11 Eylül’ün 10’uncu yılında o güne geri dönüp yaşananları anmamak imkansız. Terörün insan hayatını ne kadar çok etkileyebileceğini gösterdi bize 11 Eylül’de New York ve Washington’a uçaklarla yapılan saldırılar, Pennsylvania’da teröristlerin elindeyken yolcuların yürekli mücadelesine rağmen düşmekten kurtulamayan uçak. Kendimizi o günden beri bir kez olsun tam anlamıyla güvende hissedemedik. Her an birsey olabilecekmiş gibi içimiz pırpır eder oldu. Uçakta, trende, otobüste, metroda, sokakta, alışverişte, gün batımını izlerken Potomac kıyısında ya da yağan yağmurun sesini dinlerken, kötü bir haber duyacakmışız telaşına kapıldık, kapılıyoruz zaman zaman. Sadece Amerika’da değil, dünyanın her yerinde güven konforumuzun sarsıldığını yaşayarak gördük. 11 Eylül öncesinin aksine çocuklarımızı okula yollarken “aman dikkat edin, grup halinde dolaşın, tenha yerlere gitmeyin” diye defalarca tembih etme ihtiyacı duyduk.  Çünkü çoğumuzun çocukları esmerdi, burada doğmuşlardı ama anneleri, babaları Türk’tü, yabancı oldukları anlaşılıyordu, belki Arap zannederler diye korktuk. Irklar, etnik kökenler, dinler arasındaki kesin çizgilerle bölünmüşlüğün acısını yaşadık. Başkan Obama’nın Beyaz Saray’a geldikten sonra verdiği bölünmüşlüğü giderme sözleriyle umutlandık. Uçak yolculuklarına çıkarken havaalanlarındauzun kuyruklarda bekleyip sıkı güvenlik taramalarından geçmeye alıştırdık kendimizi. Washington’da  Amerika’nın Sesi’nin de bulunduğu yapı gibi federal binalara giriş çıkışlar iyice sıkılaştı. Program konuklarımızı binaya sokarken kemerlerini çıkarmaları istendiğinde yüzümüz kızardı. Ama hepsi güvenlik içindi, sorgulamak anlamsızdı.

11 Eylül 2001’den, terör saldırılarından sekiz ay sonra New York’taydım.  İkiz Kuleler’in yerinde başka bir deyimle Ground Zero/Sıfır Noktası’nda kapkara bir boşluk vardı iç sızlatan. Kurgu bilim filmlerindeki uzaylı saldırılarında veya meteor yağmurlarında yeryüzünde açılan dev çukurlar gibiydi. Çevredeki binaların yüzleri kapkaraydı, camları kırık, içleri bomboş. Sokaklarda turistler vardı çok sayıda gördüklerini içine sindirmeye çalışan, resim çeken durmadan. İngilizce’nin yanında Çince, Lehçe, Rusça, Japonca gibi çok çeşitli dillerde fısıldaşıyordu herkes sanki  o çukurda yatan ölülere saygısızlık etmekten korkarak. Enkaz temizliğinin ardından bu kez yıkılanı yapma, ayakta kalanı onarma çabası içindeydi New Yorklular. Her yerde inşaat iskeleleri vardı. Sıfır Noktası’nın bir kenarında, kaldırımda bir anılar köşesi vardı. Seyyar satıcılar da tabii. 11 Eylül tişörtleri, şapkaları, resimleri satıyorlardı. Ama havada hüzün vardı, inanmazlık vardı olup bitenlere, umutla umutsuzluk birbirine karışmıştı. 11 Eylül saldırılarından bir yıl sonra New York hala kendine gelememişti özetle. 11 Eylül’ün birinci yıldönümünde Defne Halman’la konuşmuştuk o günün dehşetini. Sokaklarda çılgınca bir koşu tutturup, o sıralarda kreşte olan kızını aradığını anlatmıştı. İkiz Kuleler’e yakın bir binadaydı okul ve hemen boşaltılmış, çocuklar güvenli bir yere götürülmüştü. Ama o bunu bilmiyordu. Kendimi onun yerine koymuştum bir an. O bir an bile yetmişti dehşete kapılmama. Düşünün 3 binin üzerinde insan hayatını kaybetti, aralarında Amerika’da yaşayan Zühtü İbiş adlı bir Türk de vardı. Ölenlerin yakınları on yıldır kendilerine gelemedi, çoğunun hayatı bir noktada takıldı kaldı, her yıl yapılan anma törenleriyle bir kere değil, her yıl kaybettiler yakınlarını. Bu yıl ilk kez gazetelerde çıkan bazı yazılarda saldırılarda hayatını kaybedenlerin yakınları, “Bırakın acımızı kendi istediğimiz gibi yaşayalım,  kayıp şokunu atlatıp kabullenme aşamasına geçelim, hayatımıza devam edelim” diye haykırıyorlar. Onlar için de zor kuşkusuz.

New York’ta, Sıfır Noktası’nda bir an gözlerimi kapadım ve o gün televizyonlarda aynı anda izlediğimiz saldırı sonrası panik geçti gözlerimin önünden. Gri bir duman bulutunun içinde kimi yaralı, İkiz Kuleler’den uzaklaşmaya çalışan binlerçe kişi. Duman bulutu büyüyor, her yanı kaplıyor, sirenler çalıyor delicesine. Olup bitenin gerçekten yaşandığına inanmak zordu, hala da zor. Ben New York’u eski haliyle hatırlamak istiyorum!

 

Peki ya Pentagon saldırısı? Bir uçak da ABD Savunma Bakanlığı binasına çarpmıştı o dehşet verici günde. Unutuldu mu? Elbette hayır. Bugün Savunma Bakanlığı’nın bahçesinde ölenlerin anısına bir park var artık, üzerinde ölenlerin adları yazılı olan 189 bank, her bankın yanından sular akıyor. Huzur Parkı burası, ölenlerin yakınlarını bir nebze olsun rahatlatmak için.

Bugün Pentagon da çok sıkı güvenlik önlemleri uygulanan bir bölge. Dev binanın çevresinde yüksek duvarlar var artık. Metro yine buradan geçiyor ama eskiden otobüslerin merkezlerinden biri olan bu cıvıl cıvıl aktarma noktasında tam bir ciddiyet hakim, her yolcu biran önce metroya binip yoluna devam etme telaşında sanki. Pentagon’un dört bir yanındaki açık otopark yine dolu. Çünkü burası binlerce çalışanıyla küçük bir kent gibi. Birkaç mil ötedeki alışveriş merkezleri yine canlı, ekonomik krize rağmen müşterisi olmasa da ziyaretçisi bol. Hayat devam ediyor!

Ben diyorum ki, hayat devam etsin ama terörsüz, saldırısız etsin. Kimsenin canı yanmasın. Çünkü inanıyorum ki terörün hiçbir çeşidi hiçbir şekilde savunulamaz, haklı gösterilemez! 11 Eylül ateşi düştüğü yeri yakmakla kalmadı, dalga dalga yayılarak bütün dünyayı şu ya da bu şekilde etkiledi, hayatımızı, hayata bakışımızı tümüyle değiştirdi.

Fotoğraf Galerisi