Gökkuşağı

Obama Konuşmasını 8 Eylül’e Aldı

Başkan Barack Obama dün 7 Eylül Çarşamba akşamı saat 8’de (TR saatiyle Perşembe sabahı 3’te) Kongre’nin ortak oturumunda bir konuşma yapacağını açıklamıştı. Ancak tarihi değiştirmek durumunda kaldı çünkü Cumhuriyetçiler’in aynı saatte bır televizyon tartışması olacak. Ayrıntılara birazdan değineceğim ama önce konuşmaya bakalım. Konu yine ekonomik kriz, işsizlik. Başkan Obama, Kongre’den partizanlığı bir yana bırakıp, Amerikan halkının sıkıntılarını çözüm bulmasını isteyeceğini söyledi. Başkan Kongre liderlerine gönderdiği mektupta, şöyle dedi: “Bu yaüz otobüsle Amerika’nın çeşitli yerlerini ziyaret ettim, Amerikalılarla konuştum, hepsinden aynı mesajı duydum. Herkes Washington’dan  politikayı bir kenara bırakmasını ve Amerika için iyi olan neyse onu yapmasını istiyor, partilerimiz için değil, halkımız için en doğru yolu seçmemizi bekliyor. Bu isteği yerine getirmek zorundayız.” Başkan konuşmasına bir hafta kala, bir kararname çıkardı ve federal dairelerden, yeni iş imkanları yaratacak projeler hazırlamalarını istedi.  Kararnameye göre, İçişleri, Tarım, Konut ve Kent Kalkınması, Ticaret ve Ulaştırma Bakanlıkları, çok sayıda iş imkanı yaratacak enaz üç büyük proje geliştirecek. Başkan kararnameyi açıklarken şunları söyledi: “İş alanları açmak Başkan olarak en çok öncelik verdiğim konu. İşsizliği azaltmadan, ekonominin büyümesi mümkün olamaz. ” Başkan Obama’nın ikinci dönem seçilebilmesi için Demokrat seçmenlere ekonomiyi düzeltmeye kararlı olduğunu göstermesi şart.

Gelelim Kongre konuşmasına.  Başkan’ın konuşma için bu tarihi seçmesi raslantı mıydı? 7 Eylül akşamı Teksas Valisi Rick Perry de California’nın Simi Valley kentinde tam aynı saatte, akşam 20’de başlayacak olan ilk televizyon tartışmasına katılacaktı. Perry böylece Cumhuriyetçi Parti’nin aday adaylarından biri olarak ilk kez önemli bir sınav verecek. Beyaz Saray Sözcüsü Jay Carney’e dün gazeteciler Başkan’ın Kongre’deki konuşması için 7 Eylül’ü özellikle mi seçtiğini sordular. Carney, “Elbette değil. Tamamen raslantı” yanıtını verdi. Yorum sizin. Ama tarih çakışması o kadar büyük bir tartışma başlattı ki Başkan Obama’nın Cumhuriyetçilerle takışmaktan kaçındığı anlaşılıyor. Beyaz Saray tarihi değiştirdi, konuşma 8 Eylül’e alındı. Teksas Valisi Cumhuriyetçi Rick Perry,  Obama yönetiminin ekonomi politikalarını şiddetle eleştiriyor. Cumhuriyetçi aday adayları arasında öne çıkan Perry, Başkan’ın çevresindeki akademisyenlere ve danışmanlara da ver yansın ediyor. Perry’ye göre Barack Obama’nın gerçek dünyayı bilen, tanıyan uzmanlara ihtiyacı var, akademisyenlere değil. Rick Perry birzamanlar Chicago Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ders veren Başkan’ın sürekli akademisyenlere danışmasının ekonominin daha da kötüye gitmesine neden olduğunu da öne sürüyor. Perry, “Tabii hepsi  akademisyen olarak çok akıllı insanlar ama pratik bilgiden yoksunlar” demeyi de ihmal etmiyor.

Peki Amerikalılar 2012’de kime oy vereceklerini biliyorlar mı? Başkan Obama’nın ikinci dönem için seçilme şansı yüksek mi? Kamuoyu yoklamaları bu soruların yanıtının “hayır” olduğunu gösteriyor. Amerikalı seçmenler Beyaz Saray’da ve Kongre’de kimi ve kimleri görmek istedikleri konusunda neredeyse eşit olarak ikiye bölünmüş durumda.   Quinnipiac Üniversitesi’nin bugün yayınlanan anketine göre, Başkan Obama’yla Cumhuriyetçi Parti’nin iki önemli aday adayı, Teksas Valisi Rick Perry ile  Massachusetts eski valisi Mitt Romney arasında halk desteği oranı açısından fazla bir fark olmadığını gösteriyor. Kayıtlı seçmenlerin katıldığı ankete göre, seçimler bugün yapılsaydı Obama ve Romney oyların yüzde 45’ini alabilirdi. Perry ile kıyaslandığı zaman Başkan Obama Teksas valisinden iyi durumda. Obama yüzde 45, Perry yüzde 42 oranında destek görüyor. Kongre yarışında da oylar bölünmüş durumda. Amerikalı seçmenler bu konuda eşit destek veriyor Cumhuriyetçi Parti’yle Demokrat Parti’ye. İki partinin destek oranı yüzde 38.  Bu hafta yapılan üç ankette de Perry bütün Cumhuriyetçi adayların önüne geçti. Cumhuriyetçilerin yüzde 24’ü Perry’yi, yüzde 18’i Mitt Romney’i,  yüzde 11’i Alaska eski valisi Sarah Palin’i, yüzde 10’u da Minnesotalı Temsilciler Meclisi üyesi Michelle Bachmann’a destek verdi.

Sizce ne olur? Başkan Obama bir dört yıl daha Beyaz Saray’da kalabilir mi? Gerçi seçime daha çok var ama, şimdiden tahminler başladı gördüğünüz gibi. Bir tahmin de sizden gelsin!

Washington’a Depremden Sonra Kasırga!

Bu haftanın olayı Washington ve çevresini sarsan depremdi, sevgili okurlar.  Şimdi diyeceksiniz ki, Türkiye gibi depremin acılarını fazlasıyla yaşamış bizler için bunun neresi ilginç.  Haklısınız ama belki buradaki durumu biraz daha ayrıntılı okumak isteyeceğinizi düşündüm. Depremin merkezi,  Washington’a komşu Virginia eyaletinin, küçük Mineral kentiydi. Bu, bugüne kadar bu bölgede kaydedilen en şiddetli yer sarsıntılarından biriydi. Amerika Jeolojik Araştırmalar Merkezi’ne göre, depremin şiddeti Richter ölçeğine göre 5.8’di ve sarsıntı Güney Carolina eyaletinden başlayarak Kanada’ya kadar bütün doğu kıyısında hissedildi. Deprem yüzünden Beyaz Saray, Kongre ve Pentagon binaları boşaltıldı, uzun saatler kapatıldı. Amerika’nın Sesi’nin bulunduğu bina da boşaltıldı, bazı yayınlar yapılamadı, Türkçe Bölümü’nün TGRT Haber canlı yayını da binanın  tahliye edilmesi yüzünden gerçekleşemedi. William Cohen adlı federal binada bulunan Amerika’nın Sesi depremi merdivenler ve duvarlarda bazı çatlaklarla atlattı. New York’ta gökdelenler sallandı, binalarda çalışanlar panik içinde sokaklara döküldü. Trafik saatlerce aksadı, metro ve uçak seferleri yavaşlatıldı, ertelendi. Washington’daki ulusal katedralin ana kulesi ve bazı duvarları çatladı. Bazı yaralanma olayları kaydedildi, ancak ölen olmadı. Washington’un içinde sayılabilecek  Reagan National Havaalanı’nda tavan çinileri düştü, seferler ertelendi.

Beyaz Saray Massacchusetts’deki Martha’s Vineyard’da tatil yapan Başkan Obama’ya durumu bildirdi, havaalanları ve nükleer tesislerde hasar olmadığını haber verdi. North Anna Enerji tesisi’ndeki iki nükleer reaktör güvenlik sorunu çıkmasını önlemek amacıyla devreden çıkarıldı. Tesislerde hasar olmadı. Park Polisi başkentin merkezindeki bütün müze ve anıtları ziyaretçilere kapattı. Uzmanlar yolcuların güvenliğini tehlikeye düşürecek bir sorun olup olmadığını kontrol ederken, tren seferleri çok yavaş bir şekilde yapılabildi. Yarım saatlik bir metro yolculuğu bazı hatlarda iki saatte sonlanabildi.

23 Ağustos 2011 tarihine kadar Washington’u sarsan en şiddetli deprem 16 Temmuz 2010’da kaydedilen 3.6 büyüklüğündeki depremdi. Merkezi Washington yakınındaki Maryland eyaletinin Rockville bölgesi olan bu depremde de can kaybı olmamış, hafif hasar kaydedilmişti. Bundan önceki depremlerse 2 şiddetindeki Mayıs 2008 ve 2.6 şiddetindeki 1990 depremleriydi. Kayıtlara göre, Washington’da tarihe geçen ilk bilinen deprem 24 Nisan 1758’de kaydedilmişti ve merkezi Maryland’deki Annapolis kentiydi. Daha sonra 1811 ve 1812’de de birer deprem kaydedilmiş ve Washington halkını ciddi şekilde korkutmuştu. 1828 yılında yedi eyaleti ve Washington’u sarsan depremle ilgili olarak da zamanın başkanı John Quincy Adams, günlüğüne şunları yazmıştı: “Bu akşam bir deprem yaşadık, hemen hissettim, o sırada anılarımı yazıyordum,  masam ve döşeme sallanmaya başladı. Kepenkler şiddetli rüzgar varmış gibi cama çarpıyordu, kendimi bir an çok dalgalı bir denizde seyreden bir gemideymişim gibi hissettim. Deprem iki dakika kadar sürdü, saat 23’e geliyordu. Yazmayı bırakıp yatak odasına koştum, eşimin büyük korku geçirdiğini gördüm.”

Amerika’nın en büyük depremlerinden biri 18 Nisan 1906’da California’nın San Fransisco kentinde yaşandı. San Andreas fay hattı üzerinde meydana gelen 6.9 şiddetindeki deprem ve hemen sonra çıkan yangın yüzünden 700 kişi öldü. Bunlardan 189’u San Fransisco çevresinden, geri kalanı ise kentin içindendi. 17 Ekim 1989 tarihinde meydana gelen 6.9 şiddetindeki Loma Prieta depremiyse  San Fransisco’nun 60 mil güneyindeki bölgede 63 kişinin ölümüne yolaçtı. Ölümlerin çoğu Oakland’da birçok yolun bağlandığı birçok köprünün kesiştiği bir  anayolun çökmesi yüzünden meydana geldi. Depremde 4 bin kişi yaralandı, 6 milyar dolarlık hasar meydana geldi. Bu deprem bir sinema filmine de konu oldu. 1906 depreminden buyana geçen süre içinde San Fransisco bölgesinin nüfusu 7 milyona çıktı. Uzmanların tahminlerine göre, bugün aynı bölgede büyük bir deprem olsa en az 5 milyon kişiyi etkilenebilir. En az 220 bin kişi evlerinden olabilir,  70 bin kişinin sığınaklara yerleştirilmesi gerekebilir. Amerika Jeolojik Araştırmalar Merkezi’ne göre, önümüzdeki 30 yıl içinde bölgede 6.7 veya daha şiddetli bir deprem yaşanması ihtimali yüzde 63.

Amerika’nın doğu şeridi ve Washington depremi atlatmış gibi görünürken, başımıza bir de İrene kasırgası çıktı. Kasırganın yolu üzerindeki yedi eyalette olağanüstü durum ilan edildi. Başkan Obama tatilini bir gün kısaltarak Washington’a döndü. Bahama adaları, Porto Rico ve Dominik Cumhuriyetinde ağır hasara yol açan Irene kasırgası saatte185 kilometre hızla esen rüzgârlarla, Amerika’ya doğru ilerliyor. Amerika Kasırga Merkezi’ne göre, İrene metrekareye 25 ile 50 santim arasında yağış getirecek.  Florida’dan Maine’e kadar tüm kıyı eyaletlerine sel ve su baskını uyarısında bulunuldu. New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg, deniz seviyesindeki tüm hastane ve huzur evlerini tahliye ettiriyor. Kennedy havaalanında pistlerin su altına kalma ihtimali nedeniyle hafta sonu uçuşları şimdiden iptal edilmeye başlandı. Washington’da inşaatı yeni tamamlanan Martin Luther King anıtının Pazar günü yapılacak olan ve Başkan Obama’nın da katılacağı açılış töreni iptal edildi. Beş dereceli kasırga ölçeğinin şu anda 3’üncü derecesinde bulunan İrene kasırgasının, okyanusta şiddetlenerek, çok daha tehlikeli 4’üncü derece kasırgaya dönüşme ihtimali var. İrene, son üç yıldır Amerika’yı tehdit eden ilk ciddi kasırga.

Irene Kasırgasından Fotoğraflar

 

Biraz da halkın nabzını tutalım. Amerikalılar böyle durumları nasıl karşılıyor, panik oluyorlar mı? Manzara şu: Meteoroloji uzmanları, televizyonlardan durmadan herkesi kasırga konusunda uyarıyor. Amerika’da doğal afetlerle ilgili duyuru ve uyarılar yayınlanmaya başlayınca Amerikalılar’ın süpermarketlere koşuyorlar.

Kasalarda uzun kuyruklar oluşuyor. Hemen evlerde buzdolapları ve derin dondurucular dolduruluyor, içme suyu stoklanıyor. Kışın kar fıırtınalarıyla ilgili uyarılarda kar kürekleri ve kum torbaları da alışveriş listesine ekleniyor. Sanki kasırga yüzünden aç ve açık kalacaklarmış gibi bir telaş içinde oluyor herkes. Ben bu duruma alıştığımı söylersem yalan olur. Her işini en son dakikaya bırakan bir insan olarak alışverişi bu kadar telaş içinde yapmak en sevmediğim şey. Ayrıca bugüne kadar birçok kasırga ve kar fırtınası yaşadıktan sonra, belki de çok şiddetlisine rastlamadığım için, “bunu da abarttılar” diye uyarıları dikkate almamaya çok alıştım. Umarım dedikleri kadar kötü olmaz, hayatımız yine her zamanki gibi akıp gider. Hiç doğal felaketlerin içinde oldunuz mu? Ne kadar etkilendiniz? Yaşadıklarınızı paylaşmak ister misiniz? Bekliyorum, yazın, anlatın. Kasırga ve depremler hepimizden uzak olsun!


Küçük Ekran, Büyük Başarı!

Bilgisayar çağında yenilikler öylesine hızlı ki, ayak uydurmak gerçekten zor. Bilgi erişiminin son derece hızlı olduğu günümüzde “Arap Baharı”yla ilgili gelişmeleri, İran’daki, Mısır’daki, Suriye’deki protestolarda dökülen kanı cep telefonlarıyla bütün dünyaya duyurdu ve gösterdi gençler. Cep telefonu deyip geçmeyin. Bu akıllı telefonlar resim de çekiyor, video da. iPhone’lar, iPad’ler, yeni teknolojilerle donatılıyor her geçen gün ve sosyal medya kullanımının da yaygınlaşmasıyla dünyada özel hayat diye birşey kalmıyor giderek. Peki PC’lerin sonu mu geliyor sizce? Masa ve dizüstü bilgisayarlar, netbook’lar artık herkese ağır mı geliyor? Yakın bir gelecekte hepimiz elimizde birer akıllı telefonla mı yaşıyor olacağız? Bu konu Amerika’da da uzmanları uğraştırıyor. Washington’daki PEW Araştırma Merkezi’ne göre, nüfusu 300 milyonu geçen Amerika’da yetişkinlerin üçte biri, yani her üç Amerikalı’dan biri akıllı telefon kullanıyor. Cep telefonu kullanıcılarının yüzde 42’sinin akıllı telefonu var. Araştırmanın dökümüne bakınca çok ilginç veriler görüyoruz. Gelin birlikte geçelim üzerinden.

ABD’de akıllı telefon kullananların:
*% 87’si internete ve e-maillerine bakmak için akıllı telefon almış,
*%68’i hergün internete bakıyor,
*%25’i internete giriyor.

Cep telefonuyla internete giren kullanıcıların yaşları:
*18-29 yaş arası: %42
*30-49 yaş arası: %21
*50 yaş üstü: %10

Gelir düzeyi açısından bakıldığında:
*Geliri yılda 30 bin dolardan az: %40
*30bin-50 bin arası: %29
*50 bin üstü: %17

Kullanıcıların etnik dağılımı:
Beyazlar arasında:
*Cep telefonu: %50
*Akıllı telefon: %30
*Hiç kullanmayan: %20

Siyahlar arasında:
*Cep telefonu: %45
*Akıllı telefon: %44
*Hiç kullanmayan: %11

Latin kökenliler arasında:
*Cep telefonu: %42
*Akıllı telefon: % 44
*Hiç kullanmayan: %14

Genel olarak  interneti taramak için akıllık telefonlara adeta bağımlı olanların çoğu azınlık gruplarından 30 yaşın altında olan ve düşük gelirli gençler.

PEW uzmanları, 2015 yılına kadar dünyada mobil internet kullanıcılarının 56 misli artarak toplam 788 milyon kişiye ulaşacağını tahmin ediyor.

Peki akıllı telefonların kısıtlamaları ya da dezavantajları var mı? Akıllı telefonlardan yararlanarak yapamayacağınız işler neler? İş başvuru formu ya da bir sağlık formu doldurmak format yüzünden zor. Bir de yapılan her yeni iş için hizmet sağlayan şirketler belirli bir ücret ekleyebiliyor, bu da akıllı telefonlar için yapılan aylık ödemeleri yükseltiyor. Benim akıllı telefonum var mı? İtiraf edeyim yok. İlerde alır mıyım bilmiyorum. Cep telefonum? Var.  Kabul ediyorum, acil durumlarda çok işe yarıyor. Ama örneğin araba kullanırken çaldığı zaman epey dikkatimi dağıtıyor. Gençlerin direksiyondayken birbirlerine nasıl mesaj gönderdiklerini hala anlayabilmiş değilim. Nesil farkı olmalı!

Önemli bir sorun daha var. Cep telefonları sağlığımızı etkiliyor mu? Nasıl etkiliyor? Son yıllarda bu konuda çok yoğun araştırma yapılıyor ama henüz çok kesin sonuçlar alınmış değil.  Yeni bir araştırmaya göre, bir saatlik bir cep telefonu görüşmesi, kişinin beynindeki biyokimyasal faaliyeti arttırıyor. Araştırmacılar bunun iyi mi ya da kötü mü olduğu konusunda henüz kararsız.  Ancak yeni bulgu  cep telefonlarının güvenilirliği konusunu yeniden gündeme taşıdı. Birçoğumuz için cep telefonu olmazsa olmaz.   Cep telefonunun beyin tümörüne yol açıp açmadığı konusunda yapılan araştırmalar sonuç vermedi. Cep telefonu şirketleri cihazların güvenli olduğunu iddia ediyor. Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün yaptığı araştırma bu tartışmaya son vermiyor ancak yeni bulgular sunuyor. Araştırmaya katılan 47 kişinin sağ ve sol kulaklarına cep telefonu dayandırılmış. Telefonlardan biri aktif hale getirilmiş ama 50 dakika boyunca sessize alınmış. Diğeriyse tamamen kapalı tutulmuş. Daha sonra iki telefon da kapatılmış. Ardından  deneklerin beyinleri görüntülü tarama cihazlarıyla taranmış.  Telefon antenine yakın olan sağ tarafta faaliyetlerin arttığı görülmüş. Cep telefonu teknolojisinin kullandığı radyo frekanslarının seviyesi çok düşük ama yine de beyinde etkiye yol açabildikleri kesin. Bu etki beyin hücrelerinin faaliyetinde yüzde 7’lik bir artışa eşit. Cep telefonu antenine yakın kısımlarda hücreler şekeri enerjiye daha aktif bir şekilde çeviriyor. Bu gerekli ve normal bir faaliyet. Georgetown Üniversitesi nükleer tıp uzmanı Giuseppe Esposito araştırmanın cep telefonu sinyallerinin beyni faaliyete geçirdiğinin işareti olduğunu söylüyor. Ancak asıl soru bunun zararlı olup olmadığı.  Doktorlara göre, araştırma cep telefonlarının beyne zarar verdiği iddialarını yanıtlamıyor, sadece cep telefonlarının beyni harekete geçirdiğini kanıtlıyor. Bugüne kadar birçok araştırma cep telefonlarıyla beyin kanseri arasındaki olası  ilişkiyi araştırdı. Bazıları zararlı yan etkilerin ancak 15 yıl sonra ortaya çıkabileceğini söylüyor. Uzmanlar yeni araştırmalar yapılmasını beklerken  cep telefonlarını kulaklıkla kullanarak olası sağlık risklerini azaltabileceğimizi söylüyor. Bunun yanında konuşma süresini de kısıtlı tutmak gerekiyor.

Cep telefonlarının yaşamımızı olumlu yönde değiştirdiğine kuşku yok. Cep telefonları, kişisel güvenlik sağlıyor, acil durumlarda yardım almayı kolaylaştırıyor ve anında haberleşme imkanı veriyor. Ancak bu telefonların yaydığı radyasyonun, beyinde kanserli tümör oluşumunu tetiklediğine ilişkin tartışmalar da devam ediyor. Bugün dünyada 4 milyar kişi cep telefonu kullanıyor. Uzmanlar cep telefonu kullanımıyla beyin kanseri arasında bağ olduğu konusunda görüşbirliği içinde. Bazı hükümetler, kullanıcıları, cep telefonlarına bağlı sağlık riskleri konusunda uyarıyor. 4 trilyon dolarlık cep telefonu sektörünü temsil eden Doktor Linda Erdreich’sa, kaygılanacak bir durum olmadığını söylüyor. Ancak kaygılanmamzı gerektirecek birçok örnek olduğu da bir gerçek. 1990’lı yılların ortalarından beri cep telefonu kullanan, hatta sabit hattını iptal ettiren  Teresa Gregorio’nun 2008 yılında, beyninde, cerrahi müdahaleyle tedavi edilemeyecek bir tümör bulunmuş. Günde 2-3 saat cep telefonu kullandığını söyleyen Teresa,  telefonumu başımın sağ tarafında tuttuğunu, tümör de burada oluştuğunu söylüyor.

Amerika’da 270 milyon kişi, cep telefonu kullanıyor. Gençlerin ve çocukların yüzde 70’inin cep telefonu var. Çocuklar, cep telefonlarının zararlarından daha fazla etkileniyor. Çünkü radyasyon, 3 ya da 5 yaşındaki bir çocuğun beynini bir yetişkinle kıyaslandığından çok daha kolay etkileyebiliyor. Kanser riskine ilişkin araştırmaların sonuçları birbiriyle çelişiyor. Ancak uzmanlar, tüketicileri temkinli olmaya çağırıyor. Uzmanlara göre cep telefonunun insan bedeniyle temasını kısıtlamak gerekiyor. Kulaklık kullanmak ve telefonu cep yerine kemerin üzerinde taşımak öneriliyor. Yazılı mesaj göndermekse daha az radyasyon yayıyor ve kişinin, telefonunu, bedeninden uzak tutmasını sağlıyor.

Cep telefonları, birçok kişiye,  Amerika’da daha önce sigarayla ilgili olarak yapılan uzun tartışmaları hatırlatıyor. Tütün tüketiminin zararlarına ilişkin uyarılar yapılmadan önce yüzbinlerce kişi yıllarca sigara içti. En sonunda sigaranın akciğer kanserine yol açtığı kanıtlandı. Bence dikkatli olmakta yarar var.  En iyisi siz siz olun, cep telefonunuzun esiri olmayın! Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Cep telefonu veya akıllı telefon kullanıyor musunuz? Günde kaç kez? Sağlık sorununuz oldu mu? Yazın, tartışalım. Görüş ve yorumlarınızı bekliyorum. İlginize sonsuz ve içten teşekkürler. Sevgiyle.

Zor Konular: ABD’ye Kırık Not

Bu da nereden çıktı diyeceksiniz belki ama önce Kongre’yle Beyaz Saray’ı gırtlak gırtlağa getiren, ardından da birçok Amerikalı’nın canını yakan, sonra da dalga dalga Avrupa’ya ve bütün dünyaya yayılan bu kadar önemli bir krize değinmeden geçmek olmaz diye düşündüm.  Üstelik ekonomist değilim, bu konuda yorum  yapmam doğru olmaz ama küresel ekonominin içinde krizlerle çevrili bir ortamda yaşayan bir birey olarak merak ettiğinizi düşündüğüm bir konuda cebimizi ve bütçemizi ilgilendirdiği için bazı bilgileri  sizinle paylaşmak istedim. Bütçe açığı, borç tavanı, Amerika’nın kredi notunun düşürülmesi, Federal Rezerv Dairesi (FED)  derken doğrusu benim kafamda birçok soru uyandı. Herhalde hepinizin aklına gelmiştir bu sorular: Amerika Merkez Bankası olan FED ne yapar? Durmadan ülkelerin ekonomilerine not veren kredi derecelendirme kuruluşlarının aslı astarı nedir? Son günlerde üzerinde çok yazıldı, çizildi. Kendi anladığım dilde size de anlatmak istedim.

Önce bakalım kısa adıyla FED, Amerika Merkez Bankası (Federal Reserve) ne yaparmış:
*FED Amerika’nın Merkez Bankası’dır. Görevi işsizliğin en aza indirilmesini, fiyatların istikrarlı olmasını ve uzun vadeli faiz oranlarının ılımlı bir düzeyde kalmasını teşvik etmektir. Başlıca üç görevi vardır FED’in:
–Etkin bir ödemeler sistemi uygulamak ve sürdürmek,
–Bankacılık hizmetlerini denetlemek ve kurallarını belirlemek,
–Para politikalarını yönetmek.
FED’in yönetim kurulu ABD Başkanı tarafından atanır, bu atamaların Senato tarafından onaylanması şarttır. FED Yönetim Kurulu,  bütün ülkede 12 ayrı bölgeye ayrılmış olan bankacılık faaliyetlerini denetler. Kurul, hükümeti temsil eder.  Bankalar ve şubeleriyse özel sektörün temsilcileridir. FED bankaların faiz oranlarını denetler, devlet  bonolarının alım satımını kontrol eder. Merkez Bankası’nın en önemli görevi para politikalarını yönetmektir.

Standard & Poor’s kredi derecelendirme kuruluşunun Amerika’nın kredi notunu düşürmesi, bu kurumu da manşetlere taşıdı. Peki nedir bu kredi derecelendirme kuruluşları ve nasıl çalışırlar? Adından da anlaşıldığı gibi bu kuruluşlar  borç alan ülkelerle şirketlerin güvenilirliklerini değerlendirip onları sınıflandırarak yatırımcılara yol gösterirler. Borçlarını zamanında ve tam olarak ödeyen ülkelerle şirketler kredi derecelendirme kuruluşlarından en yüksek notları alır. S&P’ye göre borçlarını aksatmadan tam olarak ödeyen bir ülkenin kredi notu AAA’dır.  Son kriz yüzünden S&P Amerika’nın kredi notunu AA+’ya düşürdü. Bu da yüksek bir not aslında ama biraz  kırılması bile önemli çünkü bu Amerika’nın başına 100 yıldır ilk kez geliyor. S&P’nin ciddi borç sorunu yaşayan ve ekonomik kriz geçiren Yunanistan’a verdiği not CC. Peki Türkiye’nin kredi notu? BB+.

S&P’den başka iki büyük kredi derecelendirme kuruluşu daha var,  Fitch ve Moody’s.  Onlar da Washington’u mali durumunu düzeltmesi için uyardılar ancak kredi notunu değiştirmediler.

Moody’s kredi derecelendirme kuruluşunun yıllık geliri 2 milyar dolar, şirketin 26 ülkedeki bürolarında tam 4,500 kişi çalışıyor.  Fitch’in 51 ülkede ofisi var ve küresel çalışıyor.   Standard & Poor’s ise 150 yıllık bir geçmişe sahip ve 23 ülkede temsilciliği bulunuyor.

Peki, kredi derecelendirme kuruluşları eleştiri oklarına hedef olmuyor mu? Elbette oluyor. Ülkelerin risk değerlendirmesini yanlış veya abartılı yaptıkları gerekçesiyle şiddetle eleştirildikleri sıkça görülüyor bu şirketlerin. Örneğin 2008 öncesi Amerika’da konut piyasasındaki krizle ilgili riski yanlış değerlendirdikleri ve Amerika’nın ciddi bir  mali  krize girmesine yolaçtıkları söyleniyor hepsi için. Bir de ülke bazında bakalım sıralamasına bu kuruluşların.

Standard & Poor’s, Fitch ve Moody’s tarafından en yüksek not verilen ülkeler:

Avusturya, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Singapur, İsveç, İsviçre, İngiltere

S&P tarafından en yüksek kredi notunun bir altında derecelendirilen ülkeler (AA+):

Belçika, Yeni Zelanda, Amerika

Bu kez biraz ekonomik takıldık ama fiyatlar,  işsizlik  ve iflaslar arttıkça  ve borç  yükü ülkelerin ve bireyelerin belini bükmeye devam ettikçe bu hepimizi etkileyen bir konu, bakalım küresel ekonomide ve tabii Türkiye ve ABD ekonomilerinde daha neler yaşayacak, neler göreceğiz.

Aşağıda Londra’da yayınlanan  İngiliz Guardian gazetesinin 100 ülkenin kredi derecelendirmesiyle ilgili link var. Bilgi almak için bakabilirsiniz:

http://www.guardian.co.uk/news/datablog/2010/apr/30/credit-ratings-country-fitch-moodys-standard

Standard & Poor’s web sitesinde de bilgi bulmanız mümkün:
http://www.standardandpoors.com/home/en/us

S&P’nin aşağıdaki site adresinde şirket yetkililerinin Amerika’nın notunu neden düşürdüklerine ilişkin açıklamaları yer alıyor:
http://www.understandingratings.com/

Moody’s  ile ilgili bilgiler için aşağıdaki internet sitesine bakabilirsiniz:
http://www.moodys.com/

Fitch konusunda bilgi edinmek için de aşağıdaki adres size yardımcı olabilir:
http://www.fitchratings.com/index_fitchratings.cfm

Guardian gazetesi tarafından hazırlanan üç büyük kredi derecelendirme kuruluşunun ülke değerlendirme tablosu  için bakabileceğiniz internet sitesinin adresi:

https://spreadsheets.google.com/ccc?key=0AonYZs4MzlZbdDdpVmxmVXpmUTJCcm0yYTV2UWpHOVE&hl=en#gid=3))

 

“Sir” McCartney’den Beatles Rüzgarı

Beatles şarkılarını sever misiniz? Paul McCartney’i? Benden ikisine de kocaman bir evet! Beatles şarkılarıyla büyüdük, sevgimiz eksilmedi, arttı çünkü Beatles topluluğu ve grubu oluşturan müzisyenler yıllar boyu kendilerini yeniledi, çağa ayak uydurdu. Bugün de genç nesil Beatles şarkılarına tempo tutuyor.  Amerika ve Kanada’nın en büyük beyzbol stadyumlarında bu yaz toplam 8 konser veren Paul McCartney, Beatles topluluğunun en güzel şarkılarını yeniden sahnelere taşıdı, Amerika’da doyulmaz bir Beatles rüzgarı estirdi.  “On The Run” adlı turnesine New York’taki Yankee Beyzbol Stadyumunda 15 ve 16 Temmuz’da verdiği iki dev konserle başlayan Paul McCartney, yine büyük ilgi gördü. Konser biletlerine talebin olağanüstü sayıda olması yüzünden başlangıçta sadece 15 Temmuz’da konser vereceği açıklanan ünlü müzisyen, 16 Temmuz’daki konserin ilavesiyle iki gece üstüste New Yorklular’a anılardan kolay silinmeyecek iki gece yaşattı. Bu iki konser eski Beatle Paul McCartney’in Yankee Stadyumu’nda verdiği ilk konser oldu. Konser biletleri 40 dolarla 250 dolar arasında satıldı. Stadyum yaklaşık 55 bin kişi alıyor. Varın hesabını siz yapın sadece bir konserin gelirinin!

Ardından altı konser daha geldi ve Paul McCartney, Detroit, Michigan, Montreal, Quebec, Chicago Illinois ve son olarak da 4 Ağustos’ta Cincinnati, Ohio’daki Great American Ballpark adlı beyzbol stadyumunda sahne alarak 2011 turnesini tamamladı. Amerika ve Kanada’da sahneye çıkmayı çok sevdiğini söyleyen Paul McCartney’in geçen yılki “Up and Coming Tour” adlı turnesini bir milyondan fazla hayranı izlemişti. Bu yılki izleyici sayısının da en az bu kadar olduğu tahmin ediliyor.

Konserlerinde Beatles topluluğunun ölen üyeleri John Lennon ve George Harrison’ı da anan Paul McCartney’in konserleri her zaman büyük ilgi topluyor. Amerika ve Kanada’da sadece 50 yaşın üstündekiler arasında değil, gençler arasında da Beatles ve Paul McCartney hayranlarının sayısı milyonları aşıyor. Müzik dünyasında 50 yıldır eskimeyen bir şöhrete sahip olan Paul McCartney, inanılmaz enerjisi ve sahne hakimiyetiyle her konserinde büyük alkış alıyor. Her konserinde en az 3 saat sahnede kalan, gitar ve keyboard çalıp şarkı söyleyen Paul McCartney, arka arkaya 35 parça seslendiriyor. Sahnede çok rahat ve profesyonel olan sanatçıya dört kişilik bir grup eşlik ediyor. Şarkıları genelde birbirine bağlayan birbirinden güzel müzik geçişleriyle hayranlarının dikkatini canlı tutmayı her zaman başaran Paul McCartney, kendine güvenen tavrıyla küçük dans adımları da katarak sahne gösterisini doyulmaz bir hale getiriyor.

Konserlerinde 18 Haziran 1962 doğumlu Paul McCartney’i bir şovmen olarak devleştiren anlar gitarıyla başbaşayken konuşup şarkı söylediği anlar. Bu anlarda All My Loving, Ob-La-Di, Ob-La-Da, Let It Be, Hey Jude, Yesterday gibi Beatles parçalarını dinlemenin tadına doyum olmuyor. Paul McCartney kendi bestelerine de yer veriyor konserlerinde. İngiltere Kraliçesi’nin “Sir” ünvanıyla ödüllendirdiği Paul McCartney aynı zamanda Kennedy Sanat Merkezi Ödülü de almış bir sanatçı. Ben bir kez gittim konserine, Washington’a geldiği zaman. Herkes gibi gözlerimi sahneden ayıramadım, bir an bile nefes almadan şarkı söyledi. İzleyiciler de onunla birlikte söyledi. Çok güzel bir ahenk vardı. 65’in üstünde bir sanatçı için çok çok başarılı bir sahne sunumu var. İnsanın ve özellikle de bir sanatçının yaşının olmadığının en güzel kanıtı!

Baba Obama’yı Anlatan Yeni Kitap

“The Other Barack” adlı yeni bir kitap Başkan Obama’nın aynı adlı babasının olaylı, sorunlu yaşam öyküsünü konu alıyor. Kitabın adı “The Other Barack” Öteki Barack, hemen altında da “Başkan Obama’nın Babasının Korkusuz ve Umursamaz Hayatı” alt başlığı var. Bugünlerde sık sık gazetelere, dergilere, televizyonlara konu olan kitabın yazarı Sally Jacobs. Başkan Obama’nın Kenyalı babası Barack Obama Sr. sorunlu bir kişi.  Barack Obama 1961 yılında Amerika’nın Hawaii eyaletinde doğduktan sonra babasını çok az görmüş. Baba Obama küçük Barack bir yaşındayken, 1962’de Amerika’nın kuzeydoğu eyaletlerinden Massachusetts’deki Harvard Üniversitesi’ne ekonomi master’ı yapmaya gitmiş. Doktora programına kabul edilmesine rağmen, 1964 yılında üniversitenin vizesini düzensiz ve sorunlu özel hayatı yüzünden uzatmaması nedeniyle Kenya’ya dönmek zorunda kalmış. Baba Obama 1971 yılında bir ayalığına Hawaii’ye gelerek oğluyla zaman geçirmiş. Bu, Barack Obama Sr.’ın Amerika’nın ilk siyah başkanı seçilerek tarihe geçen oğlunu son görüşü olmuş.

Baba oğulun birlikte geçirdikleri zaman çok sınırlı ancak yazar Jacobs, ikisi arasında birçok benzerlik bulduğunu vurguluyor.Yazar Sally Jacobs’ın baba oğul arasında bulduğu benzerliklerin başında ikisinin de son derece akıllı ve zeki olması geliyor. Politikaya olan büyük ilgileri de aynı. Ayrıca iki Barack’ın da çocukluklarının büyük bölümü babasız geçmiş. Baba Barack Obama’nın 1965 yılında East Africa Journal/Doğu Afrika Dergisi’nde yazdığı ekonomi değerlendirmesi  bugün bile Afrikalı uzmanların övgüsünü alıyor çünkü daha o zaman Baba Obama yeni bağımsızlık kazanan ülkelerin kaynaklarının ne kadar gelir getirdiğine değil, bu gelirin toplumun yararına nasıl kullanılabileceğine odaklanmaları gerektiğini savunmuş. Zamanın Kenya Cumhurbaşkanı Jomo Kenyatta’nın politikalarını eleştiren Baba Obama daha çok Kenyatta’nın yardımcısı Oginda Odinga’nın ekonomik politikalarına destek veriyormuş. Ekonomi konusundaki değerlendirmeleri ve yapılması gerektiğine inandıkları Sally Jacobs’a Başkan Obama’nın yöntemlerini çağrıştırıyor. Jacobs’a göre Baba Obama 1965’de Kenya’daki siyasi bölünmeleri gidermenin, kutuplaşmaları aşmanın önemine inanıyor ve sağla sol arasında uzlaşmaya gidilmesini savunuyor.

Kitapta daha önce sözü edilmemiş bir konuyu da gündeme getiriyor Sally Jacobs. Harvard Üniversitesi notlarının çok yüksek olmasına rağmen davranışlarından şikayetçi olduğu Baba Obama’nın vizesini uzatmama kararı aldığı zaman, Barack Obama’nın evlatlık verilmesi kısa bir süre gündeme gelmiş yazara göre. Üniversite Baba Obama’nın Kenya’da evli olduğu halde Amerika’da da evlendiğini ve her iki evliliğinden de çocuk sahibi olduğunu, hatta Harvard’da da başka ilişkilere girdiğini öğrenince Kenya’ya dönmesinin daha iyi olacağına karar vermiş. Baba Obama Kenya’ya dönünce çocuk sahibi olmaya devam etmiş ve toplam sekiz çocuğu olmuş. Başkan Obama ve kardeşlerinden üçü daha sonra 1995 yılında yayınlanan bir kitap yazmışlar babaları hakkında “Dreams From My Father” adlı. Baba Obama bağımsızlığını kazanan Kenya’da önemli görevler üstlenmiş ama her zaman daha fazlasını istemiş. Sally Jacobs’ın kitabı Baba Obama’nın çok akıllı ve çalışkan olduğunu ancak alkol  ve kadın düşkünlüğü yüzünden hayatını mahvettiğini gösteriyor. Jacobs, Barack Obama’nın  içki yüzünden çok sık trafik kazası yaptığını yazıyor. Sonunda Baba Obama’nın yaşamı 1982 yılında yine bir trafik kazasında noktalanmış. Üstelik Baba Obama hiçbir zaman oğullarından birinin Amerika’nın ilk siyah başkanı olacağını göremediği gibi, kendisi de siyasette ve ekonomide çok başarılı olabilecekken düzensiz hayatı yüzünden hedeflerine ulaşamamış. Biliyorsunuz  ABD Başkanı Barack Obama’yı annesi, anneannesi ve dedesi büyütmüş.

Sally Jacobs’ın kitabı, Baba Obama’nın fırtınalı ve az bilinen yaşam öyküsüne ışık tutuyor,  o yıllara farklı bir açıdan bakarak, Başkan Obama’nın babası hakkında az bilinenleri gün ışığına çıkarıyor. Okumaya değer bir kitap. Türkçe’ye çevrilir mi, ne zaman çevrilir bilemiyorum. Tabii Başkan Obama’nın kitapla ilgili yorumu da merakla bekleniyor.

Başkan Obama belki de babasız büyüdüğü için iki kızına çok iyi bir baba olabilmek için yoğun programına rağmen çok çalışıyor. Okul etkinliklerine katılıyor, onları sabahları okula giderken uğurluyor, sık sık onları ne kadar çok sevdiğini gösteriyor. Şimdi size Obamalar’ın albümünden birkaç kare.