Biraz da edebiyat deyip bu kez size Amerika’da göçmen öykü ve romanları yazan önemli ve de gerçekten çok beğendiğim iki yazarı gündeme getirmek istiyorum. Birincisi Halit Hüseyni (Khaled Hosseini). Afgan asıllı Amerikalı yazar Halit Hüseyni’nin üçüncü romanı “And The Mountains Echoed – Ve Dağlar Yankılandı” New York Times gazetesinin en çok satan kitaplar listesinde haftalardır bir numara. Amerika gibi yazar ve kitap sayısı bu kadar çok olan bir ülkede bu başarıyı yakalamak hiç de kolay değil. Eserleri Türkçe’ye de çevrilen iki yazardan Halit Hüseyni kimdir, kadın yazar Jumpha Lahiri başarısını neye borçlu? Gelin hep birlikte edebi bir yolculuğa çıkalım.

Halit Hüseyni ve “Ve Dağlar Yankılandı”

Foto: Elena Seibert

Halit Hüseyni (Khaled Hosseini) 4 Mart 1965’te Afganistan’ın başkenti Kabil’de doğmuş. Tacik asıllı olan Hüseyni’nin (aynı zamanda Alevi) deyim yerindeyse “hayatı roman”. Doktor olan Hüseyni’nin ilk romanı Uçurtma Avcısı, 2003 yılında yayınlandı ve birçok ülkede en çok satanlar listesine girdi. Bu roman Hollywood’u da etkiledi ve Amerikalı yönetmen Marc Forsters tarafından çekilen filmi Oscar’a aday gösterildi. Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedelini anlatan bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakarlıkları ve yalanları. Hikaye Afganistan’da monarşinin çöküşü, Sovyet işgali, ülkeden Pakistan’a ve Amerika’ya toplu göçü ve Taleban yönetiminin zulmü gibi konuları irdeleyerek eseri tarihi roman sınıfına sokuyor.

Hüseyni’nin Romanlarında Ahlak Vurgusu

Halit Hüseyni’nin romanlarında hep birkaç nesil, kat kat ve iç içe öyküler, sorunlu karakterler, dürüst karakterler, hepsi bir arada. Hayatın bir yansıması demek mümkün. Uçurtma Avcısı’nda Halit Hüseyni, ahlaki değerleri vurgulamıştı. Romanın bir yerinde, baba oğluna, “…yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışında bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir” demişti. Bir başka bölümünde “Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun” diye konuşmuştu.

Halit Hüseyni, Ve Dağlar Yankılandı’da da bu üslubu sürdürüyor. Karakterleri çok farklı kişiliklere sahip, roman çok farklı mekanlarda geçiyor ve Hüseyni’nin hayatındaki çeşitliliği yansıtıyor. Hüseyni’nin babası Afganistan Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış. Yazar 1970’lerde bir süre babasının görevi nedeniyle Tahran’da yaşamış. Aile, 1976’da Afganistan’daki siyasi koşullar ve komünist baskı yüzünden Paris’e göç etmiş, 1980 yılında Amerika’dan siyasi sığınma hakkı alarak California eyaletinin San Jose kentine yerleşmiş. Hüseyni, Uçurtma Avcısı’ında bu göç dolu yaşamı anlatır. Bu romanda da çeşitlilik çok zengin.

Hüseyni’nin Bin Muhteşem Güneş’i bir kadın romanı

Halit Hüseyni’nin ikinci romanı Bin Muhteşem Güneş 22 Mayıs 2007’de piyasaya çıktı ve o da büyük ilgi gördü. Afganistan’da kadınların Taleban yüzünden yaşadığı sıkıntıları anlatıyor yazar bu romanda. Zaten kadın karakterleri anlatmada çok başarılı. Halit Hüseyni’nin çok gerçekçi, ama duygusal bir anlatım tarzı var. Afganistan’daki acıları masalsı ama çarpıcı bir dille anlatıyor.

Ve Dağlar Yankılandı’da kardeş sevgisi ayrılık acısı

Hüseyni – “Bu romanın konusu bir çocuğun kız kardeşine duyduğu büyük sevgi. İki kardeş çok küçük yaşta birbirlerinden zorla ayrılıyor, ikisi de bundan çok yara alıyor, özellikle de büyük olan erkek kardeş. Bu ayrılık romanın merkezi. Tıpkı bir ağaca benziyor hikaye. Bu ağaçtan çıkan dalların her biri bir öykü anlatıyor. Bir koro gibi, çoksesli bir sunum, romanı yazarken bu sesleri duydum sanki, her biri bana kendi öyküsünü anlattı ben de onlardan karakterler oluşturdum.”

Hüseyni’nin babası Afganistan Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış. Yazar 1970’lerde bir süre babasının görevi nedeniyle Tahran’da yaşamış. Aile, 1976’da Afganistan’daki siyasi koşullar ve komünist baskı yüzünden Paris’e göç etmiş, 1980 yılında Amerika’dan siyasi sığınma hakkı alarak California eyaletinin San Jose kentine yerleşmiş. Hüseyni, Uçurtma Avcısı’ında bu göç dolu yaşamı anlatır. Bu romanda da çeşitlilik çok zengin.

Hüseyni – “Çeşitliliği seviyorum. Bu bir tasarım konusu değil, romanlarımı planlamıyorum aslında. Hikayenin beni nereye götüreceğini, karakterlerin neler geçireceğini düşünmeden yazmaya başlıyorum. Hikaye geliştikçe karakterler ve olaylar şekilleniyor. İçgüdülerime çok güveniyorum. Kendimi hikayenin akışına bırakıyorum. İki kardeşin öyküsünü yazmaya başladıktan sonra ayrılmalarında en büyük rolü oynayan üvey anne figürünü sorgulamaya başladım, onu anlamaya çalıştım. Derken amca karakteri girdi devreye. Onu irdeledim. Hepsi bir koro gibi beni ve romanı yönlendirdi.”

Foto: John Dolan

Halit Hüseyni 1993 yılında California Üniversitesi’ni bitirerek cerrah oldu. Hüseyni doktorluk mesleğine ilk kitabı Uçurtma Avcısı’nı yazdıktan bir buçuk yıl sonraya kadar, 2004 yılına kadar devam etti. Hüseyni’nin romanlarını okuyanlardan beklentileri var.

Hüseyni – “Okurlarımın zekasına güveniyorum. Ben roman okurken hayalgücümü zorlayan kitapları tercih ederim. Okurlarımın da bir film izliyor gibi pasif kalmalarını değil, olayları gözlerinin önünde canlandırmalarını, hayal güçlerini çalıştırmalarını istiyorum. Her bölümü farklı bir ışıkla, farklı bir gözle görsünler. Yaşadıklarımla yazdıklarım arasında bağlantı kurmak istiyorlarsa, bu da onların işi. Hayal etsinler ve bulsunlar.”

Halit Hüseyni romanını Haris ve Farah adlı iki çocuğuna ve bugün hayatta olmayan babasına ithaf etmiş, romanın girişinde Mevlana’dan bir dörtlük var. Romandaki başlangıç tarihi 1952.
Peki romandaki karakterler Halit Hüseyni’nin Afganistan’da veya başka mekanlarda gerçek hayatta karşılaştığı kişiler mi?

Hüseyni – “Belki tam olarak tanıdığım kişiler değil ama hayatım boyunca karşılaştığım, hakkında bir şeyler bildiğim, duyduğum kişilerden izler var hepsinde. Bazıları birkaç kişinin karışımı, kamplarda karşılaştığım Afgan mülteciler. Kamplarda 20 yıl geçirdikten sonra Afganistan’a dönen ve evlerine, topraklarına başkalarının yerleştiğini gören insanlar bazıları. Çoğu, evlerini tarlalarını kaybetme duygusunu ve gerçeğini yaşıyor.”

Halit Hüseyni, 15 yaşındayken Amerika’ya gelmiş. Birçok göçmen gibi kimlik sorunu yaşadığını, yeni bir hayata, kültüre, coğrafyaya alışmanın çok zor olduğunu kabul ediyor.

Hüseyni – “Benim için bu değişiklik bir piyangoydu. Afganistan’dan çıkıp, başka bir ülkede yepyeni bir hayat kurma imkanım vardı. Pakistan’daki bir mülteci kampında yaşıyor olsaydım bu kitapları yazamaz, bastıramaz, yazar olamazdım. Okurlarımın romanlarımı beğenmesini yaşamı anlatmama bağlıyorum. Bunlar evrensel nitelik taşıyor. Okurlar, her sayfada kendilerinden veya çevrelerinden bir şeyler buluyor. Çünkü anlattıklarım yaşamın içinden ama farklı kültürler, ülkeler ve mekanlarla örülmüş hikayeler.”

Foto: UNHCR

Halit Hüseyni şimdilerde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin iyi niyet elçisi olarak mültecilere yardım çalışmaları yapıyor. Mülteci kamplarına gidiyor, çeşitli platformlarda konuşuyor, yardım topluyor. Hüseyni, İran asıllı Amerikalı eşi Roya ve iki çocuğuyla California’da yaşıyor.

Jhumpa Lahiri’den Adaş (Namesake)

Jhumpa Lahiri, Londra doğumlu bir Bengalli. Amerika’da yaşıyor. Amerikan dergilerinde yayınlanmış öykülerinin biraraya geldiği “Dert Yorumcusu” (Interpreter of Maladies) ile 2000 yılında Pulitzer Edebiyat Ödülü kazanmış. Bu kitaba birazdan değinme sözü vererek beni çok etkileyen Adaş’tan başlıyorum. Bu kitabın benim için önemi büyük. Kanserle boğuştuğum yıllarda rahatsızlığımı duyan bir gazeteci dostumun oyalanmam için gönderdiği birkaç kitaptan biriydi esas adıyla “Namesake” Adaş. Lahiri’yi hiç okumamıştım, Bu ilk romanıydı ve bana acılarımı unutturdu, yepyeni bir dünyanın kapılarını açtı. Göçmenlikle ilgili gerçekleri, yaşadığım halde belki de farkında olmadığım birçok duyguyu hissettirdi. Bir yorumcu roman için “Adaş’ı okumak lezzetli bir yemek yemeye yakın bir keyifti” demişti. Çok doğru. Lokma lokma yiyorsunuz, kimi zaman lokmalar boğazınızda düğümleniyor.

Adaş, 1968 yılında genç Ashima’nın evlenip Kalküta’dan Cambridge, Massachusetts’e gelerek Amerika’da yepyeni bir hayat kurmasıyla başlıyor. Ashima’nın kocası Ashok, öğretim görevlisi ve durmadan ders çalışıyor, Amerikan kültürüne, yaşam tarzına kayıtsız. Ashima’ysa çocuğunu yabancı bir kültürde doğuracak olduğu için son derece üzgün ve kaygılı. Ailenin iki çocukları olduktan sonraki yaşamları, çocukların kimlik arayışı, göçmen anne babalarına yukardan bakması, Hindistan’la bağlarını koparmak istemesi, yabancı olmaktan veya öyle görülmekten duyduğu rahatsızlık. Oğulları adını bile değiştirecek kadar kökeninden nefret ediyor. Okumadıysanız, hemen alıp okuyun derim.

Lahiri’den Dert Yorumcusu (Interpreter of Maladies)

Lahiri’nin bu ödüllü kitabında dokuz kısa öykü var, konu yine kimlik sorunu ve aidiyet. Yazarın çocukluğundan itibaren Kalküta’ya gidip gelmesi, doğduğu ülkeyle bağlarını koparmamış olması bu konuları irdelemesine anlam kazandırıyor. Karakterlerin hemen hepsi doğdukları ülkelerden ya da geçmişlerinden çok uzaklarda yaşamak zorunda kalmış karakterler. Aslında Amerika’da da başka bir ülkede de yabancı olarak yaşamak, göçmen olmak hiç de kolay değil. Bir yandan geleneklerini, kültürünü, alışkanlıklarını korumaya çalışırken, bir yandan da yeni bir hayatın ve kültürün parçası olmaya çalışmak zor bir iş. Dediğim gibi, bu kitapları okumadıysanız ve göçmenliğin etkilerini, gerçekliklerini öğrenmek istiyorsanız ve başka ülkelerde yaşayanların hayatını çok kolay, “bir eli yağda, bir eli balda” sanıyorsanız, bunlardan iyisini bulamazsınız. Kitap okuma alışkanlığının giderek azaldığı günümüzde ben yine de okuyun derim. Göçmenler ülkesi Amerika’dan sevgiyle.