28 Temmuz’da yayınladığım blog yazısında sizlere Türk Kültür Vakfı’yla Dünya İşleri Konseyi’nin (World Affairs Council) de katkısıyla yürüttüğü ortak bir çabadan söz etmiştim. İki kuruluş, her yıl Amerikalı öğretmenleri Türkiye’ye götürüyor, her türlü masraflarını karşılayarak onlara Türkiye’yi tanıtmaya çalışıyor.  Ben de yürükten inanıyorum ki Amerika’da Türkiye’yi tanıtmanın en iyi yollarından biri, Amerikalı öğretmenleri bilgilendirmek. Konuyu gündeme yeniden getirmenin yararlı olacağını düşündüm.  O yazıda da vurguladığım gibi, Amerika’da öğretmenlik her ülkede olduğu gibi önemli bir meslek. Burada öğretmenler kendilerini geliştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Okumaya devam eder, seyahatlerle dünya hakkındaki bilgilerini geliştirip öğrencilerine aktarmak için özel çaba gösterirler. Neden önemli öğretmenlere Türkiye’yi tanıtmak? Çünkü her öğretmen yılda bir sınıfa bile giriyor olsa en az 30 öğrencisine Türkiye’yi anlatabilir. Birkaç sınıfa ders veriyorsa, bu sayı 3’e, 4’e katlanır. Bu öğretmen öğretmen arkadaşlarına, ailelerine Türkiye’yi ve Türkler’i ne kadar sevdiğini anlatırsa sayı daha da artar.  Amerikalı bir öğretmenin etkisi bir lobicininkinden daha etkili olabilir. Türkiye’yi görmüşse bu öğretmen ve olumlu izlenimlerle edinmişse, sık sık Türkiye’ye gitmesi, dostlarını Türkiye seyahatine heveslendirmesi de büyük olasılık. Diyebiliriz ki, bir domino etkisi yapar bir öğretmenin Türkiye’yi sevmesi. Bu yüzden öğretmenlerin Türkiye turları büyük önem taşıyor.

Yaz aylarında iki ayrı grup halinde Türkiye’yi gezen, inceleyen 57 Amerikalı öğretmen, şimdi harıl harıl  sınıflarında Türkiye’yi tanıtma programları hazırlıyor. Yaz aylarında İstanbul’da Ayasofya, Topkapı Sarayı, Arkeoloji Müzesi, Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı’nı gezen öğretmenler ayrıca Darüşşafaka, Beşiktaş Anadolu lisesi ve Karacasu’daki Ataköy İlköğretim Okulu’nda incelemeler yaptı. Bursa’yı da gezen  öğretmenler, Efes, Çatalhöyük, Kapadokya’ya da giderek, Türkiye’nin tarihi ve doğal zenginliklerini gördü.  Vakıf (TCF) 2007 yılından buyana 348 öğretmene Türkiye’yi gezdirdi.

Geçtiğimiz günlerde TCA’dan Brian Wagner’dan bu öğretmenlerden bazılarıyla tanışmak için yardım istedim. Her zamanki gibi kırmadı ve Türkiye’den dönen üç öğretmenle biraraya gelmemi sağladı. Öğretmenleri Washington’un sevilen Türk lokantalarından Divan’a davet ettim ve kameraman arkadaşım Serdar Keskin’le birlikte yola düştük. Başkentin gözde semtlerinden Georgetown’da Divan Restoran. Yemekleri güzel, servisi hızlı, personeli güleryüzlü, etrafı camla çevrili aydınlık bir mekan. Tabii çok merak ediyorum bu üç öğretmenin Türkiye hakkında neler düşündüğünü ve sizlerle de paylaşmak istiyorum. İşte birkaç saat süren sohbetimizin özeti.

Mary Shoukat, Frantzie Cadet ve Maria Shields ile randevulaştığımız saatte Divan’da buluşuyoruz. Önce Mary Shoukat yanıtlıyor sorularımızı. Dünya tarihi dersi okutuyor Virginia’da bir lisede ve farklı kültürlerin sosyal yaşamlarını inceliyor öğrencileriyle. Türkiye onu çok etkilemiş. “İlk kez gittim ve iki hafta değil, iki ay bile yetmez bu kültürü tanımaya sonucuna vardım” diyor açık yüreklilikle. En çok Efes’i beğenmiş. En sevdiği yemek İskender kebap olmuş. Tabii Divan’da seçtiği yemek de o oluyor. Ziyaret ettikleri okullarda tanıştıkları öğretmenlerin anlattıkları da onu çok etkilemiş. “Öğrencilerden çok saygı gördükleri anlaşılıyor” diye anlatıyor ve çok imrendiğini gizlemiyor, “Biz burada bazı öğrencilerin öğretmenlere karşı davranışlarından fazla hoşnut değiliz” diyor. Beyaz bir otobüsle gezmişler Türkiye’yi ve otobüs şöförünün çok iyi bir sürücü olduğunu, turist rehberlerinin engin  bilgisinden, Türk insanının konukseverliğinden, sıcaklığından çok etkilendiğini anlatıyor uzun uzun. Tekrar gitmek istiyor Türkiye’ye. Peki, Türkiye hakkında öğrendiklerini nasıl aktaracak öğrencilerine? “Dersim çok müsait, dünya tarihini okurken, Türkiye’nin de çok zengin bir tarihi olduğunu söyleyecek, ardından tarihi bilgiler verecek, orada çektiğim yüzlerce fotoğrafı göstereceğim” diye yanıtlıyor bu soruyu Mary Shoukat.

Frantzie Cadet, ilkokul öğretmeni.  Haitili göçmen bir aileden geliyor. Mesleğini çok seviyor. O da Virginia’da öğretmenlik yapıyor. Geçen yıl sınıfında tam 14 ülkeden öğrenci olduğunu anımsıyor gülümseyerek. Çok candan, açık sözlü bir insan. “Türkiye’ye hayran kaldım, ne göreceğimi bilmiyordum ama beklentilerimin çok çok üstünde bir ülkeyle karşılaştım. Tarihi zenginlikler büyüledi beni. Afrodisias, Kapadokya inanılmaz yerler. Tekrar gideceğim Türkiye’ye ve özellikle Kapadokya’da iki gün değil en az bir hafta kalacağım” diyor.  Amerikalı öğretmene göre bugünü iyi anlamak için geçmişi, tarihi bilmek önemli. Sadece insanın kendi ülkesinin tarihini bilmesi de yeterli değil, dünya tarihini de bilmek, anlamak lazım. Cadet, Türk yemeklerini de çok sevmiş. Domuz eti yemediğini, kuzu etini çok sevdiğini, damak tadı olarak herşeyi kendine çok uygun bulduğunu söylüyor. Öğrencilerine Türkiye’yi anlatma yöntemi de ilginç. “İlkokul çağında çocukların dikkatini uzun süre bir konu üzerinde tutmak zor. Bu yüzden onlara verdiğim bilgilere dayanarak ailelerine Türkiye’yi tanıtan bir kompozisyon yazmalarını isteyeceğim. Kompozisyonu yazdıkları sırada onlara Türk müziği dinletecek, Türkiye’de çoğunu Mary’nin çektiği resimleri göstereceğim. Tabii satın aldığımız el yapımı hediyelik eşyalarla sınıfı süsleyecek, onlara küçük ve özel bir Türkiye ortamı yaratacağım. Ayrıca her yıl okulda düzenlediğimiz “Uluslararası Gün”de, bir tanıtım masası hazırlayacağım.” Bütün bunları heyecanla anlatıyor Frantzie Cadet.

Maria Shields,  bir lisede sanat ve sanat tarihi öğretmeni. Türkiye’de en beğendiği yeri sorunca, hiç tereddüt etmeden “İstanbul” diyor. Boğaz’a, İstanbul’un eskiyle yeniyi kaynaştıran olağanüstü havasına, antikasından kumaşına, sesinden, rüzgarına, doğasından tarihine,  insanından çayına her şeyine hayran olmuş. Sanat galerilerine, sergilerine tutulmuş. Şöyle devam ediyor Maria: “Beni de en çok etkileyen insanların birbirine bağlılığı, yakınlığı, ailelerin birilikte zaman geçirmesi oldu. Bir Pazar günü Boğaz yakınlarında bir parka gittik, birlikte piknik yapan, çocuk çocuk eğlenen, yemek yiyen aileleri gördük. Anneler babalar, çocuklar, dedeler, büyükanneler hepsi biraradaydı. Türkler biraraya gelip doğanın tadını çıkarıyor, aileleriyle daha çok zaman geçiriyorlar. Herkesin elinde birer Blackberry yoktu. Hayat daha yavaş akıyor gibi geldi, daha huzurlu. Sanki 1950’lerdeki Amerika gibi. Hiç konkmadım oradayken. Yankesicilerle karşılaşmadık. Herşey çok güzeldi. Herkes çok yardımseverdi. Topkapı Sarayı, Ayasofya, herşey çok harikaydı. İstanbul çok kozmopolit bir kent, orada daha önce evimde konuk ettiğim bir öğrenciyle karşılaştım. Bazı üniversiteleri de ziyaret ettik Boğaz’da. Bir de Türkiye’de seyahat eden öğretmenlerin kalması için özel Öğretmen Evleri olduğunu öğrendik. Çok ilginç geldi. Hepimiz  tekrar gitmek istiyoruz Türkiye’ye.  İki binden fazla resim çektim. Kaligrafiden çok etkilendim, Camilere bayıldım. Öğrencilerime hepsini anlatıp göstereceğim. Lalenin Türkiye’den çıktığını da öğrendim, bahçeme lale ekeceğim. Öğrencilerime mimarisinden tekstiline, tarihi kalıntılarından kaligrafisine kadar Türkiye’nin herşeyini anlatmak için sabırsızlanıyorum.”

Bütün bunları duyup da duygulanmamak elde değil. Divan’daki harika yemekler ve anlatılanların güzel bir şarkı gibi geldiği sohbetimiz sona eriyor böylece. Mary Shoukat, Frantzie Cadet ve Maria Shields’a Türkiye izlenimlerini bizimle paylaşmak için bize ayırdıkları saatler için çok teşekkür ediyoruz.

Söyleşimizi dinlemek için link:

İzlemek için link: