Kimdir, Neyin Nesidir Bu Motosikletli Kız Selin?

Posted January 20th, 2014 at 1:05 pm (UTC-5)
1 comment

Türkiye'deki gezilerimden kalan bir kare :)

Türkiye’deki gezilerimden kalan bir kare 🙂

Motosikletli Kız bloğunu yazmaya başlayalı yaklaşık 3 yıl oldu. Bu süre içinde beni hep yazılarımdan aldığınız ipuçlarıyla tanıdınız. Zaman zaman detaylı sorularınıza yanıt verme fırsatım oldu ama tabii her merak edilene yanıt veremedim şüphesiz. İşte hem Türkiye’de motosiklet bilincinin artmasına katkıda bulunmak hem de motosiklet kullanıcılarının kafasını camiadan eğlenceli haberlerle zaman zaman dağıtmak hedefiyle kurulduklarını anlatan bir motosiklet sitesi (online motosiklet dergisi de diyebiliriz – Adres için burayı tıklayabilirsiniz ) benimle iletişime geçip “Tanınmış motosikletçilerle bir dizi röportaj yapıyoruz. Sizle de bir röportaj yapmak isteriz” deyince bunu uzun zamandır yanıt veremediğim sorularınıza doğrudan bir yanıt fırsatı olarak görerek kabul ettim. 2014’ün başlarında yaptığımız röportajı çoğunuz sosyal medyada da takipçim olduğunuzdan zaten gördünüz. Ama parça parça yayınlandığı için kimi parçalarını atlayan ya da bulamayanlar olunca “Eh bu röportajı bloğa da koymanın zamanıdır” dedim. Hem görmeyenleri de dışlamamak lazımdı, değil mi? 🙂

Hayli uzun olduğu sayfaya bakar bakmaz anlaşılan röportajda ( 🙂 ) neler mi bulabilirsiniz? Önden fragmanı akıtalım o zaman 🙂

– Motosikletli Kız Selin kimdir, nedir, nereden çıkmıştır, iki tekerin üstünde nereye gitmektedir?

– Motosikletli Kız motor macerasına neden tok karnına başlamıştır, tok karnına gaz açmanın yan etkisi var mıdır? 🙂

– Türkiye’de nerelere “bırrrnnnnnn”lamıştır, Yunanistan’da AB fonlarıyla beslenmiş otobanlar üstünde neden teker aşındırmıştır?

– Motosikletli Kız Selin, Amerika’da günde 600 km motor kullanınca sonuç ne olmuştur? Selin’in zoru nedir ve neden bu kadar kilometre yapmıştır? 🙂

– Hangi motosikleti kullanmaktadır? Yıllardır neden o motosiklet modeli ve markasında ısrar etmektedir?

– Amerika’da motosiklet kullanmak nasıl bir deneyimdir? Türkiye’yle kıyaslamak ne kadar yerindedir, ne kadar değildir? 🙂

– Motosikletli Kız, motosikletçi kimliğinin dışında nasıl bir Selin’dir? 🙂

– Size bir rota önerecek olsa nereyi önerir?

– Motosiklet kullanan ünlüler hakkında ne düşünmektedir?

– Yollarda başına gelen en ilginç anılardan biri nedir?

Ve çok daha fazlası… Yeterince merak uyandırabildiyse buyrun aşağıdaki Motomagazine röportajına 🙂

Motosikletim (Burgman 650) Amerika'nın kasaba yollarında :)

Motosikletim (Burgman 650) Amerika’nın kasaba yollarında 🙂

  • Öncelikle bize kendinizden bahseder misiniz?

 

Türk motosiklet camiası beni Motosikletli Kız olarak tanıyor ama asıl ismim Selin Süer Ünlü. Kendimden bahsetmek için söze başlarken ilk aklıma gelenler motosikletçi ve televizyoncu kimliğim oluyor. İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra, hatta daha mezuniyet töreni bile yapılmadan gönlümdeki iş olan televizyonculuğa başladım. Önce o zamanlar adı SkyTürk (Şimdilerin Skytürk 360’ı) olan haber kanalının Dış Haberler masasında editör oldum. Daha yeni kurulan bir kanal olduğundan, orayı çok sahiplenen, heyecanlı bir ekipten işin A’sından Z’sine herşeyi öğrenme fırsatım oldu. Üniversitede simultane çevirmenlik eğitimi almamın da sağladığı avantajla kısa süre sonra, haber ve program seslendirmeleri de yapmaya başladım. Irak Savaşı başlayınca, televizyonculuğun inceliklerini öğrendiğim o dönem, birden sabahlara kadar, ağzım kuruyana dek canlı yayında çeviriler yaptığım, ajanslardan aralıksız haber çevirdiğim dönem de oluverdi. O zamanlar yoruldum belki ama saatlerce canlı yayında kalmanın ağırlığı ve sorumluluğu ilerleyen yıllarımda meslekte en büyük altın bileziğim oldu diyebilirim. Buradan sonrasını biraz hızlı sarmak gerekecek çünkü Türkiye’de medya mensubu olmanın “olmazsa olmazı” sayılabilecek o kanaldan bu kanala geçme dönemini yaşadım sonraki 3-5 senede 🙂 Kısa bir süre bir derginin Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapmanın, IBM’de bir proje için çalışmanın ve bir dönem üniversitede çeviri dersleri vermenin dışında geri kalan yıllarım dış haber editörlüğü ve profesyonel seslendirme yaparak geçti. TV8 ve ardından da son olarak yaklaşık 2 yıl NTV’de çalıştıktan sonra Amerika’dan gelen bir teklifi değerlendirdim ve 5 yıl önce Washington’a taşındım.

Bütün bunlar mesleki geçmişimdi, özetle. Onun dışında konuşmayı, anlatmayı, gülmeyi, ikna etmeyi seven, gezmeye bayılan ve her küçük tatilini görmediği yerlere giderek geçirmeye çalışan, çocukluğundan beri yüzmeye, denize, denizin altına, deniz altını fotoğraflamaya (amatörce – ama gelişen teknolojinin yardımıyla giderek daha keyifli biçimde 🙂 ) bayılan, kimseye okumadığı ama bir gün kitaplaştırmayı planladığı yüzlerce şiiri olan, yazmayı-çizmeyi, derdini kelimelerle anlatmayı çok seven bir insanım. Türkiye’nin birçok yerinde gezerek büyüdüğü için öyle uzun yıllar öncesine dayalı arkadaşlıkları olmayan, o yüzden de biraz melankolik bir çocukluk geçiren, bu durumu da yazıya dökerek paylaşmayı seven bir insanım. Hayvanları çok severim. Hayatım boyunca da hep bir kedi, köpek, kuş, tavşan, sincap, balık gibi hayvanım olmuştur evde. Hatta annemle babam sağolsun, evimizden yaralı keklikler, güvercinler, annesiz ördekler de geçmiştir çok J Bir de motosikletçi Selin var ki onu da sonraki sorularda anlatsam daha iyi olacak galiba 🙂

  • Amerika’ya gitmeye nasıl karar verdiniz? Bildiğimiz kadarıyla orada bir medya kuruluşunda çalışıyorsunuz, neler yapıyorsunuz?

 

Bu da haberci Selin (TGRT Haber Ortak Yayını'nda) :)

Bu da haberci Selin (TGRT Haber Ortak Yayını’nda) 🙂

5 yıl önce, NTV’de çalıştığım sırada Washington’da yayın yapan Voice of America (VOA – Amerika’nın Sesi) televizyonundan gelen teklifi değerlendirdim. Amerika’ya gelme planım çocukluğumdan beri vardı ama zamanı 2008 yılında geldi. O gün bugündür de VOA’de yayıncı/sunucu/editör olarak çalışıyorum. TGRT Haber’le ortak yaptığımız yayınlarda Amerika gündeminin en çok öne çıkan maddesine dair ayrıntıları ve tartışmaları haftanın belli günlerinde Türkiye’ye aktarıyorum. Ayrıca son bir buçuk yıldır da Salı’dan Cuma’ya kadar 20:45 civarında başlayan 15 dakikalık canlı bültenin hazırlanmasında görev alıyor ve sunuculuğunu yapıyorum. Tabii sizlerin de beni tanımasına vesile olan motosiklet bloğumu unutmamak lazım. Yaklaşık 3 yıldır da Motosikletli Kız bloğuyla, VOA internet sitesi üzerinden motosiklet tutkunlarıyla Amerika maceralarımı ve motor aşkımı, buradaki hayata dair ince ayrıntıları paylaşıyorum.

 

  • Motosiklet tutkunuz ilk olarak ne zaman başladı? İlk motosikletinizin modeli neydi mesela? Şu an hangi marka ve model motosiklet kullanıyorsunuz?

 

İlk motosiklet maceramı, bloğumun ilk yazısında kısaca anlatmıştım. İzninizle, o yazıyı hiç görmemiş kişiler olabileceği varsayımından hareketle bu sorunun bir bölümünde o yazıdan alıntı yapacağım.

Bindiğim ilk 50 CC'lik iki teker işte bu. Yıl: Ben biraz daha gençken...

Bindiğim ilk 50 CC’lik iki teker işte bu. Yıl: Ben biraz daha gençken…

Motor maceram yaklaşık 10 yıl önce Marmaris İçmeler’de tatil yaparken başladı. Denize doymak için gidilmiş tatilde İçmeler ve Turunç arasında mekik dokuyabilmek için bir araç şarttı. Motorculuk ailede de var serde de… Eh durum böyle olunca kendimi kiralık bir Honda Beat’in üstünde buluverdim birden. Çok karmaşık komutlarla öğrendiğimi söyleyemem. Aslında tam olarak şöyle oldu:

“Bunların hangisi fren hangisi gaz?” sorumla başlayan 40 saniyelik demo süreci etraftakilerin “Motor altından kaçar haaaa…”nidaları eşliğinde motoru kaldırıp boş bir Pazar alanı olan arazide iki tur atıp dönmemle sonlandı. Ardından kendimi hemen ustalaşmış sayıp “Ben birkaç tur daha atacağım” havasına girmem de göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşti 🙂

Bu arada herkes böyle alengirli işleri gündüz vakti öğrenirken benim niye gece gece, üstelik dolu mideyle (latife ediyorum tabii) öğrendiğimi de ben bile yıllarca anlayamadım  O tatil boyunca birçok güzel şeyi bir arada yaşadım. İki kez aşık oldum. Bunlardan birisi de iki tekere duyduğum aşktı. İstanbul’a döner dönmez yoğun haber temposunun arasında her bunaldığımda motosiklet ilanlarına bakarken buldum kendimi. Trafikte boğuldukça tenimde rüzgarı duymayı özledim. Bloğumda da yazmıştım. İstanbul trafiği öyle bir arap saçına dönmüştü ki, o dönem bir helikopter sahibi olmanın en iyi alternatifi motosiklet almaktı! Helikoptere param yetse, kendim kullanmak şartıyla onu da çok isterdim. Ama motor, her türlü kurtarıcılığıyla ve heyecanıyla orada, harika bir fikir olarak duruyordu karşımda 🙂

Her türlü hısım akrabanın “Yapma, İstanbul’da motor mu kullanılır” uyarılarını o sırada içimde çalan “freedom” temalı değişik şarkılarla susturup bir motor aldım.  İlk motorum Suzuki Burgman 150 CC’ydi. Onunla İstanbul-İzmir macerasından sonra, artık 150 CC’nin beni kesinlikle kesmeyeceğini anlayıp Suzuki Burgman 400’e terfi ettim. Türkiye’de yaşadığım sürece de gri renkli Burgman’ımı kullandım.

Amerika’ya geldiğimde de motosikletimden çok memnun olduğum için hiç farklı bir marka ve

Kongre'nin hemen önünde poz veren Burgy'm :)

Kongre’nin hemen önünde poz veren Burgy’m 🙂

model düşünmeden hemen Burgman ilanlarına bakmaya başladım. “Harley’in cenneti Amerika’da neden Burgman?” diye soranlara da kişinin kendisini özdeşleştirdiği, üzerinde konforla uzun seyahatler yapabildiği, her manevrasını ezbere bildiği motorun daha sağlıklı olduğu yanıtını verdim hep. Ayrıca Washington ve civarında yollarda gördüğüm Burgman sayısı o kadar azdı ki, Burgman’a biniyor olmam bir ünlüden hallice sürekli yollarda durdurulup “Bu motor nedir? Çok güzelmiş? Bununla nerelere gittin” sorularıyla karşılaşmama ve gördüğüm ilgiden sessizce şımarır hale gelmeme de yol açtı yıllardır J Bu ilgiyi, burada peynir ekmek gibi satılan bir Harley’in üzerinde görmem ve motoruma tekrar tekrar aşık olmam pek yüksek bir olasılık değildi 🙂 Önce tıpkı Türkiye’deki Burgman’ım gibi gri bir Burgman 400 aldım. Bir sene sonra da artık “Kadınlara, 650’lik Burgman ağır gelir. Alma sakın” diyenlerin lafını dinlememek gerektiğine karar verip beyaz bir Burgman 650’ye terfi ettim bu kez. Burgman 650, o gün bugündür “Niye daha önce almadım ki” dediğim motorum oldu.

İşte böylece yaklaşık 10 yıldan beri aldım, sattım, kiraladım, Avrupa’da binlerce, Türkiye ve Amerika’daysa onbinlerce kilometre yol yaptım, motoru kullandım, artçı oldum, co-pilotluk oynadım ( 🙂 ) ve bir gram bile dinmedi motosiklet aşkım.

 

  • Türkiye ve Amerika’da motosiklet sürücüsü olmanın en temel farkı/farkları neler? İki ülkede de motosiklet sürmüş biri olarak neler söylersiniz?

 

En temel farkla başlayalım önce. Amerika’da motosikletlere, olmaları gerektiği gibi yani bir motorlu taşıt gibi muamele ediliyor. Şeritte en az bir otomobil ya da bir başka motorlu araç kadar yere sahip, takip mesafelerine özen gösteriliyor ve motosikletçi şeritten hemen kenara itilmesi ya da arkadan son sürat gelerek kenara çekilmeye zorlanması gereken bir taşıt gibi muamele görmüyor. Diğer sürücülerin ne kadar hakkı varsa, şeritte ve trafikte sizin de o kadar hakkınız var. Türkiye’deki motosiklet maceralarımı düşündüğümde en çok içimi acıtan bu oluyor. Motor tamamen keyifle özdeşleşen bir tutku ve hobi alanıyken, Türkiye’deki trafikte bir savaşın içindeymişçesine iteklenen, hakkına saygı gösterilmeyen bir nesneye dönüşüyor. Sanki üstünde can taşımıyormuşçasına, diğer araç sürücülerinin kenara itmeye, yoldan çekilmeye zorladıkları bir taşıta dönüşüyor. Biz de motorsikletçiler olarak zaman zaman buna katkıda bulunacak hareketler yapmıyor değiliz tabii. Trafik çilesinden hepimizi yıllarca kurtaran, araçların arasından, emniyet şeritlerinden, kısacası aradan dereden gitmek oldu. Ben de yaptım, hepimiz yaptık.

Selin Amerika yollarında :)

Selin Amerika yollarında 🙂

Belki büyük şehir trafiğinde akıl sağlığımızı korumamıza yardımı oldu bunun, ama riskleri de artırdı; bir motorlu taşıt değil de kenarda köşede yol alması gereken bir nesne gibi görülür hale gelmemize katkıda bulundu. Amerika’da kurallar çok katı. Emniyet şeridinde yakalanırsanız yandınız bir kere. Birçok eyalette iki aracın arasında seyahat etmek de kanunen yasak. O eyaletlerde, şeritte ip gibi duran araçlar içinizdeki şeytanı harekete geçirse de iç çeke çeke, trafikte kuzu gibi beklemeyi öğreniyorsunuz. Trafik cezaları Türkiye’de de ağırlaşıyor ve şikayet ediyoruz bu durumdan. Ancak trafikte can güvenliğinin tek şartı sıkı uygulanan kanunlar ve sürücülerin –bazen istemeden bile olsa-  kanunla gelen o saygıyı size göstermek zorunda olmaları.

Son olarak şöyle bir örnek vererek Amerika’da motosiklet kullanmanın aslında ne kadar kolay ve keyifli olduğunu en çarpıcı haliyle anlatabilirim sanırım: Birkaç yıl önce bir çılgınlık anında Washington-Boston seyahati kararı aldık. Boston’a kadar (yaklaşık 640 kilometre) çok az şerit değiştirerek, kendiliğinden akan bir trafiğin içinde yol aldım. Boston’a vardığımda bir tek araç tarafından bile taciz edilmemiş, yoldan çekilmeye zorlanmamış ya da bir kez bile korna sesi duymamıştım. Bundan daha huzurlu bir yolculuk olabilir mi? Sıkı bisikletçi (günde 20 kilometre bisiklet kullanabilen!) Amerikalı bir komşumun her motor muhabbetinde bana “Çıldırmış olmalısın. Motor çok tehlikeli değil mi?” sorusuna “Olur mu? Amerika’da bu iş çocuk oyuncağı” diyerek gevrek gevrek gülümsemem de bundan kaynaklanıyor. Amerikalılar, buradan bakınca, Bir Türk motosikletçinin durumunu anlayamıyor tabii 🙂

 

  • Türkiye’de motosiklet kültürünün yeni yeni yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Sizce bu konuda neler yapılabilir?

 

Aslında Türkiye’de motosiklet kültürü hayli yol kat etti. Ama bu tek boyutlu, yani büyük oranda motosiklet satışlarının artması şeklinde yansıdı günlük hayata. Motorun, tıpkı trafikteki diğer araçlar kadar hakkı olan, can taşıyan bir motorlu taşıt olduğu gerçeğini ise hala anlatmakta güçlük çekiyoruz Türkiye’de. Bunda, daha önce de söylediğim gibi biz motosikletlilerin yaptığı bazı hataların da vebali yok değil. Yani aslında saygı görmek isterken, diğerlerine saygı

Rolling Thunder'da sürüşe katılan Amerikalı motorcular Foto: Selin Süer Ünlü

Rolling Thunder’da sürüşe katılan Amerikalı motorcular Foto: Selin Süer Ünlü

göstermemiz gerektiğini unutmamızdan oluyor trafikteki bütün sorunlarımız. Öncelikle motorcuların da şeritlerde kabul görebilmeleri için trafiktekilere belki de o sıkıştırdıkları, itekledikleri, canını tehlikeye attıkları sürücülerin kendi arkadaşları ya da akrabaları çıkabileceğini anlatmak gerekiyor önce. “Motosikletlileri Fark Edin” kampanyalarının kamuoyunda sözü itibar gören kişiler tarafından daha çok desteklenmesi de önemli bir adım olur. Motosikletin freni sıktığın anda bir araba gibi durmayacağını, ya da belli bir hızdan yukarıya çıkamayan bir motosikletin ne kadar kornaya basarsanız basın yolunuzdan hemen çekilemeyeceğini her fırsatta, dilimiz kuruyana kadar anlatmamız gerekiyor. Ben Motosikletli Kız Selin olarak elimden geldiğince Türkiye ve Amerika’daki gündemi takip ederek güvenli sürüş teknikleri, trafikte görünürlüğün önemi gibi konuda yazılar yazıyor ve röportajlar yapıyorum. Sosyal medyada getirdikleri sese bakılırsa, aslında her motorcunun dile getirmek istediği ve duymaktan hoşlandığı konular bunlar.

Hep trafik kültüründen bahsettik ama motosiklet kültürü deyince bunun bir de “kişide başlayıp, kişide biten” kısmı da var. Örneğin, motor alırken kendinize uygun, boyunuza, kilonuza, kullanım amaçlarınıza (daha çok uzun yol mu yoksa şehir içi kullanımı mı olacak, şekil mi önemli konfor mu; beygir gücü mü yoksa motorun iş görürlüğü mü gibi) bakarak adım atmanın da önemi büyük. Motosiklet kültürü dediğimiz kavram, motosikletçilerin bu kültürü topluma aktarırken onu nasıl temsil ettikleriyle de şekilleniyor çünkü. Sırf gösteriş için alınan motorlar ya da koruma ekipmanı olmadan, kasksız yapılan seyahatler, trafikte motorun gücünü başka sürücüleri rahatsız edercesine kullanma gibi konular, insanların da motosiklet ve motosikletçilere karşı olan halihazırdaki önyagılarını kuvvetlendiriyor zira. Artık kaskı, “ceza yememek için” değil, hayatla ölüm arasındaki ince çizgimizi belirleyeceği için takmamız gerektiğini anlamamız gerekiyor.

  • Özellikle ünlü isimlerin motosiklete olan ilgisinin arttığını görüyoruz. Sizce bu yukarıda bahsettiğimiz kültürün oluşmasında olumlu ya da olumsuz bir etken olabilir mi?

 

Bu konuya çok pozitif yaklaşacağım ve olumlu bir etkisi olacağına inandığımı söyleyeceğim. İnsanların hayranı oldukları ya da bir şekilde kamuya mal olduğu için tanıdıkları isimleri daha çok iki teker üstünde görmeleri motora olan sevgi ve ilginin de artmasına mutlaka katkıda bulunuyordur. Ancak bu isimlerin, ellerindeki imkanları, yani kamuoyunun önünde olma ve doğru imajı, doğru yollardan iletme imkanlarını çok fazla kullandıklarını düşünmüyorum. Burada “ünlüler sürekli mesaj vermeli” kervanına katılmıyorum kesinlikle. Anlatmak istediğim örneğin bir gazetede köşesi, bir televizyon programı ya da bir dizisi, filmi olan ünlülerin kendilerine medya organlarında tanınan sürelerde kısa da olsa motosiklet felsefesinden, yani insana verdiği huzur ve özgürlük duygusundan bahsetmeleri, motosikletçilerin trafikteki sorunlarından –sıkıcılığa kaçmamak şartıyla- bahsetmek için bir-iki dakikalarını ayırmalarının faydası büyük olurdu.

Aynı şekilde kasksız, korumasız, ya da artçısına doğru koruma ekipmanlarını giydirmeden kameralar karşısında poz veren ünlülerin de bir o kadar olumsuz etkisi olabilir. Ben “ünlülerin hayatı kendinedir, örnek olması gerekmez” fikrine çok katılmıyorum. Kamuoyuna mal olmanın getirdiği bir yükümlülük olduğuna ve ünlülerin de bu yükümlülüğü kendi oluşturdukları örneğe dikkat ederek yerine getirebileceklerine inanıyorum.

  • Hangi tür motosiklet modellerini seviyorsunuz? Motosiklet sporunda Türkiye ya da dünyadan sevdiğiniz motosiklet sürücüleri var mı, kimler?

 

Amerika'ya ilk geldiğimde aldığım Burgman 400'üm :)

Amerika’ya ilk geldiğimde aldığım Burgman 400’üm 🙂

Motosiklet modellerini/türlerini fazla ayırt etmediğimi fark ettim bu soruyu yanıtlarken J Ama mesela bir racing’e binmeyi hiç düşünmedim. Ya da bazı cruiser’lar bana hiç sıcak gelmiyor. Aslında demek ki bilinçaltımda bir ayrım yapıyormuşum 🙂 Fakat bütün bunları söylerken o “tip” motorlara binleri de “tuhaf” karşılamıyorum. Motosiklet, daha önce de dediğim gibi, çok kişisel bir seçim bence. Bedeninize, gözünüze, güç/beygir arzunuza, kullanım amaçlarınıza ve bütçenize uygun motorla gezmek, gösteriş olsun diye bir motor alıp ona binmekten daha anlamlı geliyor bana. Racing’le mutluysanız, onun üstünde olmalısınız. Ama daha motoru viraja nasıl sokacağınızı bilmiyorsanız, yollarda diğer araçlarla yarışırken viraja girmekten kaçınmalısınız en azından! Ayaklarınız yere tam basmıyorsa, almayı düşündüğünüz motor size göre olmayabilir ya da!

Honda Gold Wing gibi, BMW’nin lüks touring’i K1600 GTL gibi motorlar bana çok çekici gelse de, bir maxi-scooter benim kullanım ihtiyaçlarıma ve göz zevkime hayli uyduğu için Burgman’ınımı tutkuyla sevdim hep 🙂 Ayrıca maxi olmasa da scooterlar da bana şehir içi kullanım için en mantıklı motorlarmış gibi geliyor. Türkiye’de bazı sahil kent ve kasabalarında başka bir alternatifi düşünmek bile saçma gibi geliyor bana mesela.

Bu arada hep bana sorulan soruya da burada (okuyucuların kafasında bu soru olabileceğini düşünerek) yanıt vereyim isterim. Vitesli motor ve otomatik motor ayrımı hiç yapan bir motorcu olmadım. Zaman zaman test etmek için ya da kiraladığımda vitesli motor da kullandım ancak 650’lik bir maxi scooter, bana hem trafikteki gücünün gayet yeterli olması hem de sıkışık büyük şehir trafiklerinde beni vites hamallığından ve yoruculuğundan kurtardığı için daha cazip geldi hep. Hem Burgman 650’nin manuel kullanım özelliğinin de olması (Gerçi bildiğiniz vites sisteminden ziyade vitesleri birer tuşla yükselttiğiniz, arabalardaki CVT şanzuman gibi bir sistem bu ama) zaman zaman daha kısa vites aralıklarıyla, daha atak kullanabilmem için de bana yeterince imkan sunuyor (Bu Burgman’ın en sıkı savunucusu ben olabilirim diye şüphe duyuyorum kendimden! 🙂 )

Dünyadan hep ilgiyle izlediğim motosikletçiler arasında Marc Marquez, Valentino Rossi ve Jorge Lorenzo gibi isimleri sayabilirim. NTV’de çalıştığım yıllarda MotoGP yarışları sonrasındaki basın toplantılarını canlı yayında simultane çevirdiğimden o zaman ayrı bir dikkatle ve heyecanla izlerdim yarışları 🙂

Türkiye’de kadınlardan Name Ekin ilk aklıma gelen isimlerden. Giderek çıtayı yükselten Nazlıcan Aydın’ı da ilgiyle takip ediyorum. Erkeklerde Kenan Sofuoğlu’nu atlayamayız zaten. Başarılarıyla basında çok yer bulduklarından neredeyse herkesin tanıdığı bu isimlerin dışında pist yarışlarında zoru başaran, zaman zaman gözden kaçırdığımız çok isim olduğuna da eminim. Türkiye’den uzak olduğum yıllarda benim de haberlerden, internet forumlarından başka takip etme imkanım olmadı birçok ismi…

 

  • Şimdiye kadar motosikletinizle nerelere yolculuk yaptınız? Buralarda karşılaştığınız enteresan bir şey, unutamadığınız bir anınız var mıdır?

 

Türkiye içinde ve dışında birçok yere yolculuk yaptım. Kimisi günübirlik gezilerdi, kimisi daha uzak rotalara yapılanlardandı. İstanbul, Bandırma, Ayvalık (oradan feribotla) Midilli, Santorini, Paros, Mikanos gibi Yunan adalarına gidip, Atina ve Selanik, Kavala, Edirne, İstanbul rotasından Türkiye’ye döndüğüm seyahat en uzunlarındandı. Yol boyunca birçok virajda gördüğüm deniz manzaraları o kadar güzeldi ki yıllar sonra bile gözlerimi kapadığımda hala o yolu hatırlıyorum. Amerika’daysa en uzun seyahatim Washington-Boston arası olandı. Bir günde 600 küsur kilometre. Seyahat bittiğinde, aralarda verdiğim onca molaya rağmen vücudumdaki bütün kaslar titreşiyordu! J Washington yakınlarındaki ulusal parklara yaptığım günübirlik yolculuklarsa yolda görmeyi beklemediğim birçok şeyi gördüğüm yolculuklar oldu. Örneğin Türkiye’de yollarda görmenin mümkün olmadığı birçok hayvan önüme çıktı. Tilkiler, geyikler, rakunlar, kunduzlar, yabani tavşanlar bunlardan bazıları. O yüzden yanımda fotoğraf makinesi olmadan yola çıkmam.

İşte uzaktan sevimli yakından tehlikeli Ursus Americanus :) (Photos.com)

İşte uzaktan sevimli yakından tehlikeli Ursus Americanus 🙂 (Photos.com)

Amerika’da hangi köşe başında nasıl güzel bir fotoğraf karesiyle karşılaşacağınız belli olmaz çünkü  🙂 Ama en unutulmazı  Virginia eyaletindeki Blue Ridge Dağları arasında uzanan, rüya gibi 170 kilometrelik Skyline yolunda ilerlerken, karşıma aniden şirin bir kara ayı yavrusu çıkmasıydı. Motor kullanırkenki en sert frenimi o an yapmışımdır herhalde. “Etrafta anne ayı var mıdır” diye düşünmeden motorun arka çantasından fotoğraf makinesini çıkarmaya çalışmam da sanırım o an heyecandan sağlıklı düşünme yetimi kaybetmiş olmamdandır! 🙂

 

  • En beğendiğiniz ve okuyuculara da önerebileceğiniz bir yolculuk rotası var mı?

 

Daha önce de bir röportaj sırasında bu rotadan bahsetmiştim, şimdi de bir kez daha önermek

Santorini'de gün batımı... Foto: Selin Süer Ünlü

Santorini’de gün batımı…
Foto: Selin Süer Ünlü

isterim. Yunan Adaları turu ve oradan Atina’ya geçip karayolundan Türkiye’ye dönüş. İtalya ve Fransa’ya ben motosikletimde gitmedim. Ama Türk motorcular çok gezgin. Gidenlerden o rotaların da rüya gibi olduğunu gördüm. Fakat kendi tecrübe ettiğim kadarıyla Yunan Adaları’nın alışkın olduğumuz damak tadına hitap eden yemekleri ve Ege’nin güzelliğiyle insanı aynı anda hem evinde, hem de uzaklarda hissettirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Yunanistan’da motosikletler o kadar yaygın ki, trafikte motorcuların hakimiyetini görmek ve o rahatlığın bir parçası olmak da güzeldi. Atina-Edirne arasında, çoğu AB fonlarıyla yapılan muhteşem otobanlarda seyahat de ayrı keyifliydi. Şiddetle tavsiye edilir! 🙂

 

  • Motosikletle ilgili ilginç ve farklı konuları ele aldığınız bi blog’unuz var. Blog fikri nasıl doğdu? Konuları nasıl belirliyorsunuz?

 

5 yılı aşkın süredir çalıştığım Voice of America (Amerika’nın Sesi) radyo/televizyonunda bir dönem Türkçe bölümü internet sitesine değişik bloglar ekleme kararı aldık. Böylece Amerika’da yaşam, politika vs gibi konularda daha kapsamlı yazıları okuyucularla paylaşabilecektik. Motor hayatımın çok önemli bir parçası olduğundan ve site için çok da sıradışı bir fikir olduğundan motosiklet maceralarımı Türk motorcularla paylaşmak ve Amerika’da yaşamın inceliklerini motosiklet aşkı üzerinden anlatmak çok çekici bir fikir gibi geldi bana. Yöneticilerim de bu konuya gayet sıcak yaklaşınca ilk yazımı 2011 yılının Mart ayında (“Yapma Kızım” Dedi Herkes başlıklı yazı) yazarak başladım. Çok kısa sürede Türkiye’de aynı heyecanları, aynı tutkuları paylaşan motorcular bloğu kelimenin tam anlamıyla bağırlarına bastı. Ben de önce Amerika’da ehliyet alma çilesini, uzun yol maceralarımı, Amerikalı motosikletçilerden dinlediklerimi, öğrendiklerimi, ilginç yol manzaralarını paylaşarak besledim bloğu. Sonra, Türkiye’deki motosiklet camiası ve Avrupa’daki Türk motorcularla ilişkimiz öyle bir güven noktasına geldi ki bu kez sadece Amerika’nın sesini onlara değil, onların seslerini, gündemin aralarında kaybolan haberlerini, sıkıntılarını, ve arzularını da Türkiye’ye duyurmaya başlar oldum. Türk motosiklet kulüpleri, motosiklet kültürü adına attıkları olumlu adımları benimle paylaştılar, ben de okuyucularla. Washington’daki motosiklet fuarını da hem videolarla hem fotoğraflarla Türkiye’ye taşıdım, Türkiye’deki motosiklet fuar ve etkinliklerinden kulüplerin yaptıklarını ve yapacaklarını da. Sık sık Amerika’daki forum ve dergilerden okuduğum faydalı sürüş tekniklerini de paylaşır hale geldim. Bu tekniklerin çok faydasını görenler olduğunu yazdıkları emailler vasıtasıyla öğrendikçe mutluluktan dört köşe oldum 🙂 Sonra bir de bloğun sevilen özelliklerinden “Selin’in Sesinden”i ekledim. (Örnek bir sesli yazı için burayı tık tık 🙂 )Yazdığım yazıların büyük bölümünü, okumaya üşenen ya da üşenmese bile dinlemeyi okumaya tercih eden okuyucularım için seslendirmeye başladım. Serde seslendirmenlik olunca, işin bu kısmı bana keyif verdiği gibi okuyuculardan da çok sıcak bir karşılık görünce, ısrarla sürdürdüm. Amerika gezilerimin bir bölümünü, köy, kasaba yollarını vs videolu yazı olarak hazırladım ve YouTube’da Motosikletli Kız Selin kanalında paylaşmaya başladım. Onbinlerce kişi izledi videoları, paylaştılar ve “Dahası yok mu?” dediler bugüne dek. Böylece konuları da bir yerden sonra ben değil, onlar belirlemeye başladı aslında 🙂 Bu arada geçtiğimiz yıl beni hem çok duygulandıran hem de gururlandıran bir gelişme de çalıştığım şirket VOA’in ilk kez vermeye başladığı teşvik ödüllerinde bloğumun bir kurul tarafından “Sıradışı Konularda Mükemmeliyet” kategorisinde aday gösterilmesi oldu. VOA’deki diğer ülkelere ait bölümlerin bloğa ilgi duyup, kendi ülkelerindeki televizyonlarda yayınlanmak üzere benimle röportaj yapmaları da ayrı bir zevk ve gurur kaynağıydı benim için.

Motosikletli Kız Selin Türkiye'deyken :)

Motosikletli Kız Selin Türkiye’deyken 🙂

  • Eklemek istedikleriniz…

Röportajda oldukça detaylı olarak birçok konuya, kendime, hayatıma, motosiklete bakışıma değindim zaten. Ama son olarak, motosiklet tutkunu ve Amerika’da yaşamı merak eden okuyucularınız için bloğumun adresini yazmamda fayda var sanırım.

Bana görüşlerini, fikirlerini yazmak isterlerse email adresim: motosikletlikiz@gmail.com

Aşağıdaki kavramların sizde ilk çağrıştırdığı kelimeleri yazar mısınız?

Motosiklet: Tutku

Kask: Olmazsa olmaz

Scooter: Keyif/Konfor

Yolculuk: Hayat

Touring: Uzaklar

İki teker: Yaşam biçimi

Vizör: Dünyaya açılan pencere

Enduro: Off Road 🙂

Aşağıdaki soruları cevaplar mısınız?

En sevdiğiniz motosiklet markası: Suzuki kullanıyorum ama hem Suzuki yanıtını vereceğim hem de Honda

Motosiklete en çok yakışan renk: Benimkine en yakışan beyaz. Ama motora ve tipine göre değişik favori renklerim olabilir tabii 🙂

En favori yol rotası: İstanbul, Bandırma, Ayvalık (oradan feribotla) Midilli, Santorini, Paros, Mikanos gibi Yunan adalarına gidip, Atina ve Selanik, Kavala, Edirne’den yine İstanbul 🙂

Motosikletiniz şarkı olsaydı ne olurdu? What A Wonderful World (Motorda mutlu mutlu yol alırken aklımdan hep bu şarkı geçer)

Motosikletinize verdiğiniz isim: Burgy (Burgman’dan kısaltılmış, çarpıtılmış bir takma isim)

​​

Pissst! Bu Çok İşinize Yarayacak :)

Posted December 11th, 2013 at 4:21 pm (UTC-5)
Leave a comment

Çalıştığım yerin yakınlarındaki Kongre binası da kar fırtınasından nasibini almıştı Foto:AP

Çalıştığım yerin yakınlarındaki Kongre binası da kar fırtınasından nasibini almıştı Foto:AP

Motoru Kış Uykusuna Nasıl Hazırlamak Lazım?

Bazı videolar vardır, eskimez! Daha doğrusu tarihleri eskir de içerikleri eskimez… Birazdan izleyeceğiniz video da işte böyle bir şey 🙂 Grip olacak gibi hissettiğinizde sarıldığınız, tam zamanında alınmış C vitamini gibi gelecek size 🙂

Şu son birkaç günde Amerika’nın Kuzeydoğu eyaletlerinin büyük bölümünü kar kapladı, Washington gibi şanslı yerler bu kez ucuz atlattı ancak şu bir gerçeği değiştirmiyor ki kış artık “tam anlamıyla” kapıya dayandı. Türkiye’nin kimi kentlerinde hiç kar yüzü görmeyen şanslı motorcuları bir kenara koyarsak, büyük oranda motorcu da tıpkı benim gibi motosikletlerini bir süreliğine güvenli bir yere kaldıracak. Homurdana homurdana da olsa arabalarıyla kent trafiğine girecek ve her gün “bahar gelse” diye iç çekecek 🙂 İşte bu dönemde kullanılmak üzere, tarihi 2011’e kadar uzanan bir videolu yazım size yol gösterici olacak 🙂 Şu ana kadar 6bin küsur motorcuya ulaştı ve yardımcı oldu bu video.

Siz de hala görmeyenlerdenseniz, buyrun efendim işte size: “Bir Motor Kış Uykusuna Nasıl Hazırlanır?” videosu…

Konu mankenimiz benim canım Burgman 650’m. Kendileri bugünlerde kapalı garajda beni özlemekle meşgul, ben ise onu rüyamda görmeye devam etmekle 😉

Motosiklet tutkunlarını hiçbir şeyin motorundan ayıramayacağı coğrafyalarda/kentlerde yaşama dileğimizi de bir kez daha vurgulu, altı çizili, kalın harflerle yazalım. Sonuçta söz uçar, yazı kalır 😉

 

Motosikletli Kız’ın Amerika maceralarına ya da böyle faydalı ipuçlarına dair videoların hepsini YouTube’da toplu olarak bulabilirsiniz. Bulma niyetindeyseniz burayı tıklayınız 🙂

Ya da Motosikletli Kız Selin’i Twitter’da da takip edebilir, Amerika macerasına dahil olabilirsiniz:

​​

Panik Yapmayın!

Posted November 11th, 2013 at 2:15 pm (UTC-5)
7 comments

 

Amerika'nın bol rüzgarlı köprülerinden Bay Bridge üzerinden geçerken (Ben)

Amerika’nın bol rüzgarlı köprülerinden Bay Bridge üzerinden geçerken (Ben)

Bu yazıda biraz sürüş tekniklerinden bahsedeceğiz. Malumunuz havalar iyice soğudu. Biz motorcular için çok da keyifli olmayan günler başlıyor. Aranızda karda kışta motorunu bırakmayan ve sürekli motor tepesinde hayat sürenler olduğunu biliyorum  🙂 Özenmiyor değilim ama ben biraz da kadınlık bahanesi olsa gerek ( 🙂 ) soğuk havalarda motorda olmayı pek sevmiyorum. Gerçi kar-kış bir yana, şiddetli rüzgarda motosiklet sürmek de ayrı bir sanattır. Amerika’ya geldiğimden beri rüzgarda çok motor kullandım. Üşütmeyen bir hava varsa, rüzgar hiç sorun değil benim için. Fakat rüzgarda güvenli sürüşün inceliklerini bilmek lazım. Özellikle otobanda dev tırların yarattıkları rüzgar kıskacıyla sizi zor durumda bırakma olasılıklarının çok olduğu bu yollarda!… İstanbul’da Boğaz köprülerini düşünün mesela. Her zaman rahatsız etmese de kimi zaman rüzgar hayli zorlar motorları orada.

Şiddetli Rüzgarda Motoru Disipline Sokabilme Yöntemleri (Ya da: Sürüş Teknikleri) 🙂

Bu konuda Amerika’dan yayın yapan bir internet sitesinde birkaç yıl önce okuduğum bir makaleden özetle bahsedeceğim size. Makalede rüzgarda sürüşün incelikleri tartışılıyordu. Aslında değişik görüşler hakim olsa da özellikle hoşuma giden ve faydasını görebileceğinizi düşündüğüm birkaç ayrıntıyı paylaşmak istiyorum.

R383-G257-B256-EI205-ET01030-EG000Şiddetli rüzgarda motorunuzla seyrederken rüzgarın geldiği yöndeki dizinizi biraz yana doğru açıp, kaslarınızı gevşek tutarak rüzgarla bir kanat gibi sallanmasına/dalgalanmasına izin verirseniz motorunuzun oldukça düz bir çizgide gidebileceğini söylüyor sürüş hocaları. (Dikkat! Bacağınızı açmaktan değil, dizinizi yana doğru açmaktan bahsediyoruz) Yani tüm kaslarınızı sıkı sıkıya kasıp, elciklere yapışmanızdan daha etkili olacağını anlatmaya çalışıyorlar 🙂

“Peki bu nasıl mümkün olur?” diye soranlara yanıtsa şu:

İşin uzmanlarına göre, rüzgarın yönüne doğru hafifçe açtığınız diziniz tıpkı rüzgarda yol alan bir yelkenlinin yelkeni gibi işlev görüyor. Yani diyelim ki rüzgar soldan esiyor ve sol dizinizi anlatıldığı şekilde yana doğru açtınız, rüzgar motoru sağa doğru ittikçe dizinizin yarattığı yelken etkisiyle, bu itiş gücü birbirini dengeleyerek mümkün olduğunca düz bir çizgide gitmenize yardımcı olabiliyor. En azından teoride böyle, pratikte deneyip görmekten başka çare yok değil mi sizler için?

Kuş bakışı Motosikletli Kız :)

Kuş bakışı Motosikletli Kız 🙂

 

R369-G256-B265-EI169-ET00210-EG006Tabii şu hatırlatmayı da yapmadan geçemeyeceğim. Bu teorik bilgileri en iyi şekilde uygulayabilmenin yolu, zorlu sürüş koşulları daha oluşmadan önce motorunuzu nasıl yönlendirebileceğinizi, ona nasıl daha rahat hakim olabileceğinizi bilmekten, kısacası motorunuzu tanıyor olmaktan geçiyor. Örneğin yukarıdaki teknik, vitesli motorlar için işlese de maxi-scooterlarda başka faktörleri de gözönünde bulundurmanız gerekebilir.

Makalede tartışılan/hemfikir olunan diğer bazı fikirler arasında, özellikle çarpraz rüzgarla karşılaşınca öncelikle yavaşlayıp, vites düşürmekte fayda olduğu da vardı. Böylece motorunuzun daha iyi tepki vermesini sağlayabiliyorsunuz.

Bir diğer öneriyse, rüzgarın sizi şeritte kenara doğru ittiği durumlar için. Rüzgar çok şiddetle sizi şeridin kenarına/diğer yanına/diğer araçlara doğru itiyorsa o zaman şeridin rüzgarın geldiği yöne en yakın kısmında yol almanın faydası olabilir. Böylece örneğin rüzgar sağdan geliyorsa, şeridin en sağına yakın durup rüzgar sizi şeridin öbür tarafına itse bile, şeritten çıkmadan en sola savrulacak kadar yer kazanmış oluyorsunuz.

Tabii en önemli tavsiyeyi de unutmamak lazım: Panik yapmayın! Hatta birinci kural bu olmalı, gelin büyük harfle yazalım: PANİK YAP-MA-YIN 🙂

Eminim sizin de gerek işin ustalarından öğrendiğiniz, gerekse kendi tecrübe ettiğiniz faydalı teknikler vardır. Bunları paylaşmak isterseniz aşağıdaki Comment/Yorum butonu emrinize amadedir. Paylaşın, öğrenelim, gelişelim… 🙂

​​
Amerika’ya geldiğinden beri fırtınalara hayli alışan Motosikletli Kız’dan, bir sonraki görüşmemize kadar sevgiler… 🙂

 

Bir “Neden Olmasın” Hikayesi

Posted October 21st, 2013 at 10:11 am (UTC-5)
3 comments

Kaynak: Rynomotors.com

Teknolojiye bayılıyorum. Biz burada vaktimizi boş boş işlerle geçirirken birilerinin oturup kafa yormasına ve “Vay vay vay” dedirtecek ürün/fikir/projelerle insanlığın karşısına çıkmasına ayrı bitiyorum. Zaman zaman yeni teknoloji ürünlerini gördüğümde kendimden duyduğum utanç ve bu ürünleri yıllarca düşünüp, taşınıp, çalışıp hayata geçirmiş olan insanlara saygımdan ötürü gözlerimin dolduğu bile vakidir 🙂 Uzatmayayım, seviyorum vesselam.

Bu yazıda sizle de paylaşmak istediğim ürün, ilk kez duyacağınız ya da göreceğiniz bir ürün değil belki. Bir fikrin geliştirilmişi bu. Bir çeşit modifiye işi de denebilir belki 🙂 Benzerlerini görmüş olsanız da bunu da görüp öğrenmeyeceksiniz, fikir beyan etmeyeceksiniz diye bir şey yok ama değil mi? Bir “iki teker” tutkunu olarak bu ürün beni “benden almadı”. Tamam, uğraşanlara saygıdan gözlerim buğulandı yine ama sevinçten çıldırmadım. Sadece kullanım alanlarını, olası senaryoları düşünürken kendimce eğlendim, güldüm. İş yerimdeki masamda kendi kendime sırıttığım için belki de endişe bile uyandırdım. Ne bileyim? Bu tip şeyler insanın yüzüne konuşulmaz, o yüzden emin olmam mümkün değil 🙂 Şaka bir yana, gelelim ürüne. Ürün Ryno Motors adlı şirket tarafından Amerika’da üretiliyor. Daha doğrusu üretim aşamasında. Şirketin Facebook sayfasındaki son güncellemeye bakarsanız, ürün asıl planlanan çıkış tarihinde satışa sunulabilmiş değil. Aylardır süren gecikmenin bir süre daha sürmesi bekleniyormuş. Genel müdür kendisi özür diliyor bu konuda, kabul edip etmemek size kalmış 🙂

Washington’da Segway turları çok ilgi görüyor. Kaynak: Reuters/Jim Young

Tek tekerli bir kişisel taşıma aracı olarak nitelenen bu alet/ürün 5 yılı aşkın bir planlama, araştırma ve çalışma faaliyetinin nihai sonucu aslında. Segway’i bilirsiniz. (Hani Türkiye’de “Ginger”, “Cincır” gibi adlarla anılan iki tekerli araç var ya! Hiç unutmam Türk televizyonlarındaki bir “mucit macit” programında bir vatandaşımız “İcat ettim. Ben ettim hem de! Cırcır’ı icat ettim” diyerek yarışmaya girdiği Segway tıpkısı ürünle gülümsetmişti jüriyi uzunca bir süre 🙂 Kimse “Cırcır”ın başka ne anlama geldiğini söylemiş miydi kendisine, hala merak eder dururum :))

İşte Amerika’da bu Segway’ler daha çok park kurallarını uygulatmakla yükümlü polislerin üzerinde cirit attığı, sizden hızlı hareket etmelerini sağlayan ve ceza yemenize iki dakika kalmışken siz koşsanız dahi önünüze geçerek ticket’ı (cezayı) kesmelerini sağlayan araçlar olarak görülüyor sıklıkla. Ya da şehir turlarına çıktığınızda diğer turistlerin ilgili bakışlarını üzerinize toplayabilmek için bir saatine 70-80 dolar ödediğiniz süslü araçlar olarak 🙂

Sinema oyuncusu Diane Kruger 62’nci Cannes Film Festivali’ndeki bir etkinliğe Segway üzerinde girerek hayli ilgi çekmeyi başarmıştı. Kaynak: AP

Ryno’nun tek tekeri ise Segway’e rakip olacak bir başka kişisel taşıma aracı. Bir kere Segway’lerden daha küçük. Eline al istediğin yere taşı cinsinden yani. Bu tek tekerin fikir babası da en çok bu yönünü övüyor zaten aracın. Şarj edilerek çalışan tek teker, en fazla 30 kilometre gidiyor, sonra yine şarj edilmek istiyor. Şimdilik çıkabildiği en yüksek hızınsa saatte 40 kilometre olduğu söyleniyor. Fakat aracı test eden teknoloji editörleri şimdilik bu hızın çok daha altta kaldığını, 20 kilometre/saat civarında gerçekleştiğini söylüyor. Ağırlığı ise bir motosikletçi gözüyle hayli hafif sınıfında. 50 kilogram civarında. Ben omuzlayamam belki ama eminim içinizde bunu da yapabilecekler vardır mutlaka 🙂

Test sürüşlerinde dikkatleri çeken dönmek istediğiniz yönün tersine elciklere baskı yapmanız gerektiği olmuş daha çok. Segway’in aksine tek tekeri olduğu için durduğunda dengeyi sağlamak için ayaklardan en azından birini yere koymak gerektiğine de dikkati çekiyorlar. Aşağıdaki videoyu izlerseniz en net fikri oradan edinirsiniz aslında.

Tüketiciye ulaşacak modelin Amerika’da 4 bin dolara satılması planlanıyormuş. Dünyada ne zaman satışa sunulabileceği net olmasa da, şirket kesinlikle bu ürünü dünya pazarında da görmekte kararlı.

Şimdi diyeceksiniz ki “Ben ne yapayım bu ürünü?”, “Bana hız lazım, hız”, “Bana fiyaka lazım”, “Prestij adamıyım ben, gelmez bana böyle şeyler” vs vs. Artık o cümleyi siz doldurun kafanızda. Ama bir düşünsenize mesela!… İstanbul’da Mecidiyeköy civarına bir işiniz düştü diyelim. Benim mesela Türkiye’ye gelince oradaki banka şubelerine çok işim düşüyor. Arabayla o keşmekeşe girmek ayrı dert, park etmek ayrı, her şube yolun farklı tarafında o apayrı. Böyle bir tek tekerle yayaların arasından falan süzüldüğünüzü hayal edin. Bir kere hem gözler sizde, hem siz son sürat işlerinizi halletme peşinde. Olmaz mı? Bence şık olur J Ben Boğaziçi’nde okurken en sevmediğimiz şeylerden biri güney kampüsten kuzeye tırmanmaktı mesela. Fena olmazdı hani orada! Solunuzda boğaz manzarası, millet yürürken siz “vızzzz” diye geçseniz yanlarından mesela? (Sanırım ancak vızzz sesi çıkarır bu alet 🙂 )

Kaynak: Rynomotors.com

Dar semtlerde ve kısa mesafelerde kuryelik yapanların mesela işine yarayabilir bu konsept. Ya da damacana su taşımaya cesaret eden girişimci vatandaşlar da olacaktır muhakkak 🙂 Hatta marketten istedikleriniz kolay gelsin diye mahallenin/sitenin o işlerle ilgilenen kişisine bir tane alınabilir bundan. Apartmanın içine sokup saklaması da kolay. İçinizde kimler kimler canı gibi sevdiği motorlarını salonuna kadar sokmuyor ki hırsızlardan korumak için? Bu niye olmasın? İşin “Kimbilir ne işlere yarar” kısmı bir yana, bilirim motosiklet tutkunları için “kırmızı çizgileri” aşar bu konseptler. Ama zaman zaman şehir hayatını kolaylaştırabilecek böyle buluşlara da kapıları açık tutmak lazım değil mi? Hem her şehir bizim şehirlerimiz gibi planlama sorunlarından muzdarip değil. Ben Washington içinde bu aletin çok yararlı olabileceği yerleri, o geniş kaldırımlar üstünde salınmanın ne keyifli olabileceğini görür gibiyim.

Unutmayın, bu tip araçları iki tekerimizle kıyaslamıyoruz hiçbir zaman. Bunlar daha çok kısa mesafelerde, iki tekerin rahat girip  çıkamayacağı yerlerde, ya da park sorununun başa bela olduğu mekanlarda kullanım için tasarlanıyor daha çok. Türkiye’ye ne zaman gelir, dünyada yayılır mı bilemem. Ama ulaşım kolaylığıyla, trafikte zamandan yaptırdığı tasarrufla tüm dünyanın ağzını sulandıran motosikletlerimizin böyle yeni buluşlara her geçen gün yine, yeni, yeniden ilham verdiğini görmek çok büyük zevk bana sorarsanız.

Bu soruyu yazdığım sıralarda gelen bir okuyucu yorumuyla tamamlamak istiyorum bu seferki buluşmamızı. “Motora olan bağlılığım sayende daha da arttı. Yolun açık olsun, Yeni videolarını ve yazılarını sabırsızlıkla bekliyoruz” demiş. Kırar mıyım sizi hiç? 🙂

Bir dahaki buluşmamıza dek Motosikletli Kız’dan, Amerika’dan sevgiler…

 

Amerika Yollarında (3)

Posted August 5th, 2013 at 1:34 pm (UTC-5)
5 comments

Motosikletli Kız yollarda 🙂

Koca bir yazı neredeyse devirmek üzereyiz. Sizi bilmem, benim için bu yaz “nasıl geçtiğini anlayamadığım” yazlardan biri oldu. Bir kere Washinton’da haftalarca yağan yağmur, ardından 38-40 dereceleri bulan sıcaklık, sonra yine bir yağmur, bir sıcak denklemi nedeniyle öyle uzuuuun bir motor sezonu yaşayamadık. Motor üstünde iki kez tüm hücrelerime kadar (!) ıslandığım şiddetli yağışların ardından bir süre motoru kenara bıraktığım bile oldu 🙂 Ama sizin için kısacık da olsa bir video çekmeyi de ihmal etmedim.

Amerika’da milyonlarca scenic byway (manzaralı ara yollar diyelim kurtarsın 🙂 ) var. Videoda göreceğiniz de onlardan biri. Başkent Washington’a kapı komşusu Virginia Eyaleti’ndeki şirin bir kasabanın yolu. Yaklaşık 2 dakikalık seyahati benimle birlikte tamamlarsanız (“action cam” ile çekilmiştir; o yüzden biraz yol tutabilir, uyarayım 🙂 ) daha önceki bir videolu yazıda bahsettiğim “go cruise throttle control” adlı ucuz, minik ama felaket kullanışlı cruise control’u da iş başında görebilirsiniz. Öyle basit bir alet ki… Gazı tek parmakla sabitleyip, ardından ufak gaz oynamaları için elinizi birkaç saniyeliğine elciğe götürüp, daha frene basmaya bile gerek kalmadan yavaşlayabildiğiniz bir faydalı zımbırtı 🙂 Uzun yol, kısa yol demeden kramp giren ellerinizi dinlendirmek için birebir. Türkiye’de bazı motosiklet sitelerinin bu aleti sattığını da biliyorum zira hazırladığım videoyu da sitelerinde tanıtıcı/yardımcı olarak kullanıyorlar görüyorum 🙂

Motosikletli Kız’ın kaskının üzerinden yolu izlediğiniz bu seyahatten hoşlanırsanız aşağıdaki “Comment” butonuna tıklayıp yazabilirsiniz. Böylece yeni videoların gelişini de garantilemiş olursunuz 🙂 Benden söylemesi…. 😉

Ne demiş Amerikalılar? Enjoy the show… 🙂

 

 

Bu arada daha önce hazırladığım, cruise control videosunu hala izlemediyseniz önce bir dakika utanın lütfen, ardından da aşağıda izleyin 🙂

 

Maceralarımı Twitter’da takip etmek isteyenler için:

“Gelecek” Geldi Bile

Posted July 1st, 2013 at 11:23 am (UTC-5)
4 comments

Kaynak: Indiegogo.com

 

Hepimizin teknolojiye yaklaşımı farklı. Kimisi 5 metreden gördüğünde kaçar teknolojiden, tuşlar, düğmeler, ayarlar ve ekranlardan, kimisi ise bayılır yeni birşeyler alıp denemeye. Ben ikinci kategoridekilerdenim. Teknoloji geliştikçe bazen daha çok sorun çıkarır hale gelse de, hayatıma o sorunları ve beraberindeki teknolojik “kolaylıkları” sokmaya bayılanlardanım ben aslında. Bu yüzden olsa gerek Google Glass projesi de, sürekli yenilenen tablet teknolojisi de, bluetooth kullanan iletişim teknolojileri de, cep telefonları ve kameralar da çılgınca ilgimi çeker benim. Çoğu zaman ezbere bir cinsiyetçilikle “kadın canım, ne anlar bu işlerden” diye benimle teknoloji muhabbetlerine giren karşı cinsleri, ürün bilgimle kısa sürede paralize edebilme yetim de çok takdir toplamıştır şimdiye kadar 🙂 Kısacası “hayli ilgiliyim” diyebileceğim teknoloji, yeni oyuncaklarla karşıma geldiğinde içim gıdıklanır, incelemeden duramam. Şimdi sizlere bahsedeceğim “yeni oyuncak” birlikte çalıştığım, motosikletçi bir arkadaşım tarafından dikkatime sunuldu aslında. “Belki okuyucularınla paylaşmak istersin” diye attığı elektronik posta, beni buralara, bu yazıyı yazmaya kadar getirdi işte.

Lafı çok uzatmadan birçoğunuzun bayılacağını, birçoğunuzun da çeşitli gerekçelerle temkinli yaklaşacağını düşündüğüm pek bir fütüristik kasktan bahsetmek isterim hemen 🙂

(Bu yazıyı okumaya üşenen ya da Selin’in sesinden dinlemek isteyenler için sesli hali aşağıda 🙂 )

LiveMap ekibi, bu tip projeler için mali destek aranmasına yardımcı olan Indiegogo sitesi aracılığıyla halka arz ettiği projede, “geleceğin kaskını” tasarlamış. Bir motosiklet tutkunu olarak yolda en çok ilginizi dağıtan, kazaya davet çıkarabilecek olasılıkları düşünün şöyle bir. Tamam biliyorum, ilk aklınıza gelenler sizi şeritte bir o tarafa bir bu tarafa iten, makas atan, size motorlu bir taşıtta değilmişsiniz de bir bilgisayar oyununda imha edilmesi gereken hedefmişsiniz gibi davranan araç sürücüleri oldu! O, trajik bir gerçek. Şimdi bu düşünceyi bir süreliğine bırakın bir kenara. Zor olacak ama diğer detaylara odaklanın benimle birlikte. Örneğin uzun bir yola çıktınız. Ne bileyim ille Türkiye yolları olması da gerekmez, diyelim birkaç motosikletçi arkadaşınızla Yunanistan ya da İtalya turu yapmaya karar verdiniz. Kısa sürede uzun mesafeler kat etmek zorunda kaldığınız bu tarz seyahatlerde çoğu zaman güneş altında görünmez hale gelen GPS ekranına bakmak ya da klasik, kağıt haritanızı incelemek için durmak hatta belki de “Şimdi bunun için durulur mu” deyip seyir halindeyken göz ucuyla bakmaya çalışmak yaşamla ölüm arasında iki ileri bir geri sekmeye benzer! Ha, bunu önleyecek ve tarafımdan da kullanılan bluetoothla telefonunuzla iletişim kurmanızı ve Google Maps’in tariflerini doğrudan kulağınıza aktarmanızı sağlayan “intercom” teknolojileri yok mu? Var tabii ki… (Bu konu sırada. Size çok çekici bir oyuncaktan daha bahsedeceğim)

Fakat bu teknoloji bütün bunları bir araya toplayıp, tam da gözünüzün önüne koymayı planlayan bir teknoloji. LiveMap’in kask projesinde yön talimatları, hava durumu bilgisi, dijital pusula gibi bilgiler vizör camınıza yansıtılıyor. Yani tüm bu bilgileri, doğrudan önünüze bakarken vizörünüzden takip etmeniz mümkün oluyor. “Ama bunun da ilgi dağıtacağı durumlar yok mu?” soru ve tartışmasını birkaç cümle öteye atalım şimdi birlikte ve projenin heyecan verici özelliklerinden bahsedelim biraz.

Kaynak: Indiegogo.com

Türkçeye “Artırılmış Gerçeklik” diye çevirdikleri “Augmented Reality” özelliğini kullanan kaskta, tıpkı bir F-35 pilotu gibi, talimatları vizörünüzde, renkli olarak görebiliyorsunuz. Mühendisler, talimatların vizörde görüntülenme açılarını görüş açınızı engellemeyecek şekilde yapmaya özen göstermiş. Kask, uzun süreli kullanım için 3000 mAh pille donatılmış. Mühendisleri pilin “bütün gün kullanıma dayanabildiğini” söylüyor. Tabii bu göreceli kavram, kullanımınıza bağlı olarak değişebilir. Ellerinizi kullanmanıza gerek kalmasın diye mikrofon ve sesli kontrol özellikleri de eklenmiş. Vizördeki ışık sensörü sayesinde, değişen güneş koşulları haritayı görmenizi engellemesin diye kendiliğinden değişebilen parlaklık ayarı da kaskın artılarından. 4G bağlantı ve Android işletim sisteminin artılarından da yararlanabilecek olan kask, böylece yönünüz değiştiğinde haritanızın da hızlı bir şekilde güncellenmesini sağlamayı hedefliyor.

 

Kaynak: Indiegogo.com

LiveMap ekibi, kaskın alışılagelmiş ölçülerden biraz daha büyük olacağına dikkati çekiyor. Kaskın 3 boyutlu printerla yapılan prototipi bir kilo 400 gram ağırlığında. Üstelik sıkı durun, malzemesi de karbon fiber! (Birazdan göreceğiniz fiyat etiketinin büyük bölümü de bundan kaynaklanıyor zaten) Kısacası kask, bilimkurgu filmlerinde görüp de iç geçirdiğimiz birçok şeyi “yakın” mesafeye ve sıradan kullanıcı tarafından erişilebilir hale getirmeyi amaçlıyor.

Siz de benim gibi heyecanlandınız değil mi?

 

Kaynak: Indiegogo.com

Kaynak: Indiegogo.com

Şimdi gelelim projenin halihazırdaki durumuna.  Indiegogo’ya bakacak olursanız an itibariyle proje arzuladığı mali hedefe ulaşamamış gibi görünüyor. Fütüristik kaska destek vermek isteyenlerin bağışta bulunabilecekleri projenin, hedeflediği 150 bin dolarlık rakama ulaşmak için 12 Temmuz’a kadar vakti var.

Fakat, Moskova Bilim Departmanı’ndan yani Ruslardan temel mali desteği zaten almış olan projenin hedefi, 2014 yılı yazında kaskları alıcılara teslim etmek.

Gelelim bir jet pilotu gibi hissetmenin bedeline 🙂 Kaskın satış fiyatı, ilk siparişleri verenler için 1500 dolar, daha sonra, yani satışa sunulduğunda alacaklar için 2 bin dolar olarak belirlenmiş. “Ben bu kadar yatırım yapmam ama kaskı da fena merak ediyorum” diyenlerdenseniz, Indiegogo’dan (burayı tıklayarak projenin sayfasına ulaşabilirsiniz) 100 dolar bağış yaparak Paris, Roma, Berlin, Atina gibi kentlerde kaskı “test sürüşüne” çıkarmanız mümkün.

İşte motosiklet dünyasının son teknolojik oyuncaklarından biri olan kask, özetle bu özelliklerden ibaret. Şimdi gelelim birkaç cümle önce ileriye attığımız “Ama bunun da ilgi dağıtacağı durumlar yok mu?” tartışmasına. Kaskın ilgi dağıtabileceğini düşünenlerin savları da gayet mantıklı. Ama GPS’e bakmakla ya da telefonunuzu tek elinizle kumanda etmeye çalışmakla uğraşana kadar, herşeyi gözünüzün önünde, bakış açınızı kapamayacak şekilde bulmak da fena bir lüks sayılmaz hani 🙂 O kararı vermek size kalmış. Bu proje geniş kitlelere ulaşabileceği bir sonuca erişemese de, sektörün biz teknoloji ve motosiklet tutkunları için ilgi çekici planları olduğunu gösteren kuvvetli bir sinyal veriyor. O “gelecek” bize ne zaman gelecek, bekleyelim ve hayatın (hayat yolumuzun) tadını çıkaralım birlikte 😉

Değerli yorumlarınız için aşağıdaki Comment (Yorum) butonu 24 saat açıktır, bilginize 🙂

 

Gezi Parkı’ndan Önce, Gezi Parkı’ndan Sonra…

Posted June 5th, 2013 at 3:08 pm (UTC-5)
10 comments

Kaynak: AP (Gezi Parkı protestolarından bir kare)

Binlerce kilometre uzağında olduğum memleketimden çığlıklar yükselirken baharla, yazla gelen motor havasını, motosiklet maceralarını anlatmak gelmedi içimden. Bir medya mensubu olarak yakından hem de çok yakından, ama “Türk medyasının” dışından izlediğim protestoları, Twitter’da, Facebook’ta yani “yeni medyada” atılan çığlıkları, dayanışma arzusunu, “temiz, ahlaklı ve zararsız” kalabilmeye çalışan yurdum gençlerinin provokatörlere “dur” deyişini zaman zaman nefes almayı unutarak takip ediyorum günlerdir. İçim eziliyor. Üniversite yıllarımın geçtiği İstanbul’un, “manevi memleketim” saydığım İzmir’in, Başkent Ankara’nın, Eskişehir’in, Samsun’un, biliyorsunuz işte 10’larca ilin anılarımızla dolu sokaklarının “sesimizi duyun” çığlıklarıyla dolması eziyor içimi. Yıllarca bir “çalışanı” olduğum Türk medyasının günlerce kafasını sokağa çevirmemesi, “biraz daha paylanabilmek” adına “görmezden gelmesi”, “tarafsız haber” yerine “taraf tutan” olmayı seçmesi utandırdı beni. Türkiye’den binlerce kilometre uzakta, elim kolum bağlı arkadaşlarımın, hocalarımın, yıllarca programlarda konuk aldığım akademisyenlerin, sanatçıların sokaklarda “bağırdıkça duyulmamasını” izlerken benim de içimde bir daha yapıştırılamayacak kadar kırıldı bir şeyler…

(Bu yazıyı okumaya üşenen “üşengeç”ler için aşağıda seslendirilmiş hali de mevcuttur… Tıklayın, dinleyin…)

Bazen toplumlarda bir şeyler olur. Engel olamazsınız. En temel hak olan konuşma ve fikrini ifade etme özgürlüğü nefes alamayacak kadar sıkıldığında boğazından, bir şeyler kopar. O kopan şey sokağa çıkar, artık avazı çıktığınca, gücünün yettiğince bağırır. Amerikalı bir medya mensubu arkadaşımın çok güzel nitelediği gibi “Artık özgürlüğünden başka kaybedecek bir şeyi kalmayan gençler hiçbir şeyden korkmadan sokağa çıktığında, değişim kaçınılmazdır”.

Kaynak: AP (Gezi Parkı protestolarından bir kare)

Bu yazıyı okuyan kimileriniz provokatörlerden bahsedeceksiniz, ya da şu veya bu partinin adını, bir takım örgütlerin isimlerini vereceksiniz, eminim. Ben de size diyeceğim ki: Nasıl görmek isterseniz görün. O meydanda kimin ya da kimlerin olduğuna inanırsanız inanın. Aksine ben inandıramam sizi. Ancak mahallenizden, yan kapınızdan, karşı apartmandan çıkan ve “Ben ağzımı rahatça açabilmek, rahatça fikrimi ifade edebilmek, medeni medeniyetlerdeki gibi utanmadan, kimliğimi, eğilimlerimi, zevklerimi ve alışkanlıklarımı saklamadan yaşamak istiyorum” diyen gençlerin, yaşlıların, kadınların, erkeklerin, çocukların o sokaklardaki varlığını kabul etmekten de alıkoymayın kendinizi. Gözünüzle değil, yüreğinizle görün. Deneyin bir… Kimse bir şey kaybetmez.

Dedik ya bazı toplumlarda bir gün gelir o bam teline basılır. Kendisini “özgür” bir medya, “korkusuz” gazeteciler, “tarafsız” televizyon kanalları aracılığıyla ifade edemeyen halk, çareyi “yeni medyada”, yani Facebook’ta, Twitter’da, Tumblr’da, Instagram’da, vs bulur. Bakar ki kimse yazdığına, duyurduğuna “sansür” koymuyor. “Sağdan” da “soldan” da yazdığı kadar yazıyor, yazdıkları beğenilince “retweet”leniyor, “like”lanıyor yani kitlelere ulaşıyor. İşte o zaman halk muhabir olur, sokağı “gördüğü gibi” anlatır, “gösterilmeye çalışıldığı gibi” değil!

 

Kaynak: AP (Gezi Parkı protestolarından bir kare)

Tabii bu kadar geniş kitleler “özgürlük, doğa, hak-hukuk” diye sokağa çıktığında bunu fırsat bilen, araya karışan, rant sağlamaya çalışanlar olur. Bu sadece Türkiye’de değil, başka bir ülkede de olabilir ve olmaktadır. Ancak iki kötü bir olunca, bir doğruyu götürmez. Bu, hayatın gerçek sınavıdır çünkü. Kendilerine, çocuk ya da torunlarına daha “korkusuz” bir ülke bırakmak isteyenlerin ciğerleri gazdan ve acıdan yana yana, çığlık çığlığa arzuladığı bir geleceğin sınavıdır aslında.

Gelelim, bütün bu yaşananlara Amerika’dan tanık olmak zorunda kalan bendenizin Türkiye’de “sesinin duyulmasını”, “öteki” değil “bizden” biri olarak görülmeyi isteyen her kesime anlatabileceklerime.

 

Kaynak: AP (ABD’deki Occupy Wall Street protestolarından bir kare)

Amerika, hatasıyla sevabıyla hepinizin bildiği ya da uzaktan “bildiğini düşündüğü”, “dışı sizi içi beni yakan” bir ülke, bir bambaşka dünya! Zaman zaman tüm dünyaca tespit edilen hatalar yapan, ama bu hatalarını basın yoluyla halktan saklamayan, iktidarların nice skandallara karıştığı, nice özürler dilediği, nice “dışlayıcı politikalar” yüzünden (Bkz. 2012 seçimlerinde Cumhuriyetçilerin göçmen politikalarının ağır bedeli) seçim kaybettiği bir ülke. O hatalar sevaplar bir yana, ifade özgürlüğü, barışçı toplanma, gösteri özgürlüğü ve özgür medya kavramlarının en iyi hayat bulduğu ülkelerden biri ayrıca Amerika. Adalet Bakanlığı’nın “haber sızdıran” kişiyi bulmak için AP haber ajansının editör ve muhabirlerini dinlediğinin ortaya çıkmasının ardından, medya patronlarıyla “yeni standartları” belirlemek üzere toplantı talep eden Adalet Bakanı Eric Holder’a “toplantıda kayıt cihazlarımız çalışmazsa biz yokuz” diyen medya patronlarının olduğu bir ülke. İktidarı yeri geldiğinde “toplantı iptal etmeye”, yeri geldiğinde “tir tir titretmeye” gücü yeten basını olan bir ülke. Boston’da maratonda patlayan bombalardan sonra medyanın ağır baskısının da etkisiyle “olaylarla iyi mücadele edemedik” itirafıyla itfaiye şefi istifa eden bir ülke. Occupy Wall Street protestoları sırasında polisin göz yaşartıcı gaza başvurması nedeniyle haber merkezi “anchor”larının emniyet müdürlerine “Neden?”, “Nasıl” diye sorabildiği bir ülke. Bir haber merkezine konuk olan senatörün, spiker tarafından konu dışına çıktı diye susturulup yayından alınabildiği bir ülke. Bu liste uzar da gider böyle…

Ama unutmadan, başkanının yani Barack Obama’nın konuşması Guantonamo tutukevinin bir türlü kapatılmamasını eleştiren bir protestocu tarafından 3 kez kesildikten sonra o başkanın konuşmasının sonunu önceden yazılmış metinle değil de şöyle bitirdiği bir ülke: “Bu kadının sesine dikkat kesilmemiz gerekiyor. Söylediği birçok şeyle hemfikir değilim. Görünen o ki o da benim bu konuda söylediklerimi pek dinlemek istemiyor. Ama bu konular ciddi konular ve üzerlerini örtebileceğimizin düşünülmesi hatalı olur.”

 

Kaynak: AP (Gezi Parkı protestolarından bir kare)

Ufacık bir anımı aktararak çok sıradan bir olaydan, genel yaklaşımı aktarmaya çalışayım size. Amerika’ya ilk geldiğimde George W. Bush iktidardaydı. Sade bir turist olarak Washington’u ziyaret eden her turistin yaptığı gibi önce Beyaz Saray’ı görmek istedim ben de. Yıllardır haberlerde “Beyaz Saray şunu dedi, Beyaz Saray bunu dedi” diye anlattığımız o bina, nasıl bir şeydi yakından acaba? Koştum gittim ama ilk gördüğüm o binadan ziyade elinde pankartlarla Beyaz Saray’ın kapısının karşısında protesto gösterisi yapan bir adam oldu önce! Sağa sola sık adımlar atıyor ve Bush’un tüm aile bireylerine hiç de nazik olmayan (!) argo kelimelerle sesleniyordu protestocu. Zaman zaman araya espriler de sıkıştırıyor, kenarda duran polisler bile kendini tutamayıp hınzırca gülümsüyorlardı adamın ince zekasına. Amerikalı turistler bu protestocuya “şöyle bir bakıp geçerken” benim çenemin göbeğime kadar düşüp kalması elbette ki içinden çıktığım kültürde böyle bir şeyin, üstelik bu kadar alenen yapılırken “cezasız” kalmayacağını bilmemdi. Diğerlerini bilmem ama o gün benim Beyaz Saray önünde çekilen tüm fotoğraflarımda çenemin uzun süre “açık” kalmasından kaynaklı salyalarımı görmek mümkündü! 🙂

Ahkam kesmek ne bana ne “bu işin uzmanıyım” diyene, ne size, ne ona, ne buna düşmez kanımca. Söylenenler söylenmiştir, alınacak dersler de elbet “açıkça kabul edilmese de” alınmıştır. Bize düşen zaman zaman başka medeniyetlerin sadece sigorta, sağlık sisteminde adam kazıklama (Amerika bunu en iyi yapanlardandır dünyada!), trafikteki suçlara orantısız ceza gibi aslında “pek de iyi” olmayan kanun ya da alışkanlıklarını kopyalamak yerine ilham almamız gereken yanlarını görmek, mümkünse örnek almaktır.

Umarım ifade ve barışçı gösteri özgürlüğünün bugün onlara, yarın size, öbür gün bana, bize yani hepimize yararı olacağını bu vesileyle görür ve hatamızla sevabımızla “devşirme” değil “kendimize ait” bir özgürlük ortamı yaratabiliriz.

Boş yere “özgürlükler ülkesi” adını almamış olan Amerika’dan sevgi ve selamlarla…

Yan Etkiler: Mutluluk

Posted April 15th, 2013 at 11:29 am (UTC-5)
15 comments

Motosikletli Kız Amerika yollarında 🙂

(Yazıyı okumaya üşenenler hemen aşağıdaki bu dosyayı tıklayarak Selin’in sesinden dinleyebilirler 🙂 )

“Kimilerinin terapiye ihtiyacı olabilir, benimse motosikletim var”

Bu yukarıdaki cümle, motor ceketinize, yeleğinize yapıştırabileceğiniz bir yamadan alınma… Washington’daki motosiklet fuarında bunlardan çok görmüştüm. Çok da hoşuma gitmişti. Biz motorcuların hislerini en iyi bu cümle anlatır zaten. Terapiye, kişisel gelişim kitaplarına, anti-depresanlara uzanmak yerine iki tekere sığınmak, gazı hafifçe açarken motordan gelen hırıltıyla dudakları kulaklara kadar esnetip sırıtmak; bazen yolda sebepsiz yere, kendi kendine gülmek, şerit değiştirirken hayatı ne çok sevdiğini düşünüp ilahi bir an yaşamak inanın daha kolay, daha ucuz ve daha keyifli. Tamam her canı sıkılanı motor tepesine çıkaramayız canım 🙂 Öyle olsa dünyaya kaos hakim olur, biz bile iki tekerden soğurduk belki de 🙂 Ama “motor almalı mıyım” diye soran birine de bundan başka bir şey söylemek gelmiyor benim içinden: Motora bin, dünyan değişsin.

Değişiyor Dünyam…

Motora bindikçe değişiyor dünyam. Daha az kızdığımı fark ediyorum. Gün içinde enerji vampirleri ne kadar enerjimi emmeye çalışsa da o motorda gaza dokunacağım anı düşünüp “hadi oradan sen de!” diyebildiğimi gördükçe motorumu daha çok seviyorum. Facebook’taki listemde bulunan motorcu dostlara yazmıştım bir gün, “Akşamları motoru garaja bırakınca dönüp ona “bye bye” diyorum. Acaba deli miyim?” diye… Karşılığında tıpkı benim gibi motoruna isim veren, onunla konuşan, yağmur çamurdan onu korumak için gerekirse evinin içine alan başka motor delileri olduğunu bir kez daha görmüş, kendimi normal hissederek pek bir moral bulmuştum laf aramızda 🙂

Dünyanın bizim dışımızda kalan yarısının neredeyse tamamı motoru öcü, tehlikeli, korkulacak ve kaçınılacak bir nesne gibi görürken bizim kalkıp “terapi gibi kardeşim bu meret” dememizin yarattığı düşünce baloncuklarının bir bölümünü okur gibiyim şimdi zihnimde 🙂

Motorun terapi niteliği aslında biraz da trafiğin doğasındaki tehlikeden geliyor zaten. Dikkatinizi çekerim “motorun tehlikesi” değil bahsettiğim, içinde tırların otomobillerin, bisikletlerin hatta zaman zaman coğrafyaya bağlı olarak at arabalarının bulunduğu “trafiğin doğal tehlikesi”… Trafikte geçirdiğimiz vakit kabul edelim ki günümüzün en keyifli, en vücudumuzu serdiğimiz, gevşediğimiz vakti değil. O vakit kimileri için işten çıkıp eve vardığında televizyonun karşısında geçirilen vakit, kimileri için iki kadeh tokuştururken arkadaşlarla, kimileri için deniz kenarında ve işte böyle her çeşit hınzır fikir ve eylemle doldurulabilecek bir listedeki eylemleri yaparken geçirilen vakit aslında. Ancak şu bir gerçek ki trafikte geçirdiğimiz vakit, belki de en çok konsantrasyon gerektiren vakit. İtiraf edin birçoğunuz işte bile bu kadar “uyanık” durumunda değilsiniz 🙂 İşte trafiğin getirdiği ve getirebileceği tehlikelerden sakınmak için geçirdiğimiz o “odaklanma” anları aslında beynin günlük endişe, kaygı, kırgınlık ve öfkeden de arınabildiği nadir anlar…

Şimdi içinizden “Köprü trafiğinden bahsetmiyoruz herhalde. Başlı başına öfke kaynağıdır kendisi!” diyenler olduğunu biliyorum. Aslında ben köprü trafiğinden de bahsediyorum! Fakat motorla köprü trafiğinden! Tabii ideal olan motorla doğaya karışabildiğiniz, önünüzde arkanızda yakın markaj bir tampon olmadan rüzgarın tadını çıkarabildiğiniz anlardır ama o anlar size gelemiyorsa, motora bindiğiniz her an aslında siz “o ana” gidiyorsunuz demektir.

İçinizi Kemiren Herşeyden Uzaklaşın…

Motor tutkunları bilir. Ayrı bir şeydir o ayaklarınızı asfalttan alıp motora koyduğunuz, sağ elinizi hafif büküp gazı hissettiğiniz, hırıl hırıl motosikletinizi bedeninizin ufak hareketleriyle trafikte yönlendirdiğiniz anlar. Bilim dünyasını kınıyorum ama eminim bu konuda bir araştırma yapsalar motorla daha ilk 3 vitese çıkamadan nirvanaya ulaştığımızı her türlü beyin MR’ı, kan, hormon testi, elektrot zımbırtılarıyla falan kanıtlarlar 🙂 🙂 (Bilim dünyasına sunduğum bu yöntemlerle kendilerini biraz da bu konuda çalışmaya davet ediyorum, aracılığınızla 🙂 ) Motorda tatlı canımızı korumak için konsantre olduğumuz, o günkü kavga dövüşü bir kenara bırakıp yan şeritteki arabanın bir sonraki hamlesini hesapladığımız o anlar aslında öyle “lanet okunacak” değil, bizi bizden, hayat gailesinden, uzlaşmazlıklaran ve içimizi kemiren insanlardan uzaklaştıran anlardır bizim için.

Günlük trafiğin içindeki boğuşmayı bir kenara bırakıp haftasonları ya da tatillerinizde yaptığınız motor gezilerini hatırlayın bir de. İşte o zaman sizler yani rüzgarın çocukları daha iyi anlayacaksınız beni 😉


Nereden mi geldik buraya? Tüm bunların müsebbibi güzel havalar azizim. Bahar geldi, motora duyduğum aşk bir kez daha, fokur fokur kaynayarak hem de kanımda, depreşti. Sizin de sosyal medyadaki yazılarınızdan (Facebook, Twitter) anladığım kadarıyla “aşktan kudurmuşluk” düzeyinde benden farklı noktalarda değilsiniz hiç de 🙂

Ha bir de şuradan geldik buraya… Geçenlerde bir yazıya rastladım. 75 yaşında bir üniversite hocasının hayatını anlatıyordu. Tüm öğrenci ve çalışma arkadaşları arasında “Harley tepesindeki hoca” olarak bilinen Dr. Hamley (soyadının motoruyla kafiye yapması da kaderin ayrı cilvesiymiş hani 🙂 ), motosikletini anlatırken şöyle diyordu:

“Hayattaki stresten beni koparan şey bu. Motordayken yaptığım şeylere dikkatimi topladığımdan kafamda başka her ne varsa onları bir süreliğine erteliyorum. Sanırım tüm motorcular da bunu yapıyor”

E Kıssadan Hisse: 


Bu yazıyı buraya kadar okumuş bir motorcuysanız zaten kafanızı onaylar şekilde sallamaktan şu ana dek boynunuz tutulmuştur herhalde 🙂 Hala motora binmeyen ama “motor alsam mı” diye düşünen “çekingen maceraperestlerden” iseniz, o zaman da sanırım yazıyı şu dakikada bırakıp motor arayışına başlamışsınızdır. Bu iki şıktan biri değilseniz ve bu yazdıklarıma katılmıyorsanız o zaman çok güvendiğiniz bir başka hobiniz ya da iyi bir terapistiniz olsa gerek 🙂 O da kabulümüz. Ama siz daha iyisini bulana dek biz motorcular biliyoruz ki “Kimilerinin terapiye ihtiyacı olabilir, bizimse motosikletimiz var” 😉

20 Bin Kişinin Sessiz Çığlığı!

Posted March 18th, 2013 at 12:52 pm (UTC-5)
2 comments

 

Turgutlu’daki Tabela

Neredeyse her konuşmamızda “Trafikte motosikletlileri fark etmiyorlar canım!” diyoruz, şikayet ediyoruz. Ama kaçımız bu konuya dikkat çekmek için gerçek bir adım atıyoruz? Hani şöyle lafın dışında? Gözle görülür, elle tutulur bir adım?

Şahsım adına yazılarımla, röportajlarımla, mesleğimin avantajlarını kullanarak adımlar atmaya çalışıyorum. Ancak bir değil birden çok adıma, birden çok girişime ihtiyacımız olduğu kesin. Trafikteki birçok sorunu çözmenin başı motosikletlilerin de birer motorlu araç olarak sayılmasını (kanunen öyle ama ya pratikte!?) ve trafikte görünür olmasını sağlamaktan geçiyor.

İşte bu konuyu sırf lafta bırakmayan ve yaptıkları ilginç girişimle biz motosikletçiler için çorbaya tuz katanlardan biri de Manisa’nın Turgutlu ilçesindeki motor tutkunları oldu. Yine sosyal medya sağ olsun taaa Washington’dan Turgutlu’daki bu adımı görmem ve bu adımı atanlardan biriyle, sevgili Melih Demir’le bu konuda kısa bir sohbet yapmam mümkün oldu.

Ne mi bu girişim? Buyurun bir de Motosikletli Kız’dan dinleyin/okuyun 🙂

​​

Melih Demir, 35 yaşında Turgutlu doğumlu bir motosikletçi. Özel bir şirketin muhasebe bölümünde görevli. Üniversiteyi Manisa’da okumuş ve askerliğini yaptığı dönemin dışında Turgutlu’dan ayrılmamış bir isim. Bu aralar 2012 model bir Honda CBR 250 R kullanıyor. Turgutlu’ya gidenlerin görebileceği “Biliyor musunuz? Turgutlu’da 20.000 motosiklet var. Lütfen dikkat” yazılı trafik tabelası projesinde elini taşın altına koyanlardan sadece biri. Paylaştığı fotoğrafla dikkatimi çeken de o oldu.

Ben de Melih Demir’e sordum:

Motosikletli Kız: Tabela ile diğer sürücülerin dikkatini çekme fikri nasıl doğdu? Trafikte motorculara karşı muameleden mi şikayetçiydiniz?

Melih Demir: Yerleşim yerlerine yakın yerlerde, özellikle de şehirlerin girişlerinde araçların kaza ortalamaları yolun diğer bölümlerinden çok daha yüksek. Sürücüler şehir girişlerinde konsantrasyonlarını “Artık şehre geldim” psikolojisiyle kaybediyorlar. Motosikletleri ise tamamen göz ardı etmeye başlıyorlar. Aynı zamanda otomobil sürücüsü de olduğumdan, bu durumunda bana sağladığı avantajla, otomobil sürücülerinin dikkatlerinin nasıl çekilebileceğini etüt etmeye çalıştım. Sürücü kurslarıyla görüşerek bu konuda yapılmış olan bilimsel çalışmaların neler olduğunu araştırdık. Fakat itiraf etmeliyim ki motosiklet kullanmaya başlamadan önce ben de motosikletleri tam anlamıyla fark ettiğimi söyleyemem. Turgutlu konum olarak İzmir’e 40 km mesafede E96 karayolu İzmir-Ankara yolu üzerinde; trafiğin çok yoğun olduğu 145 bin nüfuslu, ülkemizdeki birçok ilden daha büyük bir ilçe. Bu tabelayla trafiğin küçük parçaları olarak görülen ama aslında hiç de öyle olmayan; üzerlerinde aynen otomobiller gibi can taşıyan motosikletlerin fark edilmesini sağlamaya çalıştık.

Melih Demir, trafikte insanların birbirlerine saygılı olmamalarından şikayetçi sürücülerden biri. “Özellikle motosikletlere çok kötü muamele yapıyorlar. O kadar ki motorculara sanki onlar yokmuş gibi davranıyorlar” diyor. Buna hak vermeyeniniz yoktur herhalde?

Emniyet Müdürü de Desteğini Esirgemedi

Demir şöyle devam ediyor: “Biz de bu tabelaları ilçemizin iki tarafının girişine E96 karayolu üzerine yerleştirdik. Belki de henüz daha yaygınlaşmamış olmasından başarılı da olduk çünkü birçok insana enteresan gelen bu tabelalardan bahsedildiğini çok duydum. Bu süreçte emeği geçen bize her konuda tam destek sağlayan Emniyet müdürümüz Nesim Gezer Bey ve Turgutlu Belediyesi’ne, Marsiyas motosiklet grubundan arkadaşlarım her zaman yanımda olan bu projede her konu da emek veren Mustafa Aydın ve Serhat Öztürk kardeşlerime de buradan tekrardan teşekkürlerimi sunarım.

Bu noktada aklıma bir şey daha geliyor tabii. Tabeladaki rakam giderek artmıyor mu? Buna nasıl bir çözüm bulmayı planladılar? Soruyorum hemen 🙂 Yanıt şöyle:

Melih Demir:Evet, rakam giderek artıyor. Rakamı TÜİK’ten (Türkiye İstatistik Kurumu) aldık. Giderek Çin malı motosikletlerle de bu sayı artmakta. Hatta Turgutlu’da herkesin konuştuğu bir şey vardır. Çin’de özellikle Turgutlu’nun neresi olduğunu soruyorlarmış. ‘Türkiye’nin başkenti mi?’ diye sordukları bile söyleniyor 🙂 🙂 Bunca motor satın alan yerin neresi olduğunu merak ediyorlar belli ki. İstanbul Motosiklet fuarında Çinli bir üreticinin standında Turgutlu’dan geliyoruz dediğimde yüzünde güller açtığını gördüm ve bize hemen kahve ikram ettiler. Rakamın artışına karşı da motosikletlerin fark edilmesi adına grubumuz Marsiyas ile birlikte motosikletleri fark edin çıkartmaları

Marsiyas üyeleri – Gezi hatırası 🙂 (Melih Demir’in arşivinden)

hazırlattık. Bu çıkartmaları otomobillere takmayı amaçlıyoruz. Türkiye ve yurt dışındaki grup arkadaşlarımıza da gönderdik. Otomobillerin üzerlerinde oluşları daha çok dikkat çeker. Bundan önceki çalışmaları incelediğimize bu türden çıkartmaların sadece motosikletlere takıldığını gördük oysa motosiklet kullanıcıları zaten durumun farkında.

Melih Demir, “Motosikletleri Fark Edin” çıkartmalarını, nerede olurlarsa olsunlar isteyen herkese ücretsiz gönderebileceklerini söylüyor. Bu vesileyle duyurulmasına katkıda bulunayım 😉

Sadece tabela ve çıkartmalarla kalmayacaklarını da vurguluyor. Hatta kalmamışlar da zaten. Anlattığına göre Turgutlu’ da bir ilki gerçekleştirip 16 Şubat’ta Art Moto Akademi tarafından Turgutlu Ticaret ve Sanayi odasının konferans salonunda teori eğitimi verilmesini sağlamışlar. Demir, “Bu eğitime öncelik eden arkadaşımız Dr. Ömer Özer Bey’e de teşekkürlerimizi sunarız” demeyi ihmal etmiyor.  Yine aynı doğrultuda bu eğitimleri çeşitlendirmeyi planladıklarını; Serhat Kılavuz Sürüş Akademisi’nden yeniden teori ve uygulama eğitimi almayı düşündüklerini de söylüyor Melih Demir.

Peki Tabelaya Tepkiler Nasıldı?

Melih Demir:Tabelaya Türkiye’nin dört bir yanından olumlu tepkiler geldi. Sosyal medyada paylaştıktan yarım saat sonra 250 beğeniye ulaştı ve Türkiye’nin önde gelen bütün motosiklet sitelerinde paylaşıldı. Buna karşın eleştiri de almadık değil. Birkaç arkadaşımız tabeladaki soru edatını neden ayrı yazmadığımız konusunda bizi eleştirdiJ

 Kendilerine dikkatlerinden dolayı çok teşekkür ediyoruz fakat amacımıza odaklanırken o noktayı atlamışız 🙂 Başta K.K.T.C. , Ankara, İstanbul, İzmir, Kütahya, Eskişehir, Bursa olmak üzere birçok il ve ilçeden olumlu tepkiler aldık. Eskişehir’den ve Ankara’dan arkadaşlar özellikle telefonla

Ege’deki motorcu kulüplerinin bir araya geldiği geziden bir anı fotoğrafı (M. Demir’in arşivinden)

arayarak prosedür konusunda bilgi istediler. Ankara ve Bodrum’da da benzer tabelaların takıldığını duydum. İnşallah gün geçtikçe sayıları artacaktır. Motosiklet dünyasının bir sesi, bir duyurucusu olduğunuz için size ayrıca teşekkürü borç biliyorum Selin Hanım. Tanıdığınız bu fırsat sayesinde asıl amacımız olan motosikletlerin fark edilmesi konusunun sadece Turgutlu’da değil; tüm Türkiye’de ses getireceğine inanıyoruz.

Motosikletli Kız sohbeti bağlar:

İşte Melih Demir’le kısa sohbetimiz böyleydi. Demir ve arkadaşları Manisa Turgutlu’daki şimdilik 20 bin (muhtemelen bu yazı hazırlanırken sayı giderek artıyordu) motosikletçinin sessiz çığlığını bir tabelayla, basit gibi görünen ama sürücülerin “gözüne girmeyi” başaran bir tabelayla duyurmaya çalışıyorlar. 20 bin kişi, trafikte bir motorcu olarak güvenli sürüş yapabilmek ve saygı görmek için bir sessiz çığlık atıyor… Çığlığın büyüyerek tüm illere yayılması, bugüne dek bu konuda atılan adımların sesinin daha çok duyulması birer motor tutkunu olarak ortak arzumuz…

 

Pamuk İpliği…

Posted February 26th, 2013 at 12:02 pm (UTC-5)
3 comments

 

Doğan ve Filiz İnal (Filiz İnal yazının yazıldığı şu sıralarda yoğun bakımdaki mücadelesini sürdürüyor)

Bir okur/arkadaşım (Nily) bir gün sosyal medya üzerinden bir haberi paylaştı benimle ve “Selin, haberin olsun” dedi. Belli ki olan bitene dikkatimi çekmek istiyordu. Türkiye’den uzaktayken her ne kadar habercilik gereği her gün gündemi takip etsek de bazen bir şeyler kaçabiliyor işte aradan böyle. Amerika’da Başkan Obama’nın ikinci kabinesinin detayları, göçmenlik reformu, ekonomide olan bitenler diye Washington’dan günlük yayınlarımızı yaparken, bu yaşananlardan haberim olmamıştı gerçekten. Neredeyse hepinizin “Ah, ben bu acı öyküyü biliyorum” diyeceğiniz bir şeyden bahsediyorum aslında. İstanbul’da yaşanan bir şeyden, hani haberlere de “İsviçre’nin İstanbul Konsolosu Florian Köppel’in eşi Andrea Köppel’in, Doğan İnal’ın kullandığı motosiklete arkadan çarpıp kaçtığı” manşetiyle yansıyan olaydan bahsediyorum. İnal’ın eşi Filiz İnal, kazada ağır yara aldığından hala yoğun bakımda. Hatta bu yazı yazıldığı sıralarda yoğun bakımdaki 20’nci gününde… Olayı ya da detayları bilmeyenler için ben tekrar etmeyeyim, sizlerle basında birçok yerde yer alan yazılardan birkaçının bağlantısını vereyim. Olayın İsviçre basınına kadar yansıdığını da hatırlatayım. Görmediniz, duymadınızsa lütfen bu yazılara vakit ayırın:

Konsoloslukta Alkışlı Protesto

İsviçre Konsolosluğu’na Motosikletli Protesto

Motosikletçilerden Köppel’e Protesto

Türkiye’deki motorcu camiasıyla yazılarım aracılığıyla doğmuş bir tanışıklığımız, arkadaşlığımız var. Ancak ne Doğan ne de Filiz İnal’ı bütün bu olanları duyana kadar tanımıyordum. Bir televizyon kanalında Doğan İnal’la yapılan röportajı YouTube’dan izlerken gözlerindeki dehşeti, çare arayışını, bir neden arayışını görmemek ya da biricik eşi Filiz için çırpınışına içiniz burkulmadan tanık olmak mümkün değildi. İşte bir motosikletçi dost sayesinde dikkatime sunulan bu konuda yazı yazmaya başlamam da böyle oldu.


“Bu Resmen Cinayete Teşebbüs”


Doğan ve Filiz İnal

Sosyal medya aracılığıyla ulaştığım Doğan İnal’ın kendi ağzından kaza sonrası süreci dinledim. Aradaki saat farkı nedeniyle oldukça geç saatte aradığım halde sabırla bana olan biteni anlattı. “Daha geç de arasanız ayakta olurdum” dedi. Nasıl uyusun ki zaten? Biricik eşi yoğun bakımda, üstelik de acı içindeyken? Doğan İnal, bu yaşanan acı tecrübeden sosyal bir kıpırdanma, hareketlenme yaratmak istediğini anlattı bana. “Başka Filiz’lerin, Doğan’ların canı yanmasın” demek istiyordu aslında. İnsanlar bu olayı sadece “Ah, vah”larla takip edip, unutup gitmesin. Yarın olmasa bile öbür gün, bir diğer gün, kısacası bir “yakın gelecekte” trafikteki sorumsuzluğa, dikkatsizliğe, acımasızlığa bir son verilsin diye durup dinlenmeden çalışacağını anlattı bana. “Trafikte birisine arkadan çarpıp kaçmak bir kaza gibi görülsün istemem. Bu çok saçma olur. Bu resmen cinayete teşebbüs” diyerek aktardı görüşlerini.


Doğan İnal, şimdilerde “Filiz İnal İçin Trafik Terörüne İsyan” isimli etkinlik sayfasında, Facebook’ta eşinin son durumunu onu merak edenlere, ilgilenenlere duyuruyor. Sayfa, motosikletçilerin konsolosluk önündeki protesto gösterisi için açtıkları etkinliğin sayfası aslında. Şimdi Filiz İnal için birlikte dua edilen, çözüm arayışlarının paylaşıldığı, bir destek platformuna dönüşmüş durumda. Hatta son göz attığımda bir de imza kampanyası başlatmışlardı. Bu sadece Doğan-Fliz çiftiyle ilgili bir kampanya değil. Hatta hiç değil! Trafikte sizin de değiştirmek istediğiniz bir konuda söz sahibi olmanızı sağlayabilecek bir adım. Katılmak isterseniz adresi: Çarpıp Kaçmak Bir Kaza Değil, Bilinçli Olarak Bir İnsanın Yaşamına Kast Etmektir


Yargıya taşınan bu konuya adil bir çözüm bulunmasını beklemekten başka bir şey yapılamaz gibi gözükse de birer motosikletçi olarak bu trajediyi daha çok insana duyurabilir, benzerlerinin yaşanmaması için vicdanlarda bir kıvılcım yaratabiliriz her birimiz. Tabii bütün bunlardan önemlisi ve daha anlamlısı Filiz İnal’ın eşi, sevgilisi, motosiklet arkadaşı, can yoldaşı kocasına yeniden, sağlam, ayakları üstünde kavuşabilmesi için dua edebiliriz.


Acı bir örnek olsa da birçoklarına ders verebilecek bir yanı olduğunu yadsımamak lazım bu yaşananların. Biliyorum bu satırları okuyanların çoğu motosiklet sürücüsü, artçısı ya da en azından motosikletçi bir tanıdığı, sevdiği, yakını olanlar… Ama ya otomobil sürücüleri de varsa? Olduğuna eminim. İşte bundan sonraki satırlar onlar için:


Trafiğe Çıkanlara Açık Çağrı! (Özellikle Dört Tekerlilere)


Biz motorcular biraz uçuk kaçığızdır evet. Çünkü, biliyorum, bazen Türkiye’de trafiğe iki teker üstünde çıkmak için aklımızı peynir ekmekle yediğimizi düşündüğünüz olur. O kadar da değiliz aslında! Sadece bu tutku için risk almaya hazırız. Ama hayatımızı bir aceleci, bir sabırsız, bir saygısız, bir dikkatsiz sürücü yüzünden asfalta dökecek kadar da çılgın değiliz. Tek istediğimiz diğer araç sürücüleriyle aynı haklara sahip olmak, şeritte bir motorlu araç olarak muamele görmek, itilmemek, kenara sürüklenmemek, korna ve selektörlerle taciz edilmemek. Diyeceksiniz ki şimdi “Sanki tüm bunlar otomobilimizi sürerken bizim de başımıza gelmiyor!” Hah, işte o noktada ben de diyeceğim ki size:


Geliyor tabii! Bütün bunlar sizin de başınıza geliyor. Sizin de hayatınız tehlikeye giriyor. Ama son çıkan güvenlik teknolojileri, yan airbagler (hava yastıkları) vs derken ölümle yaşam arasında en azından bir korumanız, en azından bir kaportanız oluyor. Peki ya biz motorcular? Bizi koruyan bir kaporta da yok, öyle hava yastıkları falan da. Ölümle yaşam arasında bir tek kaskımız ve üzerimizdeki korumalı kıyafetler var bizim elimizde. Üstelik o kasklar da, ne kadar pahalı, son model, son derece güvenlikli olsalar da boyun kırıklarını, beyne gelebilecek hasarları engellemiyor bazen. Hem bu meret, öyle frene bastığında araba gibi durmuyor. Kayıyor, sürükleniyor, son model ABS’li motorlar bile kötü sonuçları engellemek için yeterli olmayabiliyor bazen.


Filiz İnal’ın başına gelen de bunu gösteriyor. Kaska rağmen kafatasının aldığı darbe nedeniyle mücadelesine hala yoğun bakımda devam ediyor. Eşinin “Filiz gözlerini açtı. ‘Beni duyuyor musun?’ dediğimde elimi sıktı” diye anlattığı o anları, o anların yarattığı sevinci ve ağırlığı gelin siz düşünün artık!


Pamuk İpliğine Bağlı Yaşam


Dönelim tekrar trafikteki diğer sürücülere seslenişimize:


İşte böyle. Motorda bir ufak çukur, bir ufak taş, bir savrulma otomobilde olabileceğinden çok daha hızlı ölümü ve ağır sakatlanmaları beraberinde getirebilir. O yüzden belki kafanız bir şeye attığından, ya da sırf bir televizyon dizisi ya da programına, bir maça yetişmek için aceleniz olduğundan kenara savurmaya çalıştığınız, rahatsız ettiğiniz, canını tehlikeye attığınız motorcuyla hayat arasındaki iplik bu kadar incedir işte. Bir pamuk ipliğidir hatta; başka bir şey değil!


O motorcunun sizin bir yakınınız olduğunu düşünün… Bir sevdiğinizin canı acısa yüreğinizin ne kadar yanacağını tahayyül edin sonra! Peki ya ölüm, o sevdiğinizi sizden alsa? Ya da sevdiğiniz, bir tek kelime bile söyleyemeden yoğun bakımda, tam da karşınızda yatsa! Doğan ve Filiz İnal’ın aşkını düşünün sonra! Bu acıyı yaşayan ne ilk motor tutkunu onlar, ne de son olacaklar. Kazaları tamamen engellemek mümkün değil ama azaltmak elimizde. Vicdanımızı devreye sokmak ve trafikte her araca eşit durmak, sabretmek, sorumlu, alkolsüz, dikkatli araç kullanmak, kısacası “örnek” olmak ve değişimin adımlarını atmak elimizde!


Amerika’da Kazalar Neden Oluyor?


Amerika’daki motor kazaları istatistiklerine bakınca aslında buradaki motorcuların da üç aşağı beş yukarı benzer dertlerden muzdarip olduğunu görmemek mümkün değil. Fakat yaklaşık 4 yıldır Amerika’da motor kullanan bir motosiklet tutkunu olarak tekrar etmeden geçemeyeceğim bir şey var: Amerikan yollarında arabaların tacizine uğrama olasılığınız çok çok düşük! “Hiç yok” diyemem. Eyaletten eyalete farklılık gösterebileceğini de inkar edemem ancak binlerce kilometrelik maceralarım sırasında bir kez bile kornayla taciz edilmediğimi, şeritten dışarıya itilmediğimi çok rahatlıkla söyleyebilirim.


Ama size Amerika’da motosiklet kazalarının temel nedenlerini (yetkililerin ağzından) anlatabilirim:


–      Kötü hava koşulları


–      Dönüş sinyallerin eksik ya da yanlış kullanılması


–      Hız sınırlamalarına uyulmaması


–      İki motorcunun aynı şeritte, yan yana seyretmesi


–      Ters yöne girme


–      Yol koşullarının kötü olması


–      Tecrübesiz motosiklet sürücüleri


Liste böyle gidiyor. Fakat dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum. Genelde motor sürücülerinin “kendilerinden” kaynaklanan hatalardan bahsediliyor. Türkiye’de ise bütün bu etkenler kazalara yol açtığı gibi; bir yandan da diğer sürücülerin motosikletçilere yaptırdığı kazalar var. Amerika’daki listede en son madde “Kasıtlı olarak saldırgan davranan diğer sürücüler” şeklinde! Demek ki yok değil, ama listede tuttuğu yer dikkati çekiyor!


Araştırmalar Amerika’da artan motosiklet kazalarının altında bir neden daha yattığına dikkati çekiyor. Artan benzin fiyatları! Birçok eyaletten gelen bilgiler benzin fiyatlarından etkilenmek istemeyen otomobil sürücülerinin motosiklet aldığını ancak hiç tecrübe kazanmadan ya da eksik eğitimle yollara çıkarak kaza yaptıklarını gösteriyor. Kimi eyaletler ise güzel havalardan şikayetçi! Sürüş sezonu ne kadar uzun olursa, yoldaki motorcu sayısı, sürüş süresi ve pek tabii beraberinde kaza olasılığı da o kadar artıyor zira!


Uzun lafın kısası, motorcu dünyanın her yerinde az çok benzer risklerle karşı karşıya. Ancak trafikteki akış, sabır, saygı farklılık gösteriyor. İşte bu noktada da diğer sürücülerin ufacık hataları bile bir motorcu için hayatla ölüm arasındaki ince çizgiyi belirleyen yegane faktör olabiliyor. Bu yazıyı okuyan herkesten Motosikletli Kız olarak ricam:


Bir kez daha düşünün. Bir kez daha yutkunun. Bir gün içinizdeki trafik canavarının dönüp sizi ısırmaması için biraz daha anlayışlı olun lütfen. En azından deneyin! Bugünden başlayarak hem de!

MOTOSİKLETLİ KIZIN ÖZÜ


Merhaba,

Motosikletli Kız ben. Ya da ismimi bilmek isteyenler için, kısaca Selin… Yıllardır hem haber editörü olarak medyanın tozunu yutuyorum hem de iki teker üstünde yolların. Şimdilerde Amerika'da, televizyon habercisi olarak devam ediyorum macerama...

Her İstanbul mağduru gibi trafikten kurtulmak için bir helikopter almanın (!) en iyi alternatifinin ne olacağını düşündüğüm o günlerde aldım ilk motorumu.

11 yılda 4 motor, binlerce kilometre yol ve her aklıma düştüğünde yüzümde hınzır bir gülümsemeye yol açan milyon anıdan sonra hayalini kurduğum yollarda, Amerika’dayım. Rüzgarın bile farklı estiği dev kıtadaki uzun, upuzun yollarda…

Ağrı kesicim, heyecanım, kafam bozuk olduğunda derin bir nefesle düşüncesini içime çekmeye çalıştığım motorumla. Bir o kadar bildiğiniz ve bir o kadar bilmek isteyeceğiniz şeyi biriktirdim eteğimde. Paylaşmaya hazırım. Tüm rüzgar tutkunlarına, iki teker aşıklarına, motosiklet delilerine açık davet:

Gelin birlikte kaybolalım rüzgarın içinde…

motosikletlikiz@gmail.com

Sağlıklı Sürüş İçin Bilmeniz Gerekenler (1)

VİDEOLU YAZILAR :)

Amerika Yollarında (2)

Motorda Kolları Dinlendirmek

Amerika Yollarında (1)

Amerika Yollarında (3)

Motosikletli Kız Amerika'daki Fuarda

Reflektörleri Taktım, Sizin İçin Test Ettim ;)

İnterkom Almadan Bunu İzlemelisiniz

2014 The Washıngton Auto Show

Kask Hayat Kurtarabilir!

Motorda Dertler Nasıl Unutulur?

Motorla Amerika'da (2011'den Kalanlar)

Binlerce Motor Yollara Dökülürse!

Burada Sizin Yazı ve Fotoğraflarınız da Var!

Sizin Köşeniz

Bu Blogda Neler VAR Neler YOK?

*Bu blogun yazarının gözünde hiçbir motor (marka, cins, tür, yıl, renk, güç açısından) bir diğerinden üstün değil (Kabul edin her motor sahibine güzel gelir)

*Bu blogda Amerika VAR, Türkiye VAR. Bu ikisinden herhangi birinin yerden yere vurulmasına yer YOK.

*Bu blogda izlenimlere, araştırmaya ve zaman zaman şahsi fikirlere ve öykülere yer VAR. Dolayısıyla hiçbir fikre, yoruma katılmamak YOK.

*Bu blogda her türlü olumlu katkıya yer VAR. Motor tutkunlarının birbirini kırıp dökmesine izin YOK.

*Bu bloga her türlü eleştiriyi yöneltmeye hakkınız VAR. Ama ara sıra da olsa yapıcı olmayı unutmak YOK.

Not: Blog kuralları her an değişebilir. İtiraza yer YOK:)