlamak için Cansu’ya tutunmaya kalkar, Cansu da boş bulunup buzun üzerine çakılır mı? Ya o sıraya yüzüne gözüne keskin patenler çarpar da çocuğumun suratı darmadağın olursa? Ya çocuklardan biri bu sefer beni kurtarıcısı olarak görüp tutunmaya çalışırken beni düşürürse ve zaten çok uzun süredir bir türlü iyileşemeyen omzum buzla temas anında paramparça olursa? Yok yok, iyi ki de ben gönüllü oldum çünkü en azından kendi çocuğumu koruyup kollayacağım diye içimi rahatlatmaya çalışıyordum.

Aslında tam bu noktada Amerikalıların güvenlik konusuna ne kadar büyük, hatta haddinden büyük önem verdiklerini, güvenliği ne kadar da abarttıklarını belirtmemde fayda var. İşte bu yüzden ‘yahu bu okul, öğretmenler adım başı çocuk güvenliğinden dem vururlar da peki onca çocuğu, kaymayı bilen-bilmeyen, buz pateni yaptırmaya götürmenin alemi ne?’ diye düşünmeden de edemiyordum. Okullarda gerek öğretmenler gerekse okul yönetimleri çocuk güvenliğine paranoya derecesinde önem veriyor bu ülkede. Çocuk teneffüste ayağı takılıp yere düşüyor, dizi hafif sıyrılıyor, hemen okul hemşiresinden telefon: ‘Çocuğunuz teneffüste düştü, dizi sıyrıldı, hafif kanadı, ama başını yere çarpıp çarpmadığından emin değiliz, lütfen 24 saat boyunca tedbir olarak çocuğunuzun her türlü aktivitesini izleyin, gözlem altında tutun, mide bulantısı ya da kusma olursa hemen acil servise başvurun’ derler. O yüzden onca çocuğa buz pateni gibi başka hiçbir spora benzemeyen, son derece tehlikeli bir sporu denetmeye kalkmanın hiç de akıllıca bir iş olmadığı hep aklımın bir köşesindeydi.

Paten sahasına çıktığımızda tablo hemen kendini gösterdi, çok sayıda çocuk hayatında ilk kez birkaç milimetre kalınlığındaki patenlerle buz üzerine çıkıyordu, bazı çocuklar kasksızdı, ve kaymaktan çok yerlerde sürünüyorlardı. Bilenlerse buz üzerinde süzülmenin keyfini çıkarıyordu. Ben bir yandan buz hokeyi yapan ve çok çok iyi kayan delifişek oğlan çocuklarından kendimi korumaya çalışıyor, bir yandan çocukların  ‘ayağa kalkmama yardım eder misiniz’ çağrılarına ellerinden tutup kaldırarak değil sadece nasıl kalkacaklarını göstererek yanıt veriyor, diğer yandan da kötü düşüp özellikle kafasını vuran var mı diye gözümü dört açmış, sahada dört dönüyordum ki korktuğum oldu! Zavallı kızın biri tam da gözümün önünde, patenlerin ucundaki tırtıklara ayağı takılarak yüzüstü düştü. Kızın yanına gidip eğilip başını kaldırdığımdaysa en çok korktuğum manzarayla karşılaştım: kızın üst ön iki dişi kırılmıştı. Hem de bebek dişleri değil, artık onların yerine gelen kalıcı dişleri. Can havliyle şoka girmiş çocuğu kenara taşıyıp öğretmenine haber verdim. Tabii herkes çok panikledi, çocuğun annesine haber verildi, çocuk sakinleştirip ağzındaki kırık diş parçaları temizlendi.

Zaten bir süre sonra zamanımız dolunca okula geri döndük. Otobüste öğretmenlere neden bu kadar tehlikeli bir işe kalkıştıkları, bunun biraz ‘bile bile lades’ olduğu, neden başka aktivite yerine buz pateninin seçildiğini, daha önceki yıllarda buna benzer kazalar olup olmadığını sordum. Öğretmenlerden biri demesin mi ‘evet geçen sene de bir öğrenci kafa travması geçirmişti’ diye! E peki neden hala devam ediyorsunuz bu aktiviteye diye sorunca da tüm öğretmenlerden aynı yanıtı aldım: ‘Çünkü buz pateni yapmak kış mevsiminin en zevkli aktivitelerinden biri, bu bir kış eğlencesi, tüm çocukların da bu zevki tatmalarını istiyoruz.’ Peki zevkli de olsa böylesine tehlikeli bir spor okul eğitiminin bir parçası olmaya devam etmeli mi diye sorduğumdaysa aldığım yanıt daha da ilginçti: ‘Evet etmeli çünkü çocuklar bu aktiviteyle denge ve hareket kavramlarını farklı yollardan öğrenme fırsatı buluyor.’ Artık o noktada söyleyecek birşey kalmamıştı neredeyse..

Benimse geziden aklımda sadece o zavallı kızın ailesini bekleyen dişçi faturaları ve ‘acaba çocuğun annesi babası okulun ihmalkar davrandığını öne sürerek okul yönetimi aleyhine dava açarlar mı?’ sorusu kaldı.

 

Devrim Moral

2003‘ten beri Amerika’nın Sesi Türkçe Yayın Bölümü’nde görev yapan Devrim Moral, Bilkent Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra Ohio eyaletindeki Bowling Green State Üniversitesi’nden Amerikan Edebiyatı ve Kültürel Çalışmalar dallarında lisanüstü derecelerini aldı. Bowling Green State Üniversitesi’nde Popüler Kültür temalı İngilizce kompozisyon dersleri veren Moral, Amerika’da okul öncesi eğitim ve ilkokul eğitimi konularıyla yakından ilgili. Evli ve 7 yaşında bir kız çocuk sahibi olan Moral, 2000 yılından beri Washington DC’de yaşıyor.