Bin Ladin Öldü, Piyasalar Uyudu

Posted May 4th, 2011 at 2:27 pm (UTC-5)
2 comments

1 Mayıs Pazar gecesi Başkan Barack Obama Amerikalılara 10 yıla yakın süredir bekledikleri haberi müjdeledi: 11 Eylül terör saldırılarının planlayıcısı El Kaide lideri Usame Bin Ladin öldürülmüştü, binlerce kişinin ölümüne yol açan terrörist artık yoktu.

Haberi Washington’da alanlar Beyaz Saray’a, New York’ta duyanlar Sıfır Noktası’na koştu, “USA, USA” diye bağırarak çoştu.

Pazartesi sabahın ilk saatlerinde aynı coşku piyasalarda da kendini hissettirdi. Petrol fiyatları hava boşluğuna giren uçak gibi biraz irtifa kaybetti. Dolar diğer para birimlerine karşı değer kazandı, Dow Jones endeksi %0,5 puan arttı.

Ama bu sevinç uzun soluklu olmadı. Piyasalar bir süre sonra yeniden günlük kaygılarına, küresel sorunlara, kamu borçlarına, emtia balonlarına, Çin’den yükselen enflasyonist baskılara odaklandı, Dow Jones günü 92 puanlık kayıpla kapattı.

11 Eylül saldırılarından sonra ise piyasalar haftalarca şoktan çıkamamış, endeksler ciddi olarak düşüş görmüştü. Hatta saldırıların yarattığı panik havasıyla ekonomi durma noktasına gelince dönemin başkanı George Bush, halkı, moraller yerine gelsin, ekonomi biraz canlansın diye “alışverişe çıkmaya” çağırmıştı.

11 Eylül’de panik-atak geçiren piyasalar neden bu kanlı eylemin planlayıcısı Usame Bin Ladin öldüğünde uzun soluklu bir yükselme, iyileşme trendine girmedi?

Ekonomistlere göre bunun yanıtı biraz da Bin Ladin’in ektiği kötülük tohumlarının ne yazık ki tutmuş olmasında yatıyor. Örneğin Los Angeles’daki Milken Enstitüsü konferansına katılan Nouriel Roubini, “mevcut jeopolitik durumun değişmediğinin” altını çizerek bu olguyu açıkladı.

Ünlü yatırımcı Warren Buffett de Fox News televizyon kanalına verdiği demeçte “terör riskinin getirdiği maliyette bir değişiklik olmadığına” dikkati çekti.

Amerika’nın Sesi’ne konuşan Alman Baader Bank uzmanı Robert Halver de aynı fikirdeydi. Halver, “Terörizm piyasaların riski ölçümlerinde dikkate aldıkları önemli kriterlerden biri, şimdi Usame Bin Ladin öldürüldü diye bu risk faktörünün tamamen ortadan kalktığı söylenemez,” diyordu.

ABD Sermaye Piyasası Kurulu (SEC) eski Başkanı Harvey Pitt “Bin Ladin’in ölümüyle misilleme saldırıları artacaktır, ama sanırım, piyasalar bu olası gelişmeleri hala dikkate almadılar,” diye daha da karamsar bir tablo çiziyordu.

Bütün bunlardan anlaşıldığı kadarıyla piyasalar risk ve getiri faktörlerini ince eleyip sık dokurken, Amerika’nın 10 yıl sonra Bin Ladin’i öldürerek kazandığı özgüveni hesaba katmıyor. Ama Amerikalı yetkililer Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Pazartesi günü yaptığı basın açıklamasında dile getirdiği gibi “Amerika’yı dize getiremezsiniz” özgüveni içindeler. Şimdi Amerikalı yetkililerin önümüzdeki günlerde bu özgüveni, iç siyasi ve ekonomik uzlaşmazlıkları gidermek üzere kullanmaları bekleniyor.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Sonunda Bernanke Konuştu

Posted April 27th, 2011 at 11:13 pm (UTC-5)
Leave a comment

Amerika Merkez Bankası (FED), 1900’lü yılların başındaki mali panikler sonrasında 1913 yılında kuruldu. Bankanın temel işlevlerinin başında tam istihdamı sağlamak ve enflasyonu/deflasyonu önlemek geliyor.

Mali sistemin istikrarını korumak ve sistematik riskleri asgari düzeye indirmek de bankadan beklenenler arasında.
1913 yılında bu amaçlara hizmet etmek üzere kurulan FED faaliyetlerini yürütürken sessiz sedasız çalışmayı yeğleyip, banka binasının içinde yaşananları dışarı taşırmamakta ısrarlı davrandı.

Banka başkanının ilk kez Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinin karşına çıkıp bilgi vermesi, politikacıların soruları yanıtlaması 1975 yılını buldu.

Bundan dört yıl sonra da FED altı aylık ekonomik tahmin raporları yayınlamaya başladı. Bir sonraki dört yılda ülkedeki ekonomik faaliyetlerin tablosunu ortaya koyan Bej Kitap- Beige Book yayınlanır oldu.

1994 yılına gelindiğinde bankalar arası faiz oranlarına dair düzenli açıklamalar yapılmaya başlandı — bu da, sırf bankanın bu konudaki tavrını anlamak üzere finans kurumlarınca istihdam edilen analistleri işlerinden etti.

2000’li yıllarda da her üç-dört yıllık dönemde FED daha da bir dışa dönük hale gelme arayışını küçük adımlarla sürdürdü.

Mesela 2004 yılında FED’in Federal Serbest Piyasa Komisyonu (FOMC) toplantılarının tutanakları bu toplantılardan altı hafta sonra değil de üç hafta sonra yayınlanır oldu.

Bu adımlar atılırken bazı çevreler hala bilgi akışının yeterli olmadığını savundu.

2006 yılında göreve gelen Ben Bernanke de bankanın bilgi paylaşımı konusunda bu kadar ketum davranmaması gerektiğine inanıyordu.

Sonunda Bernanke’nin istediği oldu ve Amerika Merkez Bankası Başkanı, 27 Nisan günü düzenlediği basın toplantısıyla tarihe geçti. Bernanke basın toplantısında diğer yetkililer gibi önce kısa bir açıklama yaptı, sonra gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Beklendiği gibi Bernanke piyasalarda ani kalp çarpıntısına yol açacak, nabız oynatacak hiçbir şey söylemedi, söylememeye özen gösterdi. Zaten bir önceki yazıda da belirtmiştim, Bernanke sıkıcı olma pahasına, herkesin bildiklerini bir kez daha anlatmanın dışında önemli bir açıklama yapma niyetinde değildi.

Bu çerçevede Bernanke toplantıda tartışmalı İkinci Aşama Quantitative Easing (QE2) programının daha önce açıklandığı gibi Haziran’da sona ereceğini, üçüncü aşamaya geçilmeyeceğini söyledi.

Temel faiz oranlarında değişiklik yapılmayacağını teyit etti, milyonlarca işsiz Amerikalı’nın zaten çok iyi bildiği bir gerçeği — işsizlik sorununda önemli bir iyileşme beklenmediğini — hatırlattı.

Artan petrol fiyatlarının bir süre sonra “titreyip-kendine döneceğini” ve şimdiki düzeyde kalmayacağını makul bir dille anlattı.

Buna bağlı olarak da enflasyon beklentisinin şimdilik bankayı para politikalarında değişikliğe itmeyeceğini ama yine de son sözü ekonomik gerçeklerin söyleyeceğini vurguladı. Bunu yaparak da enflasyon yükselirse hareketsiz kalmayabileceklerinin işaretini verdi.

Bernanke belki gazetecilere özlemini duydukları manşetleri vermedi ama dosta-düşmana, ele-güne karşı QE2 programını bir kez daha savunmuş oldu. Ayrıca ekonominin hala desteğe ihtiyacı olduğunu ve Merkez Bankası’nın da ekonomiye düze çıkarmak için uyguladığı politikaların enflasyonu körüklemediğini vurgulama fırsatı buldu.

Bernanke’nin açıklamaları sonrasında Dow Jones 96 puan, S&P 8 puan, Nasdaq ise 22 puan yükseldi. Böylelikle Bernanke basın toplantısını hedeflediği gibi en az heyecan dalgasıyla tamamlamış oldu.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

ABD Merkez Bankası’ndan Bir İlk

Posted April 26th, 2011 at 12:41 pm (UTC-5)
2 comments

Amerika Merkez Bankası (FED) Çarşamba günü bir ilke imza atıyor. Banka Başkanı Ben Bernanke, bir süre önce alınan karar çerçevesinde Çarşamba günü bankanın ilk resmi basın toplantısını yapıyor.

İki dönemdir Merkez Bankası Başkanlığı yapan Bernanke bu süre içerisinde sadece iki kez basının karşına geçmişti. Her ikisi de başkent Washington’daki Yabancı Basın Merkezi’nde yapılan bu toplantılarda basın mensupları Bernanke’ye direkt soru yöneltmemiş, küçük kartlar üzerine yazdıkları sorular, toplantının moderatörü tarafından “anlık bir ince eleme-sık dokuma” maharetiyle ayıklanarak Bernanke’ye iletilmişti.

Daha önce yalnızca basın açıklamaları yapan veya sadece Kongre oturumlarında politikacıların sorularını yanıtlayan Bernanke böylelikle ilk kez ince elemesiz, sık dokumasız davranıp, soruları basın mensuplarından doğrudan alacak.

Ama açıkcası Bernanke basına hiç de öyle hazırlıksız yakalanmak niyetinde değil.

Çünkü Wall Street Journal kaynaklı bir habere göre Merkez Bankası Başkanı uzun süredir bu toplantıda soruları nasıl cevaplaması gerektiği konusunda hazırlık yapıyor.
Hatta rivayet o ki Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet ve İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mervyn King’in basın toplantılarının kayıtlarını izleyip, onlardan örnek alıyor.

Yardımcıları da gazetecilerin olur-olmaz sorularına hazırlıklı olması için amirlerine “alıştırma soruları” soruyor.

Bütün bu hazırlıklar Bernanke iyi bir konuşmacı olmadığından değil. Sadece o koltukta oturduğu için her sözünün ağırlığı belki de altın değerinde olduğundan.

Merkez Bankası Başkanı’nın ağzında çıkacak her kelime piyasalarda maddi bir karşılığa dönüşebilir, anlık dalgalanmalara neden olabilir.

Bernanke bunu göreve geldiği 2006 yılında acı bir tecrübeyle öğrenmişti.

Görevindeki ilk günlerinde, bir davet sırasında faiz politikası hakkında televizyon sunucularından biriyle azıcık şöyle laflamış, sonra bu söyledikleri medyada yer alınca hisse fiyatları düşmüştü. Bernanke de Kongre’de “Sanırım yanlış bir adım attım, bundan sonra görüşlerimi yalnızca resmi kanallar üzerinden kamuya duyuracağım” diye de söz vermek zorunda kalmıştı.

Onun için Bernanke aslında söyleyeceği hiçbir sözün ağırlığı olmasını istemiyor. Hatta mümkünse her sorulan soruya zaten herkesin bildiği cevapları vermek istiyor.

Ama…

Ama Bernanke’nin ilk basın toplantısına tahmin edileceği gibi ilgi yüksek. Gazete, televizyon ve dergi muhabirleri, blog yazarları, belgeselciler, portföy yöneticileri kısacası aklınıza gelebilecek herkes o toplantıda bulunmak istiyor.

Ama bu kadar meraklıyı bir salona sığdırmak zor olacağından toplantıya sadece Kongre’den akreditasyonu olan yayın kuruluşlarından birer muhabir alınmasına karar verildi.

Bu durum karşısında dışarıda kalanlar içini Internet’e döküyor, “Bernanke’ye sorularım” diye sayfa sayfa sorular yöneltiyor.

Bakalım Bernanke bundan sonra her üç ayda bir bankanın politika toplantılarından sonra yapmaya söz verdiği olağan basın toplantılarının ilkinde hangi soruları yanıtlayacak. Hangi soruların cevabı piyasalarda nasıl bir hareket yaratacak…

Ama daha şimdiden bilenen gerçek şu ki Bernanke’nin ilk basın toplantısı değme politikacıların basın toplantılarını, yarattığı heyecan dalgasıyla fersah fersah geride bıraktı.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

S&P Amerika’yı Neden ‘Negatif’ Gördü?

Posted April 18th, 2011 at 2:23 pm (UTC-5)
2 comments

Amerika, Standard & Poors’un gözünde ilk kez negatif görünüm verdi. Derecelendirme kuruluşunun 18 Nisan günü açıkladığı karar, borsalarda ilk anda 200 puanlık düşüşe, altında ise rekor yükselişe neden oldu.

Aynı kararda Amerika’nın “AAA” olan kredi notu ise değişmedi.

Standard & Poors’un Amerika’nın görünümünü negatife çevirmesi aslında bir uyarı ateşi. Kuruluş, eğer iki sene içerisinde harcına-borcuna çeki düzen vermezsen, kredi notunu aşağı çekerim diyor. Bunun için de %33 ihtimal veriyor.

Aslında kuruluş Amerika’nın ekonomik performansından memnun. Karnesine değerlendirme notlarını düşerken “Gelirin yüksek, ekonomik faaliyetlerin hem çok çeşitli, hem de esnek. Büyümeyi de enflasyonu tetiklemeden sürdürüyorsun, aferin” diyor.

Sonrasında ise söze “Ama…” ile devam ediyor.

İşte “ama”yla başlayan bölümde konu borca- harca geliyor. Standard & Poors, “Herşey iyi hoş ama artan bütçe açıkları, borçlar iki yıla varmaz, seni al aşağı eder, aman dikkat,” diyor.

S&P, “Bütçe açıkların 2009 yılında ulusal gelirin %11’ine ulaşmış. Hatırlarsan önceki altı yılda bunun ortalaması %2 ila %5 arasındaydı,” diye de not düşüyor.

Hem Standard & Poors’a göre sorun sadece borcun-harcın çok olması da değil… Bu soruna nasıl çözüm bulunacağının açıklık kazanmaması…

Gerçi Cumhuriyetçiler adına Paul Ryan ve arkasından Başkan Obama çözüm için kendi planlarını Nisan ayı içinde sunmuşlardı. Bu açıklamalarda Ryan 10 yılda, Obama ise 12 yılda 4 trilyon Dolarlık tasarruf vaat etmişlerdi.

Ama Standard & Poors pek ikna olmamış görünüyor.

Kuruluş “Açıklar azaltılmalı ama politikacılar ortak bir zeminde anlaşıp da bu yönde hareket edemiyor. Zaten bütçe planlarının uygulamaya konması hem çok zaman alacak hem de belki ileride başka politikacılar iş başına gelirse bir kenara atılacak,” diyor.

Derecelendirme kuruluşu, borçlanma tavanının yükseltilmesi için Hazine’nin yaptığı çağrıya Kongre’nin mesafeli yaklaşmasından; “Hükümet harcamaları kısacak anlamlı mali reformlar yapsın, biz de o zaman duruma bakarız” şeklinde koşullar koymasından da endişelenmiş anlaşılan. Çünkü görünümün durağandan negatife çevrilmesinde bu da, bir faktör olarak sıralanıyor.

Aslında borç tavanı tartışması 1996 yılında da Moody’s derecelendirme kuruluşunu kaygılandırmıştı. Moody’s, o yılın Ocak ayında Kongre liderleri borç tavanını yükseltmeyi reddedince Amerika hakkında uyarı çıkarmış ve durum düzelmezse kredi notunu düşürebileceğini bildirmişti. Kongre daha sonra tavanı yükseltince de bu uyarı hemen geri çekilmişti.

Şimdi Standard & Poors’un genel görünümü negatife çevirmesinden sonra Kongre liderleri aynı 1996 yılında olduğu gibi borçlanma limitini yükseltecek mi yakında göreceğiz.

Maliye Bakanı’nın yardımcılarından Mary Miller’in S&P kararından hemen sonra yaptığı açıklamada sanki bunun işaretini veriyor.

Miller, “Derecelendirme kuruluşu, liderlerimizin, Amerika’nın karşısına çıkan zor zamanlarda nasıl da kenetlenebildiğini dikkate almış gibi görünmüyor,” diyor.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

IMF’ye Ne Oluyor Böyle!

Posted April 14th, 2011 at 12:19 pm (UTC-5)
Leave a comment

Washington bu hafta mutat IMF-Dünya Bankası toplantılarına ev sahipliği yapıyor. Devlet bakanları, resmi heyetler, ekonomi uzmanları, medya mensupları her yıl olduğu gibi bu kez de bahar toplantıları için başkentte. Yine her yıl olduğu gibi toplantı vesilesiyle IMF’nin Dünya Görünümü raporu yayınlandı. Arkasından bir Mali İzleme Raporu ile bir de Mali İstikrar Raporu ardı ardına patlatıldı.

Buraya kadar her şey mutat, her şey alışılageldiği gibi. Ama aslında bu toplantılara Dünya Bankası ile birlikte ev sahipliği yapan IMF’de alışılmadık bir hal, bambaşka bir dinamik var.

Küresel mali kriz sanki IMF’ye bir olgunluk havası getirmiş, saçlarına ak düşürmüş, “Dediğim dedik çaldığım düdük” havasından çıkarmış gibi.

Yapısal reformlar; bu çerçevede gelişen ülkelere daha fazla söz hakkı vermeler, kotalarını yükseltmeler… Yönetimde gerekirse, mesela etkisini kaybeden Avrupa ülkelerini devre arasında çıkarıp yerine Türkiye gibi daha dinamik oyuncuları oyuna sokmaya yeşil ışık yakmalar.

Bunlar değişimin yapısal tarafı.

Son dönemde başını Çin’in çektiği ülkeler güçlendikçe IMF de artık çekirdek aile değil de daha geniş bir ailenin ebeveyni gibi davranmak durumunda kalıyor; evlatlar arasında eşitlik ve hakkaniyet arıyor.
Ama asıl bir de IMF’nin ruhsal ve düşünsel yapısında yeni bir değişim uç veriyor.

IMF takkeyi önüne koymuş “Ben nerde yanlış yaptım, bu küresel mali kriz de nerden başıma geldi” diye derin derin düşünüyor.

7-8 Mart tarihlerinde yine IMF’nin Washington’da düzenlediği iki günlük panelde bu ruhsal arayış dışa yansımıştı.

Başekonomist Olivier Blanchard’ın düzenlediği toplantılarda IMF’nin günah-sevap defteri açılıp her şey ortaya dökülmüş, yetkili isimler daha önce ağızlarına almayacakları söylemlere girmişlerdi.

Ne miydi bu söylemler, günah çıkarmalar, pişmanlık duymalar?

Fazla teknik terimlere kaçmadan sıralayayım.

Bir zamanlar sermayenin sınır tanımadan dolaşmasına “ne kadar hareket o kadar bereket” diyen IMF, artık sıcak paranın finansal sistemler üzerinde risk oluşturabileceğini kabul ediyor.

Sonra da asıl sıkıntısını ekliyor ve diyor ki :

“Biz açıkçası hayatı eskiden biraz daha toz pembe ve basit görüyorduk; enflasyon düşük tutulursa ülkelerin başına hiçbir şey gelmez sanıyorduk. Enflasyonu kontrol için de temel faiz oranını tek politika aracı olarak görüyorduk. Ama küresel mali krizin patlak verdiği ülkeler enflasyonun istikrarlı ve düşük olduğu ülkelerdi. Yani bu iş sadece para politikasıyla, temel faiz oranıyla olmuyormuş. Bir de her türlü piyasada oluşabilecek balonlara da dikkat etmek gerekiyormuş, onu anladık.”

Krizden çıkarılan dersler burada da bitmiyor. IMF çevreleri ekliyor:

“Bir de zaten böyle uğraşıp da düşük tutturduğumuz temel faiz oranları %3 gibi bir rakam olunca kriz zamanlarında yetkililere fazla bir hareket alanı bırakmıyormuş.”

IMF böyle diyor ama hemen arkasından da “Aman ha yanlış anlaşılmasın, yüksek enflasyona yönelelim demiyoruz, enflasyonun getireceği yarar, üzerimizde estireceği zarardan fersah fersah fazla olabilir,” uyarısında bulunuyor.

Sonra hataları arasında şunu da sayıyor :

“Finansal denetim mekanizmaları bizim makro politika kitabımızda yazmazdı. Var olan denetim mekanizması da firma odaklıydı. Ama aslında denetimi sistematik sorunlara yoğunlaşacak şekilde oluşturmak lazımmış.”

IMF bu son pişmanlığıyla sanki Adam Smith’in piyasalara yön veren “görünmez elini” kendi görünen eliyle biraz geriye itiyor.

IMF, bununla da kalmıyor ve “Artık para politikası yetmez, bundan sonra mali politikaya da önem vermek lazım” diyerek hükümetlere vergi ve harcama politikalarıyla ekonomide daha fazla söz hakkı vermeye hazır görünüyor.

Ama ağır kamu borcu yükü altına giren gelişmiş ekonomilerin daha fazla harcama yapmaya, yeni teşvik paketleri çıkarmaya hali olmadığı düşünülürse bu davete icabet eden kim olur merak ediyorum..

Ama asıl merakla beklediğim IMF’nin bu ruh halinin küresel ekonomiye yakında damgasını nasıl vuracağı ya da vurup-vuramayacağı.

Bilmem siz ne düşünüyorsunuz?

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Bütçe Krizi Aşıldı, Ama…

Posted April 9th, 2011 at 12:28 am (UTC-5)
1 comment

8 Nisan Cuma akşamını 9 Nisan’a bağlayan gece anlaşıldı ki Amerika’da müzeler ve parklar aksama olmaksızın turistleri ağırlamaya devam edecek.
Askerler “son maaşım acaba hesabıma yatacak mı” endişesine düşmeden görev yapabilecek.
800 bin federal devlet çalışanı zorla ücretsiz izne çıkarılmayacak.
Devlet görevlilerine resmi işlerinde kullanmaları için verilen Blackberry’ler kapalı tutulmayacak.
Washington’daki Kiraz Festivali’nin, rengarenk geçit töreniyle başkenti süslemesine bir mani olmayacak.
Vize işlemleri askıya alınmayacak, küçük işletmelerin devletle işleri aksamayacak.
Kısacası Amerika’da hükümet normal işlevlerini yerine getirmeyi sürdürecek.
Bunun karşılığında hükümet, mali yılın sona ereceği 30 Eylül gününe kadar geçen yılın rakamlarına oranla 38 milyar Dolar daha az para harcayacak.
Çünkü Kongre “en iyi siyasi gerilim” filmlerini andıran bir maraton sonrasında gece yarısına bir-iki saat kala, bütçe konusundaki anlaşmazlığı aştı.
Anlaşamamış olsalardı gece 12:00’de hükümet, harcama yetkisi olmadığından kapanacaktı.
Anlaşmaya göre ilk elde bir haftalık bütçe kabul edilecek. Bunun karşılığında hükümet 2 milyar Dolarlık bir harcama kesintisine gidecek. Hemen ardından mali yılın son altı ayı için bütçe kabul edilecek. Böylelikle 30 Eylül gününe kadar toplam 38 milyar Dolar tasarruf sağlanacak.
Bütçe anlaşmazlığında ön plana çıkan kürtaj hakları ve Çevre Koruma Dairesi’nin “Temiz Hava” uygulamasında Cumhuriyetçiler geri adım attı.
Bazı Cumhuriyetçiler aile planlama programlarına devletten kaynak aktarılmasına son verilmesini istiyordu. Anlaşma çerçevesinde Cumhuriyetçiler bu isteklerinden vazgeçtiler – ama özel bir statüye sahip olduğu için harcama yetkisini Kongre’den alan başkent Washington’daki kürtaj kliniklerine kısıtlama koyulması şartıyla. Demokratlar da bu tavizler karşılığında kesintileri hedefledikleri rakamın üzerine çıkarmayı kabul etti.
Önümüzdeki günlerde varılan uzlaşma oylamaya sunulacak ve 2011 bütçesi bu şekilde tatlıya bağlanmış olacak.
Ama harcama, borçlar ve bütçeyle ilgili tartışmalar alevlenerek devam edecek.
4 Nisan günü Maliye Bakanı Timothy Geithner Kongre’den 16 Mayıs’a kadar borçlanma limitini yükseltmesini istemişti. “Bunu yapmazsanız elimizdeki imkanlarla durumu 8 Temmuz’a kadar idare ederiz, ama o tarihten sonra artık elimizden bir şey gelmez,” demişti.
Kongre yakında bu konuyu ele alacak. Borç tavanını yükseltme yetkisi versin mi vermesin mi bunu tartışacak.
Sonrasında ise daha da zorlu bir konu var: 2012 bütçesi… 1 Ekim günü itibariyle başlayacak yeni mali yıl için yine hükümetin harcama yetkisinin yenilenmesi gerekiyor. Aksi takdirde malum, hükümet tekrar kapanabilir. Bu da demektir ki yaz aylarında Washington’u, sadece kızgın güneş ve aşırı nem değil siyasi hava da bunaltacak.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Hükümet Kepenk Kapatırsa

Posted April 6th, 2011 at 10:46 am (UTC-5)
2 comments


Amerika, şu günlerde son zamanların en ciddi bütçe tartışmalarına sahne oluyor. Kongre üyelerinin 2011 bütçesi üzerinde “mali yılın” sadece altı ayı kalmış olmasına rağmen anlaşamaması ise sayıları 2 milyonu bulan federal hükümet çalışanlarının “Monday Blues – Pazartesi iş sendromuna” yeni bir boyut kazandırdı. Ama bu kez sendrom “Pazartesi ne çabuk geldi, hiç ofise gidesim yok” klasiğinden çok “Acaba Pazartesi ofis açık mı olacak, yoksa kapalı mı?” ya da “Ben ‘vazgeçilmez elemanlar’ listesine girer miyim girmez miyim?” şekline dönüştü.

Sorun ne ?

Amerika’da devlet bütçesini Başkan hazırlayıp, Kongre’nin onayına sunuyor. 2011 mali yılı için de Başkan Barack Obama 2010 yılının başında bütçe teklifini sundu. Kongre’nin de bu bütçe teklifini inceledikten sonra 30 Eylül tarihine kadar 12 ayrı harcama yetkisiyle parayı devlet dairelerine tahsis etmesi gerekiyordu.
Ancak mali yılın başladığı 1 Ekim günü hala hiçbir tahsis yetkisi verilmemişti. Bu yüzden de devlet daireleri “continuing resolution” diye bilinen “geçici kararnamelerle” bir önceki yılın tahsisat seviyesinden çalışmaya ve harcamaya devam etti.
Bir başka deyişle 2 Kasım ara seçimlerine kadar hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler seçim hesabıyla bu konuda açık bir meydan muharebesine girmekten kaçındıkları için üst üste çıkardıkları geçici kararnamelerle durumu idare etti. Son kararnamenin süresi 8 Nisan’da bitiyor.

Kongre niye uzlaşamıyor?

Sorunun temelinde artan kamu harcamaları ve buna bağlı olarak borçlar yatıyor. Demokratlar da Cumhuriyetçiler de her ikisinin önünün alınmasından yana. Amaç aynı olsa da ideolojik fark, araçları farklılaştırdığından taraflar anlaşamıyor. Cumhuriyetçiler “Devleti küçültelim bu şekilde harcamaları azaltalım” görüşünde. Demokratlar, “Devleti küçülteceğimize vergileri yükseltelim, gelirlerimiz artsın” diyor ama bir yandan da “Tamam harcamalar da bir miktar kesilebilir” orta yolunu seçiyor.
Demokratlar da harcamaların kısılmasını istese de Cumhuriyetçiler’in istediği rakamlar hala yüksek.
Cumhuriyetçiler 61 milyar Dolarlık kesinti isterken, Demokratlar “Hadi 33 milyarda anlaşalım” diyor.
Ancak aradaki rakam ve görüş farkı o kadar açık ki Başkan Barack Obama’nın Konge liderlerini Beyaz Saray’a çağırıp, “Beyler haydi artık uzlaşmaya varın,” baskısı bile pek işe yaramadı.
Sorun sadece kesinti yapılacak miktar da değil, nelerden kesinti yapılacağı. Cumhuriyetçiler
muhafazakar görüşleri doğrultusunda devletin kürtaj programlarına yaptığı desteği kesmek istiyor. Ona ek olarak işletmelerin rekabet gücünü azaltan çevreci uygulamalarından hazzetmediği Çevre Koruma Dairesi’ni gözüne kestiriyor.
Demokratlar ise devletin küçülmesini ancak orta sınıfa yeni bir yük getirmemesi karşılığında kabul edeceklerini söylüyor.

Kongre bunu hep mi yapıyor?

Kongre harcama yetkisini onaylamadığı için devlet dairelerinin geçici süreyle kapanması ilk kez gündeme gelmiyor. 1977 ve 1980 mali yıllarında da hükümet kepenk kapattı. 1981 ile 1996 mali yılları arasında toplam dokuz kez hükümet “aç-kapa” modeliyle çalıştı. Son olarak da Clinton’ın başkanlık döneminde hükümet aynı nedenlerle 1995 ve 1996 yıllarında geçici olarak kapatıldı.

Hükümet kepenk kapatınca ne oluyor?

9 Nisan gününe girildiğinde Kongre harcama yetkisini onaylamazsa 11 Nisan Pazartesi günü federal memurlar “furlough” edilecek yani işe gitmeyecek — ücretsiz zorunlu izin yapacak. İşe gitmediği için de parasını alamayacak. Kongre geçmişte memurlara işe gitmedikleri dönem için gecikmeli maaş ödedi. Ancak bugünkü Kongre aynı uygulamayı yapar mı, kesin değil.
Ama bu iki milyon devlet memurlarından bazıları “essential” yani “vazgeçilmez” sayıldıklarından Pazartesi durum ne olursa olsun işe gidecek. Askerler, güvenlik güçleri, hava kontrol görevlileri ve görevleri hayati önem taşıyan herkes işbaşında olacak. Park bekçileri, müze çalışanları veya araştırma görevlileri Pazartesi güne işe gitmese de olacak. Hükümetin kepenk kapatması vize ve pasaport işlemlerini de geciktirebilir.
Ayrıca geçmişe oranla hükümette çok daha fazla sözleşmeli eleman çalışıyor ve bunların kadrolu elemanlarla aynı uygulamaya tabi olup-olmayacakları henüz netlik kazanmış değil.

Blackberry’ler niye kapalı tutulacak?

Amerikan yasaları geçici kapanma dönemlerinde federal memurların “Ben olmazsam işler gitmez, devlet yürümez” havasına kapılıp gönüllü olarak ofise gelmelerine veya ofis dışından çalışmalarına izin vermiyor.
Bu durumdaki işkolikler disiplin cezasına çarptırılabiliyor veya işlerine son veriliyor.
O nedenle federal memurlar, hükümet kapatılırsa, ofislerine gidemeyecek. Resmi blackberry’lerini de kapatacak, ofis email’lerine bakamayacak, cevap yazamayacak. Hele hele eveden bilgisayarını açıp “şu birikmiş işleri arada çıkarayım” asla diyemeyecek.

Hükümet kepenk kapatırsa tasarruf sağlanır mı?

Hükümetin harcama yetkisi alamadığı için kapanması durumunda “vazgeçilmez” diye nitelendirilmeyen federal memurlar maaş alamayacak. Bu para ilk elde devletin cebinde kalacak. Ama Kongre geriye dönük ödeme yapılmasına karar verirse maaşlar ödenecek. Hükümetin tekrar açıldıktan sonra, federal memurlar birikmiş işlerini bitirmek için fazla mesai yapmak zorunda kalırsa, bu yine devletin cebinden çıkacak.

Amerikan ekonomisi nasıl etkilenir?

Her devlet dairesi en az elemanla günlük işlerini yapmayı deneyecek. Mesela Maliye Bakanlığı, piyasalardan borç toplamak için tahvil işlemlerine devam edecek. Merkez Bankası “olmazsa olmaz” işlerine devam edecek.
Ama bu kez kepenk kapamadan özel şirketler de etkilenmeye aday. Daha önceki dönemlerde hükümet için çalışan taşeron firma ve kişilerin sayısı azdı. Ancak son 10 yılda bu sayı hızla arttı. Hükümet kapanırsa, bu taşeronlardan sadece “vazgeçilmez”lere ödeme yapılacak. Bu nedenle hükümete iş yapan taşeron özel şirketler de çalışanlarını “zorunlu tatile” gönderebilir.
Ekonomisi büyük ölçüde federal memurların ekonomik faaliyetlerine bağlı olan başkent Washington ve en yakınındaki Maryland ile Virginia eyaletleri hükümetin kapanmasından etkilenebilir.
Başkent Washington’da her bahar yapılan Kiraz Festivali, soğuk ve yağmurlu havadan sonra ikinci darbesini de hükümetten alabilir. Müzeler ve parklar kapalı olacağından turistler şehre gelmekten vazgeçebilir, gelseler de müze kafeteryaları veya dükkanlarında alışveriş yapamayabilir.

Eh, bir de her ülkenin haber bültenlerinde bu konu geniş yer bulabilir.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Amerika’da Yeni Yatırım Fırsatı

Posted April 4th, 2011 at 1:10 pm (UTC-5)
1 comment


Geçtiğimiz günlerde eminim çoğunuz porno siteleri için sonu .xxx ile biten yeni bir alan adı uzantısının kabul edildiğini görmüşsünüzdür. Bu uzantı zorunlu değil. Ama Haziran ayında uygulamaya konulacak. Kararı veren de Internet’teki alan adlarının eşgüdümünden sorumlu kuruluş Internet Corporation for Assigned Names and Numbers (ICANN).

Bu kuruluş şu sıralarda sadece porno sitelerine çarpı atmakla meşgul değil. Internet’in geleceğine de yeni bir çetele atmak üzere. Çünkü gündeminde çok daha büyük bir madde var; Internet adreslerine .xxx benzeri daha nice uzantılar eklemek gibi.

Şu anda .com ve .org dahil toplam 21 genel alan adı uzantısı yani Generic Top Level Domains (gTLDs) var.

Ama ICANN bakmış ki, Internet’teki gelişme artık bu 21 uzantıya sığacak gibi değil onun için yeni uzantılar açmaya karar vermiş.

Ancak bu kez izlenilen yöntem kısaltma veya .museum gibi önceden seçilmiş kelimeler değil.

ICANN artık uzantıları dünyanın herhangi bir yerindeki özel şirketlerin veya kamu kuruluşlarının kendilerinin önermelerini istiyor.

Ancak ICANN her türlü isim teklifini dikkate almak için önce 185,000 Dolar yatırmanızı bekliyor.

Bu parayı yatıran her saygın özel şirket veya kamu kuruluşu istediği uzantıyı ICANN’a tescil ettirme şansına sahip. Tabii sıkı bir incelemeden sonra…

Bir kelime için 185,000 Dolar yatıran ve ihaleyi kazanan özel şirket de satın aldıkları kelimeden para kazanmayı planlıyor.

Örneğin .xxx alan adı uzantısını alan ICM Registry adlı şirket bu uzantıyı kullanarak bedava porno veya paralı porno siteleri almak isteyen herkesten 60 Dolar alacak. Oysa .com veya .net uzantılarıyla biten bir alan adı için şu anda ödenen para yalnızca 9-10 Dolar. ICM bu farktan yararlanarak en az 500,000 Dolar’lık gelir elde etmeyi umuyor.

Siz de, mesela, .feta gibi bir alan adı uzantısı önerir de bu öneriniz kabul görürse artık bundan sonra .feta son ekiyle hazırlanacak tüm websiteleri sizden alan adı almak zorunda. (.feta cephesinde sanki üç vakte kadar sıkı bir rekabet görünüyor!! )

.paris, .roma, .istanbul gibi uzantılar ancak ilgili kamu kurumlarına verilebilecek. (Acaba .turkey konusunda Amerika’daki hindi üreticileri ne yapacak merak ettim!)

Başvuru tarihleri henüz açıklanmış değil ama ICANN bunun için web sitesini takip etmenizi öneriyor.**
185,000 Dolar büyük bir miktar. Ayrıca ICANN 2000 ve 2004* yıllarında yeni uzantılar eklediğinde bunlar hiçbir zaman .com veya .org gibi rağbet görmedi.

Ama yine de umuyorum Türk şirketleri kendilerini birebir ilgilendiren isimleri alan adı uzantısı olarak kaydettirmeyi denemedikleri için sonradan pişman olmazlar.

Çünkü daha şimdiden ICANN’in bu planı isim hakkı, tescilli markalar konusunda yeni ve ciddi hukuki tartışmalar yaratmaya aday.  

*2000 yılında .aero, .biz, .coop, .info, .museum, .name, .pro uzantılarını eklemişti. 2004 yılında ise .asia, .cat, .jobs, .mobi, .tel, .travel uzantıları eklendi.

**Ben şimdiden ilgi duyanlar için ilk elde sorulara cevap veren web adresini veriyorum —
ICANN web sitesi

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

ABD Ekonomisinde Kritik Bahar

Posted March 29th, 2011 at 8:39 am (UTC-5)
Leave a comment

Gabriel Garcia Marquez, “Kırmızı Pazartesi” adlı romanında işleneceği herkesçe bilinen ama bir türlü kimsenin engel olamadığı bir cinayeti anlatır. Herkesin, nasıl olsa birisi engel olur düşüncesiyle, basiretinin bağlandığı, bu yüzden de işlenmesine engel olamadığı bir cinayetin öyküsü.

Maliye Bakanı Tim Geithner, Ocak ayında Kongre’ye bir mektup yazıp, “Borç tavanını yükseltmezseniz bunun ekonomik sonuçları tam bir felaket olur,” dediği günden bu yana Kongre harekete geçmeyince, “Ya limit yükseltilmezse, ya bunun sonu ekonomik bir Kırmızı Pazartesi olursa” diye kendi kendime kuruntu yapıyorum. Bu mektubun basında yer aldığı günlerde duydum ki piyasalar da benim gibi tedirgin olmuş.

“Borç tavanı da ne oluyormuş, yükseltilmezse kimin boynu altında kalıyormuş, benim Dolar’larıma ne olacak?” diyorsanız, yani biraz içinizi daralttımsa, açayım.

Hem konuyu, biraz ileriki paragraflarda da içinizi… (Öyle ya deprem, tsunami, nükleer reaktör krizi, derken kimin yüreği kaldırır yeni bir mali felaketi…)

Amerika, iki savaş, bir mali kriz, bir de bunların üstüne yaşça büyüklerinin sağlık sigorta masrafları eklenince kazandığı parayla geçinemez oldu. Yani iki Dolar kazandıysa, üç Dolar harcadı. Onun için de çoğumuzun yaptığı gibi açığı borçla-harçla kapatmaya çalıştı. Harcamalar arttıkça, açıklar da arttı, açıklar arttıkça alınan borçlar. Ama her yetişkin gibi Amerika’nın da bir borç limiti var.

Bu borç limiti de Kongre tarafından belirleniyor.

Belirlenen limit 14,294 trilyon Dolar.

18 Mart 2011 itibariyle kullanılan borç miktarı 14,173 trilyon – yani belirlenen limite 121 milyar Dolar kadar yakın.

Maliye Bakanı Geithner mevcut harcama hızıyla 15 Nisan ile 31 Mayıs tarihleri arasında borç limitine varılacağını söylüyor. (Güncelleme notu: Son rakamlara göre 31 Mayıs daha büyük bir ihtimal olarak görünüyor.)

2 Kasım seçimleri sonrasında göreve başlayan Kongre’nin Cumhuriyetçi üyeleri, özellikle de Çay Partisi eğilimliler ise borç tavanının yeniden yükseltilmesine şiddetle karşı. Elbette Demokratlar da. Kim ister kazandığından çok para harcamak, borç üstüne borç eklemek!

Onun için de Kongre biraz “bekle-gör” politikası izliyor. “Hele bir konu önümüze gelsin o zaman bakarız,” diyor.

Peki bir Kırmızı Pazartesi olursa yani Kongre borç limitini yükseltmek için harekete geçmezse ne olur?

a) Hükümet günlük harcamaları için yeni borç toplayamaz. Eğer diğer kaynaklardan, mesela, vergi gelirlerinden elde ettiği nakit para yeterli değilse bazı hükümet daireleri kapanabilir. (Zaten 2011 bütçesinin Kongre’den geçmesi sırasında bu riskten kılpayı kurtulundu.)

b) Sağlık ve sosyal sigorta ödemeleri durabilir.

c) Borç faizleri ödenemediğinden temerrüde düşülür.

Amerika temerrüde düşerse?

Japonya’daki deprem 9,0 büyüklüğündeydi değil mi? Finans çevrelerindeki sarsıntı da işte böyle, yani Geithner’ın deyimiyle “felaket” boyutunda olabilir. Hükümet piyasalardan borç bulamazsa IMF gibi uluslararası kurumlardan kaynak arayışına yönelebilir. Kredi notu düşürülebilir, bu da alacağı yeni borçların yeni faiz oranlarına “tavan” yaptırabilir.

İşte durum o kadar riskli ki birilerinin bu felaketi önlemek için bir şeyler yapması gerekiyor.

121 milyar Dolar sonra “felaket kapıdayım” diyor.

Ama ben yine boşuna telaşlanıyorum. Çünkü Kongre — bu yıl biraz daha sert bir görünüm vermeye çalışsa da — 2002 yılından bu yana sürekli olarak borç tavanını yükseltiyor.

Onun için bu konuda görüş bildirenler bu yıl da tavanın yükseltileceğini söylüyor, “Ancak bunun için önce iyi bir pazarlık yapılacağından, harcamaların kısılması için ilgili tüm tarafların köşeye kıstırılacağından kimsenin kuşkusu olmasın” deniyor.

Ben şimdi Kırmızı Pazartesi edasıyla başlayıp “mutlu sonlu” Hollywood filmi havasında bitirdiğim yazıyla biraz kafa karıştırmış gibi oldum ama yakında bu tartışmalar gazetelerin köşe-bucak haberi olmaktan çıkıp, ön sayfalara fırlayınca, benim gibi hemen içiniz daralmasın diye yazdım.

Şunun şurasında boç limitinin aşılmasına ne kaldı ki, birkaç Pazartesi daha o kadar…

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

ABD Merkez Bankası Beklenen Açıklamayı Yapıyor

Posted March 22nd, 2011 at 1:05 am (UTC-5)
Leave a comment


Geçmiş zamanlarda henüz elektronik fon transferi yokken, zırhlı para araçları sokaklarda boy göstermemişken, nakit darlığına düşen bankalar mutemetlerinin eline bir çanta tutuşturup Merkez Bankası’na gönderirlerdi.

Mutemet de doğruca Merkez Bankası’nın iskonto gişesine (discount window) gider, çalıştığı banka için faizle borç para alırdı. Parayı çantasına doldurur doldurmaz da bankanın yolunu tutardı. (Mutemet ya, adı üstünde, itimat edilen insan, alıp parayı kaçmıyor yani!)

İşte bu uygulama gel zaman git zaman değişmedi. Amerika Merkez Bankası (FED), 98 yıl boyunca darda kalan bankalara iskonto gişesinden faizle borç para vermeyi sürdürdü.

Son mali kriz sırasında da koskoca yatırım bankaları, Amerika’nın her ucuna yayılmış ticaret bankaları, küçük ama ihtirasları büyük kasaba bankaları nakit darlığına düşünce Merkez Bankası’nın iskonto gişesi önünde kuyruğa girdiler.

Merkez Bankası da ahir zaman Hızır peygamberi gibi dardaki bankaların imdadına yetişti ve iskonto gişesine gelenleri geri çevirmedi. Böylelikle de gereksiz banka iflasları önlenmiş oldu.

2008 yılında, herkesin diken üstünde, panik içinde, yüreği pırpır, gözleri fıldır fıldır piyasalardaki gelişmeleri izlediği bu dönemde hangi bankaların Merkez Bankası’nın iskonto gişesine gittiği de sır gibi saklandı. Bunun arkasında, öyle Mevlana tarzı “Başkalarının ayıbını örtmede gece gibi karanlık ol’ türü mistik bir ketumluk yatmıyordu. Amaç kimin sıkıntıda olduğunu belli etmemek, bu şekilde sözkonusu bankaların mudileri arasında ek bir panik havasını engellemekti. Çünkü panikle kalkan, parasını çekmek için bankaya koşar, günün sonunda herkes zararla otururdu.

Ama Fox News ve Bloomberg gibi medya kuruluşları bu bilginin gizli tutulmasını içlerine de işlerine sindiremediler ve Bilgi Özgürlüğü Yasası kapsamında FED’e başvuruda bulundular. FED geri çevirince de öfkeli Amerikalıların kavgadaki en klasik hamlelerinden biri sayılan ‘See you in court’ edasıyla mahkemenin yolunu tuttular.

Alt mahkeme, üst mahkeme derken, iş uzadı. En sonunda da Anayasa Mahkemesi’ne kadar dayandı. Alt mahkemeler Merkez Bankası’na “Halktan aldığın parayı kimlere dağıttığının hesabını yine halka vermelisin” diyen Fox ve Bloomberg’den yana karar aldı. Bunun üzerine büyük bankaları temsil eden Clearing House Association, temyiz için ‘en bi yüksek mahkeme’ye gitmeye karar verdi.

Anayasa Mahkemesi ise 21 Mart günkü oturumunda birliğin temyiz başvurusunu görüşmeyi bile reddetti ve FED’e bilgileri açıklaması için beş günlük süre tanıdı.

FED’e de bu durumda, tanınan süre içinde iskonto gişesinden kredi alan kuruluşların isimlerini, aldıkları kredi miktarını ve hangi gün borç aldıklarını açıklama sözü vermekten başka çare kalmadı.

Merkez Bankası’nın açıklamalarına piyasaların nasıl bir tepki vereceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama şu ana kadar görülen de kayda değer: 98 yıldır Amerika Merkez Bankası ilk defa davalık oluyor ve ilk kez de davayı kaybediyor.

Hani şimdi burada yazıya son noktayı koyacak olan Neil Armstrong olsa “Amerika’da bankaların prestiji açısından küçük (düşürücü), şeffaflık ve hukukun üstünlüğü açısından büyük bir adım,” derdi herhalde.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Melek Çağlar

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı.

Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

YENİ EKONOMİ HAKKINDA

Washington'da alınan siyasi kararları, New York'ta piyasalara yön veren hareketleri ve 50 eyalette sıradan insanların yaşadığı ekonomik gerçekleri ‘Yeni Ekonomi’ farklı bir bakış açısıyla okuyucularına sunuyor.

Yeni girişim ve girişimciler, hız kazanan trend'ler, uzman değerlendirmeleri, araştırmalar, sayısal veriler, kısacası Amerikan ekonomisinin performansına dair tüm sağlıklı bilgiler ‘Yeni Ekonomi’de.

‘Yeni Ekonomi’, ilgi duyanların takip etmekten sıkılmayacağı yeni ekonomik normların ‘yol haritasını’ çıkarıyor.

Yahoo! Ekonomi

Archives