Başlık yanıltmasın, Amerikan Kongresi’nde henüz bir Türk milletvekili veya senatör yok! Birkaç seçim daha olmayacağa benzediğini de söylemek mümkün. Bir sürpriz olursa kimsenin itirazı yok tabii! Washington’da olup bitenler hakkında bilgi vereceğimi söylemiştim ya, işte bugün de bu kapsamda bir yazı size.
Amerika Türk Koalisyonu (TCA) ve Türk Kültür Vakfı (TCF) geçtiğimiz günlerde Temsilciler Meclisi Başkanı Cumhuriyetçi Ohio milletvekili John Boehner onuruna bir yemek verdi. Kongre binasındaki yemeğe Boehner’ın yanısıra, Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçi üyeleri Florida milletvekili Ileana Ros Lehtinen, Kentucky milletvekili Ed Whitfield ve Kuzey Carolina milletvekili Virginia Foxx da katıldı. Ileana Ros Lehtinen, Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı ve Kongre’deki Türk Dostluk Grubu’nun eş-başkanı. Diğer başkan Ed Whitfield. Bu tür etkinlikler kuşkusuz Amerika’da yaşayan Türkler’in Kongre’yle olumlu ilişkiler geliştirmelerine katkıda bulunduğu gibi seslerini daha çok duyurmalarını da sağlıyor. Günün birinde Türk asıllı bir Amerikalı’nın Kongre üyesi seçilmesi umudu da son yıllarda giderek güçleniyor. Hemen yarın olacak değil ama birkaç seçim sonra neden olmasın? Bu konuda Amerika Türk Koalisyonu yoğun bir çaba harcıyor. Örgütün planladığı yemeğe Türk Kültür Vakfı’nın kurucuları Serpil ve Yalçın Ayaşlı, Coca Cola’nın Başkanı ve Yöneticisi Muhtar Kent, Polymer Şirketi Başkanı ve bu yaz Türk-Amerikan Dernekleri Birliği’nin (ATAA) başkanlığını iki yıllığına devralacak olan Ergun Kırlıkovalı, TCA Başkanı Lincoln McCurdy, TCF direktörü Güler Köknar ve Türk Koalisyonu Siyasi Komitesi’nden Lydia Borland katıldı. Amerika’da geçen yıl düzenlenen ara seçimlerde Cumhuriyetçi Parti Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu ele geçirince hatırlayacaksınız Temsilciler Meclisi Başkanlığı, Türkiye karşıtı tavrıyla bilinen Demokrat Nancy Pelosi’den Cumhuriyetçi John Boehner’e geçmişti. Geçmişte Ermeni tasarılarına karşı tutumuyla bilinen Boehner, Türk-Amerikan ilişkilerinin önemini sık sık vurgulayan bir politikacı. Boehner, 2007’de Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu’ndan geçen sözde Ermeni tasarısının Genel Kurul’da oylanıp oylanmayacağının tartışıldığı günlerde katıldığı bir TV programında, 1915 olaylarının Washington’daki politikacılar değil, tarihçiler tarafından incelenmesi gerektiğini söylemişti. Boehner, “Türkiye, teröristlerle savaşımızda çok önemli bir müttefiktir” demişti. Ileana Ros-Lehtinen de, geçen yıl Ermeni tasarısının aleyhinde oy kullanmıştı. Bu yıl 24 Nisan öncesi tasarı gündeme gelmedi, her zaman olduğu gibi Başkan Obama alışıldık mesajını yayınladı, Türk Büyükelçiliği önünde Türklerle Azeriler Ermeniler’a karşı gösteri yaptı ama bu kritik dönem geçen yıla göre çok hafif atlatıldı.
TCA hakkında bir not: U.S.News and World Report dergisine göre, Amerika Türk Koalisyonu (TCA) 2009-2010 yıllarında Kongre üyeleri ve yardımcıları için en çok seyahat düzenleyen üçüncü Amerikan derneği. Listenin başında Amerika İsrail Halkla İlişkiler Vakfı (AIPAC) adlı örgüt var. Partilerüstü bir düşünce kuruluşu olan Aspen Enstitüsü ikinci, TCA üçüncü. Dördüncü olarak da Alman Marshall Fonu geliyor. TCA bugüne kadar Türkiye’ye yedi Kongre heyeti götürdü, toplam 80 danışman ve beş Kongre üyesi Türkiye’yi gördü. Son iki heyet Türkiye’nin yanısıra Bosna Hersek ve Makedonya’da da temaslar yaptı. Size fikir vermesi açısından bu işin maliyetiyle ilgili birkaç rakam vermek istiyorum. 2009 yılı başından 2010 sonuna kadar Amerika İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’ne bağlı Amerika İsrail Eğitim Vakfı 154 Kongre üyesi ve danışmanını İsrail’e götürdü ve toplam 1 milyon 619 bin 755 dolar harcadı. Türkiye hakkındaki yanlış izlenimleri silmek için çalışan TCA 85 ayrı seyahat için aynı dönemde 545 bin 710 dolar harcama yaptı.
Bu işler çok para gerektiriyor gördüğünüz gibi. Amerika’daki nüfusu kalabalık, parası bol etnik gruplar da Kongre’de daha yüksek sesle konuşuyor. Hiçbir şey için geç değil. Bu ülkede yaşayan Türkler de Amerikan siyasetinin bir parçası olmak için artık daha iyi örgütlenmenin önemini anladı. Çabalarının sonuç vereceği umudu filizlendi, yeşerdi, günün birinde meyve verecektir.
Bu konudaki görüşlerinizi bekliyoruz. Siz ne dersiniz?
Obama Ne Kadar Vergi Ödedi?
Amerika’da Nisan ayı vergi ayıdır ve Demokles’in Kılıcı gibi ciddi bir stress konusudur. Bu yıl 18 Nisan’dı son vergi bildirimi yapma günü ve bu işi son ana bırakan milyonlarca Amerikalı vergi bürolarına akın etti, postanelerde kuyruğa girdi ve son anda görevini yerine getirdi. Eğer Nisan’in ortasına kadar bildiriminizi tamamlayamazsanız Haziran’a kadar uzatma almanız mümkün. Amerika’da vergi yasaları çok sıkı ve bu yasalara uyum çok ciddi bir şekilde denetleniyor. Yine de vergi kaçakçılığı olmuyor demek mümkün değil. Örneğin son aylarda 2012 seçimleri için Cumhuriyetçiler’in başkan adayları arasında ismi geçen emlak milyarderi Donald Trump, 2010 yılında ne kadar vergi ödediğini açıklamadı. Amerikan gazeteleri Trump’a ver yansın ederken, medyatik işadamının adının Forbes dergisinin milyarderler listesinde de olmaması ilginç. Trump’un, emlak alıp satarak ve kumarhane işleterek inanılmaz bir servet elde ettiğini herkes biliyor. Ne kadar vergi ödediğini de bilmek iyi olurdu. Zenginin parası fakirin çenesini yorarmış!
Şaka bir yana, vergi mükellefleri arasında tabii Başkan Barack Obama da var. Beyaz Saray’da oturmak, Amerika’yı yönetmek, Obama ve ailesinin vergi yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı gibi bu konudaki sorumluluklarını daha da arttırarak vatandaşlara örnek olmalarını gerektiriyor. Başkan Obama da bu yükümlülüğü yerine getirdi ve 2010 yılında ailesinin gelirini 1 milyon 728 olarak bildirdi. Beyaz Saray her yıl Başkan ve Başkan Yardımcısının vergi bildirimini düzenli olarak açıklıyor. Barack Obama’nın başkanlık maaşı yılda 400 bin dolar. Rakamlar Obama’nın gelirinin 2009’a göre yaklaşık 4 milyon dolar azaldığını gösteriyor. Bunun nedeni geçen yıl Obama’nın kitaplarından elde ettiği gelirin azalması. Barack Obama ve eşi Michelle’in 2009 yılındaki toplam kazancı 5 milyon 500 bin dolardı. Obama ailesi, geçen yıl için toplam 453 bin 770 dolar vergi ödedi. Çok kazanan Obama geçen yıl çok da bağış yaptı. Bağışların toplamı 245 bin 75 dolar. Yani Obama gelirinin yüzde 14,2’sini bağışladı.
36 farklı hayır kurumuna yapılan bağışların yarısından fazlası Fisher House Vakfı’na gitti. Obama, kızları 10 yaşındaki Malia ve 7 yaşındaki Sasha için yazdığı ‘‘Senin için Söylediğim Şarkılar: Kızlarıma Mektup’’ adlı kitabının bütün gelirini bu vakfa bağışlamıştı. Obama, federal verginin dışında Illinois eyaletine de 51 bin 568 dolar vergi ödedi. Biliyorsunuz Obama ailesi Washington’a taşınmadan önce bu eyaletteki Chicago kentinde yaşıyordu. Başkan Obama ve First Lady Michelle Obama çocuklarına her anne baba gibi çok düşkün. İşte bir mutlu aile fotoğrafı.
Gelelim Başkan Yardımcısı Joe (Joseph) Biden’a. Vergi bildirimine göre Biden ve eşi Jill’in geçen yılki toplam kazancı 379 bin 178 dolar. Biden çiftinin 2010 yılında ödediği verginin toplamı 86 bin 626 dolar. Biden, federal verginin dışında Delaware ile Virginia eyaletlerine de toplam 8 bin 865 dolar ödedi. Biden çifti geçen yıl toplam 5 bin 350 dolarlık bağış yaptı. Bu bağışlar vergiden düşülüyor. Ne diyelim, herkes vergisini düzenli ödeseydi herhalde birçok devlet hazinesi daha iyi durumda olurdu!
Bu kez konu biraz ciddi oldu ama yine müzikli, sinemalı yazılar göreceksiniz önümüzdeki günlerde Gökkuşağı’nda. Sık sık www.amerikaninsesi.com adresine girip hem Gökkuşağı’na hem de diğer bloglara bakın ve lütfen tembellik etmeyin ne düşündüğünüzü yazın!
Buarada İngilizce blog okumak isterseniz aşağıdaki linki tıklayın.
Amerika’nın Sesi’nin İngilizce’nin yanısıra Azerice, Kürtçe, Rusça, Khmer’ce, İspanyolca bloglarını da aynı adreste bulabilirsiniz:
//blogs.voanews.com
Türkçe Bölümü’nün blogları: Gökkuşağı’na ek olarak Yeni Ekonomi, Motosikletli Kız, Biz Bize, Made in USA, Önce Sağlık, Hayatımız Eğitim. Görüşlerinizi bekliyoruz.
Maurice Asseo’dan “Boğaz ve Ötesi”
Birbirinden güzel Türkiye fotoğrafları çekmiş bir sanatçıdan söz edeceğim bugün. 1976 yılında iki yıllığına Washington’a gelen Maurice Asseo, “Geliş o geliş iki yıl hala bitmedi” deyince çok tanıdık geldi söyledikleri!
Maurice Asseo Paris’te doğdu, İstanbul’da büyüdü. Fotoğrafçılığa 10 yaşında babasının aldığı Kodak Brownie ile başladı, sonraları Leicas ve Nikon’lara geçiş yaptı.
Dünya Bankası’ndan emekli bir ekonomist olan Asseo bugüne kadar dünyanın 80 ülkesini gezdi, fotoğrafları dünyanın birçok ülkesinde çeşitli galerilerde sergilendi, bu fotoğraflardan hazırladığı 15 slide gösterisi Washington başta olmak üzere birçok kentte gösterildi ve büyük ilgi gördü.
Maurice Asseo Türkiye’yi Amerikalılar’a tanıtmak amacıyla birçok kez gönüllü olarak Türkiye fotoğraflarını gösterdi, slide gösterileri yaptı. Türkiye’nin doğal güzelliklerini ve tarihi zenginliklerini sergiledi, Türk insanının konukseverliğini ve doğallığını anlattı.
Türkiye’nin hemen her yerini gezen Maurice Asseo sonunda Türkiye fotoğraflarını bir kitapta topladı.
“Bosporus and Beyond” (Boğaz ve Ötesi) adlı kitap istanbul’un eskiyle yeniyi birleştiren özellikleriyle Anadolu’nun ve Anadolu insanının doğasını bütün güzelliğiyle gözler önüne seriyor.
Bosporus and Beyond Boğaz ve Ötesi Maurice Asseo’nun Türkiye aşkını anlatan bir eser. Asseo, “Türkiye’nin sadece İstanbul’dan ibaret olmadığını anlatmak istedim” diyor ve özellikle Amerikalılar’a ülkenin her yerini gezmelerini tavsiye ediyor.
Her yerde ayrı bir renk, ayrı bir lezzet, ayrı bir dost yüz bulmak istiyorsanız Maurice Asseo’nun kitabındaki gibi yollara düşün derim. Yolunuz açık olsun!
Kitabı aşağıdaki internet sitesinden ısmarlayabilirsiniz. Siteye girdikten sonra Maurice Asseo araması yapın.
Maurice Asseo’yla Washington yakınlarındaki evinde çay içtik, sohbet ettik, bize kitabı ve hayatı hakkında bilgi verdi.
Washington’da Gezme Zamanı
Federal hükümetin üzerindeki kara bulutlar sonunda dağılıp müzeler parklar kapanmaktan kurtulunca Washington’daki çoğunluğu yerli turistler derin bir nefes alarak rahatladı. Neden derseniz, bahar geldi, Japon Kirazları çiçek açtı, Amerika’nın çeşitli yerlerinde okullar sırayla birer haftalık tatiller yapıyor ve anne babalar çocuklarını gezdirme sürecinde. Bugünlerde Washington’da her yer turist otobüsü kaynıyor. Üstelik Kiraz Festivali devam ediyor. Japonya’daki deprem ve tsunami felaketi bu yıl Kiraz Festivali’ne ilgiyi arttırdı. Japonya için yardım toplama çalışmalarına da festivalin bir parçası oldu. Potomac nehri kıyısında gerçekten çok güzel bir manzara var. Tam bir görsel şölen. Geçtiğimiz günlerde yağan şiddetli yağmura ve geceleri sıfıra düşen ısıya iyi dayandı Japon ağaçları. Geçirdikleri büyük felakete dirençle dayanan Japon halkı gibi. Washington’daki müzelerde birbirinden güzel sergiler var, ayrıca başkentin ünlü Bağımsız Film Festivali de bu döneme rastladı. Amerika’da okul tatillerinde ve yaz aylarında anne babalar çocuklarını müzelere, eğlence parklarına, festivallere götürür. Okul açıkken de okul gezileri çoğunlukla kütüphanelere, müzelere, sergilere, öğrenmeyi teşvik eden ortamlara yapılır. Bu dönemden hepimiz geçtik, çocuklarımızın bilgi depolarını geliştirmek için Washington içinde ve çevresindeki birçok yere taşıdık. Bunlardan biri de Baltimore Akvaryumu’ydu. Bu akvaryum, Washington’a komşu Maryland eyaletinin Baltimore kentinde, Washington’a 1,5 saat mesafede. Amerika’nın en turistik mekanlarından biri Baltimore Akvaryumu. Ve Japon kiraz ağaçları gibi tam bir görsel şölen! Akvaryum çeşitli türlerde birbirinden renkli balık, kuş ve bitkileriyle büyük bir ilgi odağı. Baltimore Akvaryumu’nun tarihçesi 1970’lere gidiyor. Zamanın Belediye Başkanı William Donald Shaefer ilk kez Maryland eyaletinin Baltimore kenti limanında bir akvaryum açılması fikrini ortaya attı. 1976 yılında Baltimore Belediye Meclisi öneriyi kabul etti ve limanda inşaat 8 Ağustos 1978 tarihinde başladı. Akvaryumun yapımı üç yıl sürdü. Bina ve arazi Baltimore Belediyesi’ne ait. Baltimore Ulusal Akvaryumu 8 Ağustos 1981’de halka açıldı. Açıldığı günden beri de akvaryuma ilgili hiç azalmadı. Akvaryumu kar amacı gütmeyen Baltimore Ulusal Akvaryumu adlı kuruluş idare ediyor. Kuruluşun 300 maaşlı, bir o kadar da gönüllü çalışanı var. 1979 yılında Akvaryum’un dünya çapında bir kuruluş olduğu Amerikan Kongresi tarafından da kabul edildi ve Kongre akvaryuma “ulusal” statü tanıdı. Üç ayrı bölümden oluşan Baltimore Akvaryumu’nda bir de tropik orman yavrusu var. Burada tropikal ormanların canlılarıyla bitkilerini görmek ve eko sistemler hakkında bilgi almak mümkün. Akvaryumda 660 çeşit 16 bin balık, kuş, sürüngen, deniz canlısı ve memeli deniz hayvanı bulunuyor. Baltimore Akvaryumu, Maryland eyaletinin en büyük gelir kaynağı. Her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği akvaryum, yılda 220 milyon dolar gelir getiriyor, 6 milyon 800 bin dolar vergi geliri sağlıyor ve 2 bin kişiye iş imkanı yaratıyor. Baltimore Akvaryumu’nda yalnız çocukların değil yetişkinlerin de ilgisini çeken gösteriler yapılıyor. Örneğin akvaryumda bir gece gecirmek ve hayvanları izlemeye devam etmek mümkün. Özel turlar da var. Özellikle yunusların gösterisi otobüslerle okul gezileri için Baltimore’a getirilen öğrencilerin en sevdiği etkinlik. Sevimli yunuslar güzel ve uyumlu dalış ve hareketleriyle her gösteride dakikalarca alkışlanıyor. Akvaryumu ve gösteriden bir bölümü Serdar Keskin görüntüledi ve güzel bir müzik de ekleyince kulağa ve göze dost hoş bir video çıktı ortaya. Sağ üst köşede izleyebilirsiniz.
Washington’a gelirseniz, tabii önce Amerika’nın Sesi Türkçe Bölümü’ne bekleriz. Ardından da Amerika başkentine yaklaşık bir buçuk saat uzaklıkta, Maryland eyaletinin Baltimore limanındaki birbirinden ilginç canlılarla dolu bu dev akvaryumu ziyaret etmeyi unutmayın, gözünüz gönlünüz açılsın!
Daha fazla bilgi için:
http://www.aqua.org
Sibel Bülay’la Sevgili İstanbul
Megakentlerin en büyük sorunlarının başında trafik kargaşası geliyor. Dünyanın bütün büyük kentlerinde hızlı kentleşmenin ve ulaşım araçlarının artmasının sonucu olarak okuyan, çalışan herkes yollarda uzun saatler geçirmek zorunda kalıyor. Washington gibi İstanbul da bu megakentlerden biri. Washington’daki Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) EMBARQ adlı programıyla İstanbul’da sürdürülebilir kent ulaşımı projesi yürütüyor. EMBARQ Türkiye Programı Direktörü Sibel Bülay aynı zamanda geçtiğimiz günlerde 19’uncu Washington Çevre Filmleri Festivali’nde gösterilen Aslıhan Ünaldı’nın “Overdrive: Istanbul in the New Millenium” filminin Enstitü tarafından sponsor edilmesini sağlayan ulaşım uzmanı. Hatırlayacaksınız Washington Çevre Filmleri Festivali’nden söz ederken bu filmi izleyip yönetmen ve yapımcılarıyla konuşacağımı yazmıştım. Sibel Bülay’la yaptığım söyleşiyi izleyebilirsiniz bugün. Daha sonra New York’tan filmin yönetmeni Aslıhan Ünaldı’yla da sohbet edeceğiz.
EMBARQ’ın Türkiye Sürdürülebilir Ulaşım Merkezi SUM-Türkiye Direktörü Sibel Bülay tam bir İstanbul aşığı. “İstanbul” derken gözleri parlıyor, kalbi daha hızlı çarpıyor. Amerika’nın Sesi-VOA stüdyosunda konuğumuz oldu, çok da yakın olmayan Dünya Kaynakları Enstitüsü’nden VOA’ya yürüyerek geldi, hiç üşenmeden. Hemen o akşam da Türk Hava Yolları’yla İstanbul’a döndü. Gerçi reklama giriyor ama, burada söylemeden geçemeyeceğim, THY’nın Washington’dan TR’ye uçması harika bir olay! Yıllardır bekliyorduk, sonunda başladı ve gidip gelen herkes memnun şimdilik, fiyatlar biraz yüksek olsa da. Ben daha denemedim ama ilk fırsatta düşünüyorum.
Sibel Bülay, sorularımı içtenlikle yanıtladı ve “insan”ın ne kadar önemli olduğunu vurguladı. Hem İstanbul hem de “insan” için çarptığını kalbinin görmek zor değil. “Çevre”nin korunması gerektiğini söyledi sık sık. Bisikletle ulaşımı teşvik ettiklerini anlattı ve Türkiye’de aslında oldukça eski ve köklü bir bisiklet kültürü olduğunu hatırlattı. Ben de eski bir bisikletsever olarak katılıyorum. İlkokulu bitirdiğim yıl babamın taksitle aldığı İtalyan malı bisiklet günlerce arkadaşlarım arasında konuşulmuş, bana özel ilgi gösterilmesine neden olmuştu. Sonraları kızlar aramızda adeta bir bisiklet ordusu kurmuş ve okul sonrası günde birkaç saat bisiklete binmeye başlamıştık. İyi spordu doğrusu! Amerika’da bisikletin çok yaygın olduğunu söylemekte yarar var. İşe bisikletle gidip gelen arkadaşlarımız olduğu bir gerçek. Ani bir yağmura yakalanıp ıslanmadıkları sürece bisiklet ve de tabii motosikletlerini (çünkü motosiklete binen arkadaşlarımız da var-Motosikletli Kız adlı bloğumuza bakın derim) çok zevkli bir yolculuk yaptıklarını anlatıyorlar. Buarada Amerika’nın megakentlerinden Washington’da da ciddi bir trafik sorunu olduğu bir gerçek. Sabah ve akşam işe gidip gelirken birkaç saat harcıyoruz hergün. Birkaç gün önce ofise giderken Kiraz Festivali turist trafiğinin içinde kaldım ve 10 dakikalık yolu bir buçuk saatte katettim! Bunun için burada çok yaygın olan bir uygulama ekspres yol uygulaması. Bazı yollarda araçta iki, bazılarında 3 kişi bulunmasını gerektiren ekspres yollar da son zamanlarda araç sayısının ve nüfusun artmasına bağlı olarak yetersiz kalıyor. Ekspres yol maceralarını daha sonraya bırakalım!
Megakentlerde yaşayan sevgili okurlar, İstanbul’la ilgili sohbetimizi izleyin ve yorumlarınızı yazın. Evden okula ve işe giderken ne kadar zaman harcıyor ve hangi araçları kullanıyorsunuz? Cevap veren ilk beş okurumuza küçük birer VOA armağanı yollayacağım, söz. Yolunuz açık, sabrınız bol olsun!
Caz ve bir Karadeniz Türküsü
Nisan, Amerika’da “Caz Ayı” ve Gökkuşağı’nda bu kez konumuz müzik. Hem de caz. Hem de güzel bir işbirliği. Üniversiteler arası bir işbirliği bu. Burada bir parantez açalım. Caz bugünlerde Ahmet Ertegün’ün caza katkılarının anılması için bir dizi program düzenleyen Washington Büyükelçiliği sayesinde çok gündemde. Ahmet Ertegün kimdir? 1923’te Türkiye’de doğan Ahmet Ertegün, eski büyükelçi Münir Ertegün’ün oğlu. Ahmet Ertegün babasının 1935 yılında Washington’a büyükelçi olarak atanması üzerine Amerika’ya geldi. Felsefe eğitimi gördü, babasını 1945 yılında kaybetti, ailesinin Türkiye’ye dönmesinden sonra ağabeyi Nesuhi ile Amerika’da kaldı. Ertegün kardeşler ilk kez 1940 yılında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği rezidansında (ki Washington’un en güzel binalarından biridir ve Türkiye’ye aittir) siyah ve beyaz müzisyenlerin birlikte sahneye çıktığı bir konser düzenledi. O yıllarda Amerika’da ırkçılık çok yaygındı ve sert çizgilerle ayrılmıştı toplum ve siyah sanatçılar konser verecek yer bulmakta zorlanıyordu. İşte böyle bir dönemde gerçekleşti konser ve bir güneyli senatör, Büyükelçi Ertegün’e bir mektup göndererek, “Herkes bu siyahların ne olduğunu ve nasıl muamele edilmesi gerektiğini biliyor ama siz bunları ön kapınızdan sürekli içeri alıyorsunuz. Bu garip bir durum değil mi?” diye sordu. Büyükelçi Ertegün senatöre şu yanıtı verdi: “Evet, biz her zaman dostlarımızı ön kapıdan alırız, siz de gelirseniz kabulümüzsünüz ama arka kapıdan alır, ağırlarız.”
Öykümüze dönelim yine. Ertegün kardeşler, 1947 yılında borç aldıkları 10 bin dolarla Atlantic Records adlı plak şirketini kurdu ve ilk plaklarını çıkardı. Ahmet Ertegün, Ray Charles, Aretha Franklin, Miles Davis, Stevie Wonder, Frank Zappa, Rolling Stones, Bee Gees, Led Zeppelin, Bette Midler gibi sanatçıların üne kavuşmasında büyük rol oynadı. Atlantic Plak şirketi dünyanın en büyük plak şirketlerinden biri haline geldi. Eartha Kitt’in yorumladığı “Üsküdar’a Gider İken” şarkısının Amerika’da ve dünyada tanınmasında Ahmet Ertegün’ün katkısı büyük oldu. Grammy’ler dahil birçok müzik ödülü kazanan Ahmet Ertegün, genç sanatçı Norah Jones’un parlamasında da büyük rol oynadı. Son yıllarında megastar Tarkan’ın İngilizce albüm çıkarması için çalışan Ahmet Ertegün’ün ömrü buna yetmedi. Birkaç deneme yapıldığını duyduk ama Ertegün’ün, zaman zaman New York’a gelerek İngilizce dersleri aldığı söylenen Tarkan’ın henüz buna hazır olmadığını düşündüğü konuşuldu müzik çevrelerinde.
29 Ekim 2006’da New York’ta bir Rolling Stones konseri sırasında ayağı kayıp düşerek başını vuran Ahmet Ertegün 14 Aralık 2006’da hayata veda etti, Türkiye’de toprağa verildi. Ahmet Ertegün’le ilk kez Washington’da Maryland eyaletinden Kongre’ye aday olan ancak seçimi kaybeden Osman (Oz) Bengür için düzenlenen bir toplantıda tanıştım, uzun uzun konuşma fırsatı buldum. Hatta o akşam bir de çekim yaptık. Kongre’ye mutlaka bir Türk’ün girmesi gerektiğine yürekten inanıyordu, Oz Bengür’ün kampanyasına da büyük katkılarda bulunduğu söyleniyordu. Günün birinde bunun da gerçekleştiğini göreceğiz herhalde ama biraz daha zaman var gibi.
Gelelim caza gönül vermiş genç sanatçıya. Müzisyen Emre Kartari 35 yaşında, davul çalıyor, beste yapıyor. Bugüne kadar üç albüm çıkaran ve dördüncüsü üzerinde çalışan Kartari, caza doğu ezgileri eklemeyi seviyor. En büyük hayali de Türkiye’yle Amerika arasında bir caz köprüsü oluşturmak. Bunun ilk adımını attığı için çok mutlu. New York ve Virginia’da müzik eğitimi alan Emre Kartari, Hacettepe Üniversitesi’nde konser ve ders vermeleri için profesörlerini ikna etmeyi başarmış. Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği ve Richmond’daki Virginia Commonwealth Üniversitesi VCU’nun da yardımıyla Kartari sayesinde geçtiğimiz haftalarda Hacettepe’de güzel bir caz konseri gerçekleşmiş. Konserde saksafoncu Skip Gailes, trampetçi Rex Richardson, piyanist Bob Hallahan, gitarist Adam Larrabee, basçı Mike Richmond, perkusyoncu Tim Collins ve baterist Howard Curtis, Emre Kartari’yle birlikte çalmış. VCU Caz Çalışmaları Enstitüsü eski başkanı olan Doug Richards, “Ben Seni Sevdiğimi Dünyalara Bildirdim” adlı Karadeniz (Trabzon) türküsünü Hacettepe’nin çiçeği burnunda Senfoni Orkestrası için uyarlamış ve ortaya güzel bir parça çıkmış. Konserde kanun virtüözü Ahmet Baran da çalmış.
Bu konseri gündeme taşıdığı için Amerika’nın Sesi’nin “Jazz Beat” bloğunun yazarı Diaa Bekheet’e gönülden teşekkürler. Amerika’ya gelmeden önce ders verdiğim ve öğrencilerimle zamanın öğrenci olaylarına rağmen unutulmaz günler geçirdiğim Hacettepe Üniversitesi’nin özel bir konserle adından söz ettirmesi gerçekten çok güzel. Konserden “Ben Seni Sevdiğimi Dünyalara Bildirdim”i – ya da Trabzon şivesiyle “Ben Seni Sevduğumi da Dünyalara Bildirdum”-u (anonim) caz yorumuyla dinlemek için çok beklemeden tıklayın. Güzel dakikalar geçireceğinize kuşkum yok. Beğenip beğenmediğinizi yazarsanız sevinirim.