Amerika’nın Kırsalında Tıp Fakültesi

Posted December 29th, 2011 at 12:03 am (UTC-5)
Leave a comment

Tarihte ilk kez kentlerde yaşayanların sayısı kırsal alanlarda yaşayanların sayısını geçmiş bulunuyor. Bu da kırsal kesimlerin birçok meslek grubundan uzmandan yoksun kalması anlamına geliyor. Bu meslek gruplarından en önemlisi de kuşkusuz doktorlar. Amerika’da birçok kırsal bölgede aile doktoru bulmak hiç de kolay değil. Ancak Amerika’nın Ortabatı kesimindeki Kansas eyaletinde bulunan Kansas Üniversitesi, bu durumu değiştirmek için yeni bir program başlattı. Kansas Üniversitesi’ndeki bu yeni programı yürüten Doktor William Cathcart-Rake, Kansas eyaletindeki doktorların dörtte birinin 60 yaşın üzerinde olduğunu söylüyor. Doktor Cathcart-Rake’in programı Kansas’taki kırsal alanlarda doktor yetiştirmeyi amaçlıyor. Uzman, kırsal kesimlerdeki öğrencilerin tıp eğitimi almak için Wichita ve Kansas City gibi kentlerdeki tıp fakültelerini tercih ettiğini belirtiyor. Bu ‘köylü’ gençlerin tıp eğitimlerini tamamladıktan sonra köklerine geri dönmeye kararlı olduğunu ancak sonra  evlenip büyük kentlere yerleştiklerini ve bir daha da kırsala ayak basmadıklarından bahsediyor. Bu durumda bu gençleri büyük kentler yerine kırsal alanlarda yetiştirerek beyin göçünün engellenmesi amaçlanıyor.

Doktor Cathcart-Rake’in programı 50 bin nüfuslu Salina kasabasında kurulu. Kasaba, Kansas City’ye üç saat uzaklıkta. Salina’daki tıp fakültesiyse üç katlı tuğla bir apartmanda. İlk dikkat çeken şey, dersi verecek profesörün sınıfta olmaması. Profesör, dersliğin en önünde kurulu düz ekranda beliriyor. Derslikte iki monitör var. Birinde dersi veren profesörün, diğerinde profesörün ders materyallerinin görüntüleri yansıyor. Dersleri veren profesörler daha çok Wichita kentinden programa katılıyor. Profesörler ders anlatırken onlar da derslikteki öğrencilerin görüntüsünü kendi ekranlarından izleyebiliyor. Sorusu olan öğrenciler el kaldırıp masalarındaki mikrofonlara konuşabiliyor. Ancak her ders video aracılığıyla verilmiyor. Salina’nın bu kasabada yaşayan profesörleri de var.

Salina’daki dört yıllık tıp fakültesi programına sadece sekiz öğrenci katılıyor. Bu da Salina’yı Amerika’nın en küçük tıp fakültesi yapıyor. Programı tamamlayan öğrenciler civardaki küçük yerleşim birimlerinde staj yapmaya başlıyor. Staj yaptıkları klinikler kırsal alanlarda yaşayanlara birçok tıp dalında hizmet veriyor. Hatta bu kliniklere bu nedenle ‘beşikten mezara kliniği’ adı takılmış. Kliniklerde doğum da yaptırılıyor, yaşlılara da bakılıyor. Doktor Cathcart-Rake, stajını tamamlayan genç doktorlardan en az birkaçının bu bölgelere yerleşip kendi muayenehanelerini açmasını umuyor. Ancak genç doktorları kentlere çeken etkenlerden biri para. Tıp eğitimi zaten son derece pahalı. Öğrenciler, pahalı bir tıp eğitimini tamamladıktan sonra pratisyen hekim olarak  kırsal kesimlerde yaşayan yoksul ve çoğunlukla yaşlı hastalara bakmak yerine büyük metropollerde uzmanlaşmayı tercih ediyor. Bu nedenle Doktor Cathcart-Rake’in bu idealist programının işe yarayıp yaramadığını zaman gösterecek.

Okullarda ‘Bayram’ Şenliği

Posted December 18th, 2011 at 10:50 am (UTC-5)
Leave a comment

Noel tatili yaklaşıyor. Okullar önümüzdeki hafta bir haftalık Noel ve Yeni Yıl tatiline girecek. Ancak tatil başlamadan önce okullarda bir ön kutlama yapılacak. Musevilerin Hanuka’sı, siyahların Kwanzaa’sı ve Hıristiyanların Noel’i, hemen hemen aynı günlere denk geldiğinden okullar tüm öğrencilerin katılımını sağlamak, ya da şöyle diyelim, tüm öğrencileri memnun etmek, kimseyi dışlamamak için herkesin bayramını birarada kutluyor.

Cansu’nun okulundaki kutlama da Cuma günü yapılacak. Okulda üç tane ikinci sınıf var. Her sınıf kendisine bir ‘bayram’ seçmiş. Cuma günü derslik o bayramın havasına bürünecek, öğrenciler sınıftan sınıfa dolaşarak her bayramın tadına varacak. Bu bir tür tanıtım aslında, ve eğitimin de bir parçası. Cansu’nun öğretmeni Musevi olduğu için Cansu’ların sınıfı Hanuka’yı tanıtıyor. Geçenlerde öğretmeninden bir elektronik posta düştü kutuma, ‘Hakuna kutlaması için 70 adet latke gerekiyor, kimler pişirmek için gönüllü olur?’ diyordu öğretmen mailinde. Bilmeyenler için söyleyeyim, ‘latke’yi patates mücveri olarak tanımlayabiliriz. Yanında ekşi krema ve elma sosuyla yenen, Musevilerin geleneksel ve son derece lezzetli yemeklerinden biri. Benim de gönüllü anne damarım hemen kabarıverdiğinden anında yanıt yazdım ve ‘Ben gönüllü olurum!’ dedim. Neyse ki birkaç anne daha gönüllü oldu da Perşembe gece yarılarına kadar mutfakta yağ kokuları içinde 70 adet latke yapmaktan kurtuldum.

Diğer iki sınıf da Noel ve Kwanzaa’yı tanıtacak. Noel’i herkes biliyor ama Kwanzaa Amerika’da kutlanan en ilginç bayramlardan biri olduğu için biraz bilgi vermekte yarar var. Kwanzaa, Afrika çalışmaları profesörü Maulana Karenga’nın, Amerika’daki baskın beyaz kültüre bir alternatif olarak oluşturduğu bir bayram. İlk Kwanzaa, 1966-1967 yıllarında kutlanmış. Yani oldukça yeni bir bayram. 26 Aralık-1 Ocak arasında kutlanan Kwanzaa sırasında evlerde mumlar yakılıyor, hediyeler veriliyor, ziyafet sofraları kuruluyor. Diğer bayramlardan çok da farkı yok bir bakıma.

Cansu okullar tatile girmeden önce yapılacak bu bayram kutlamalarını büyük bir heyecanla bekliyor. Beniyse Cuma sabahına yetiştirilmek üzere en az 30 latke pişireceğim mutfak mesaisi…

 

826 Valencia: Yaratıcılığın Adresi

Posted December 5th, 2011 at 11:57 pm (UTC-5)
Leave a comment

Amerika’daki üniversiteler okuduğu dal ne olursa olsun tüm öğrencilerin ‘writing’ yani komposizyon yazma becerilerinin son derece gelişmiş olmasını şart koşuyor. Bunun nedeni Amerika’daki üniversitelerin herhangibir konuda yazı yazma, düşüncelerini belirli bir mantık çerçevesinde sunma, argüman geliştirme becerilerinin ister mühendislik olsun ister işletme, her dal için son derece büyük önem vermesi. Bu gerçeği çok iyi bilen bir grup gönüllü bundan 10 yıl kadar önce bir yazı eğitimi programı kurdu.

 

San Francisco’da Amerikalı yazar Dave Eggars ve eğitimci Ninive Calegari tarafından kurulan 826 Valencia adlı kar amacı gütmeyen kuruluş son 10 yılda o kadar başarılı oldu ki Amerika çapında yedi kentte daha şube açtı. Yazı sanatları programı 826, devlet okullarının başaramadığını gönüllü öğretmenler sayesinde başarıyor. 826‘nın adını nereden aldığı da aslında son derece ilginç. San Francisco’nun Latin mahallelerinden birindeki Valencia sokağının 826 numaralı binası…Burası korsan kostümleri satan bir dükkan aslında. Programdan yararlanan öğrenciler dükkanın içinden geçerek arkadaki dersliğe ilerliyor. Öğrencilerin içindeki yaratıcılığı ortaya çıkarmayı, yazı becerilerini güçlendirmeyi ve kendilerini, fikir ve görüşlerini daha iyi ifade etmelerini sağlamayı amaçlayan programdan 6 ila 18 yaş arasındaki öğrencilerin faydalanması mümkün. Buraya gelen çocukların çoğu göçmen ailelere mensup. Dolayısıyla çoğunun anne babası İngilizce bilmiyor, evde İngilizce konuşulmuyor. 826’ya başvuran bu çocuklar bir yandan ev ödevleri için yardım alıyor, diğer yandan da İngilizcelerini geliştiriyor.

826 örgütünün yöneticilerinden Gerald Richards, bütçe kesintilerinden ötürü devlet okullarında sanat, yazı gibi derslerin ya kalktığını ya da ders saatlerinin azaldığını belirtiyor. Okullarda fen bilimleri, matematik, teknoloji gibi derslerin çok daha fazla ağırlık kazandığına değinen Richards, bu derslerden yoksun kalan öğrencilerin yaratıcılığının da köreldiğinin altını çiziyor. Yaratıcı düşüncenin ve bunları güçlü şekilde yazıya dökmenin bilim için de son derece büyük önem taşıdığını söyleyen Richards, bu becerileri erken yaşta edinen öğrencilerin üniversitede de çok daha rahat edeceğini kaydediyor.

Gönüllülerin yardımlarıyla ayakta duran örgüt bu yıl öğrencilerin yazdıkları 944 parça eseri yayımladı. Örgüte dair daha fazla bilgiye ulaşmak için http://826valencia.org/ İnternet adresini kullanmanız mümkün.

 

Borç Batağındaki Üniversite Gençliğini Kurtarma Planı

Posted November 16th, 2011 at 12:07 am (UTC-5)
1 comment

Obama Yönetimi geçtiğimiz ay bir milyon üniversite öğrencisine ve yeni üniversite mezunlarına müjdeli bir haber verdi. Kolej ve üniversite eğitimi ücretlerinin hızla yükseldiği bu dönemde Obama, öğrencilere, hükümetin mali destek elini uzatıyor. Bu arada Virginia eyaletindeki küçük bir yüksek öğrenim kurumu da üniversite eğitim kredisi krizinin giderek içinden çıkılmaz hale geldiğini görüp kendi çözüm yollarını aramaya başladı.

Deniz Kuvvetleri’nden eski muharip Reason Chandler ordudan ayrıldıktan sonra üniversite derecesi elde etmeye karar vermiş. Virginia eyaletindeki Tidewater Community Koleji’ndeki 46 bin öğrencinin yarısının yaptığı gibi burs başvurusunda bulunmuş, eğitim kredisi almış. Bu arada bir parantez açıp Amerika’daki ‘Community College’ yani Türkçe’ye çevirirsek ‘Toplum Koleji’nin ne olduğunu açıklamakta yarar var. ‘Community college’ denen eğitim kurumları iki yıllık yüksek eğitim veren okullar. Bu okullardan mezun olan öğrenciler dört yıllık eğitim veren üniversitelere transfer yapabiliyor ve iki yıl daha bu üniversitelerde okuyup lisans diploması elde edebiliyor. ‘Devlet okulu’ kategorisine sokabileceğimiz bu community college’lara giriş, dört yıllık üniversitelere girmekten daha kolay. Hatta çoğu community college, başvuran her öğrenciyi kabul ediyor. Bu okulların ücretleri de dört yıllık özel ya da eyalet üniversitelerine kıyasla çok daha ucuz.

Dönelim Reason Chandler’ın deneyimine… 26 yaşında yüksek eğitimine başlayan Chandler, 18 yaşında liseden yeni mezun olmuş öğrencilere kıyasla daha fazla hayat tecrübesi olduğunu, bunun da okulda işine çok yarayacağını düşünüyor. Tidewater Community College’a başvuran öğrenciler eğitim kredilerini alabilmeleri için öncelikle gelir, gider ve mezuniyetten sonra nasıl bir bütçeleri olacağına dair belgeler sunmak zorunda. Okul yönetimi bu şekilde öğrencilerin mezun olduktan sonra borçlarını nasıl ödeyeceklerine ilişkin daha iyi fikir sahibi olacağını düşünüyor. Chandler, mezuniyetten sonraki ilk işinin şehir planlamacılığı alanında olacağını, bu işten yılda 36 ila 40 bin dolar  maaş alacağını, hesaplarına göre kredi borcu ödemelerinin ayda takriben 136 dolar olacağını söylüyor. Tidewater’ın rektörü Deborah CiCroce, bu planın akıllıca olduğu görüşünde. DiCroce, Tidewater’ın öğrenci bütçe planlarını mali yardım paketlerine bağlamasının öğrenim kredisi krizinin önüne geçme amacı taşıdığını belirtiyor. Ekonomik krizin daha da kötüye gitmesiyle birlikte dört yıllık üniversitelere parası yetmeyen aileler ya da öğrenciler daha ucuz olan community college’ları seçmeye başladı. Bu da bu okullara başvurularda hızlı artış anlamına geliyor. Yüksek öğrenim masraflarını karşılamak için kredi alıp borçlanan öğrenci sayısı da hızla artıyor. Başkan Obama, Amerikan tarihinde ilk kez öğrencilerin eğitim borçlarının miktarının kredi kartı borçlarının miktarını geçtiğini söyledi. Başkan bu krize çözüm bulmak için de öğrencilere ‘kazandıkça öde’  planını öneriyor. Kredi ödemelerinde, iş bulan yeni mezunların temel ve zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra ceplerinde kalan maaşlarının yüzde 10‘unu baz alan plan, 20 yıl boyunca ödeme yapıldıktan sonra borçların silinmesini de öngörüyor. Bu plan, üniversite eğitiminin giderek daha da pahalı hale geldiği günümüzde çok sayıda öğrencinin işine yarayacağa benziyor.

 

Amerikalı Öğrencilerin Yurtdışı Deneyimi

Posted October 31st, 2011 at 9:49 pm (UTC-5)
Leave a comment

Her yıl çeyrek milyon Amerikalı öğrenci, yabancı ülkelere öğrenim görmek için gidiyor. Bu öğrencilerin çoğu için yabancı bir ülkede bir sömestr okuman ya da yaz tatilini geçirmek, sınıflarda ders görmek ya da diğer Amerikalı öğrencilerle vakit geçirmekten çok daha fazlasını içeriyor. Akademik öğrenim gören öğrenciler aynı zamanda bulundukları topluma yararlı olmak için çalışıyor.

Öğrencilerin geçici süreliğine de olsa bulundukları topluma uyum sağlamaları son derece önemli. Buna ilginç bir örnek: Amerikalı bir öğrenci Pekin’e vardığı gecenin sabahında kentin uzak bir bölgesine cebinde 5 dolar ve yaşayacağı eve nasıl döneceğine dair talimatlarla bırakılır. Öğrenci uzun zaman alsa da Pekin’de bulunduğu süre içinde kalacağı evi bulur. Bu, Amerikalı öğrencilerin yabancı ülkelerde başka kültürleri tam olarak yaşayabilmeleri için rahatlarının nasıl bozulması gerektiğinin iyi bir örneği kesinlikle. Yabancı ülkelere dair kısıtlı bilgilerle yetişen Amerikalı gençlerin bu şekilde dünyaya gözleri açılıyor, kendi başlarının çaresine bakmayı öğreniyorlar.

Georgia Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı William Finlay, Amerikalı öğrencilerin başka ülkelerdeki insanların nasıl yaşadığı, nasıl davrandığı gibi konularda bilgi edinmelerinin son derece gerekli olduğunu söylüyor. Finlay, öğrencilerin genellikle büyük gruplar halinde birlikte vakit geçirdiklerini, bu nedenle çoğu zaman gittikleri ülkelerde yerel halkın nasıl yaşadığını çok da iyi görüp anlamadıklarını düşünüyor.

Amerikalı öğrencilerin yurtdışı eğitim programlarından daha fazla yararlanması gerektiğini düşünen Finlay, 2008 yılında Güney Afrika’daki Stellenbosch Üniversitesi’yle işbirliği yaparak bir yurtdışı eğitim programı oluşturmuş. Program, klasik akademik eğitimi ve toplumla kaynaşmayı birbiriyle harmanlıyor. Kentteki bir sivil toplum örgütüyle birlikte çalıştıklarını belirten Finlay’in kurduğu örgütün Güney Afrika’da iki işlevi var: çalışan ailelerin çocukları için kurulan kreşi ve bilgisayarlar kullanımının öğretildiği bir kütüphaneyi işletmek. Öğrenciler ya kreşlerde küçük çocuklara bakıyor ya da kütüphanede çalışarak çoğu genç yetişkin kişilere temel bilgisayar eğitimi veriyor.

3 haftalık program Hillary Kinsey’in hayatını değiştirmiş. Hillary, bölge tarihi hakkında bilgi edinmenin, ülkedeki demokrasi hareketini öğrenmenin, yerel halkla kaynaşmanın, sosyal dinamikleri çözümlemenin, etnik grupları incelemenin ve birbirleri hakkında ne düşündüklerini öğrenmenin çok ilginç bir deneyim olduğunu söylüyor.

Uluslararası İlişkiler öğrencisi Kinsey birkaç hafta önce Güney Afrika’dan döndüğünde programa katılan diğer öğrencilerle beraber bir örgüt kurmuş. Örgütün adı ‘Ubunto.’ İsim babası Desmond Tutu olan bu kavram, Güney Afrika’da sıkça kullanılıyor. ‘Varım, çünkü varız‘ anlamına geliyor. Kavramın ana fikriyse toplumla kurulan ilişkilerin herkese refah sağlaması. Kinsey bu kavramı daha geniş, uluslararası bir topluma uyguladıklarını, örgütün ayrıca Güney Afrika’da eğitim ve kalkınmaya katkıda bulunma amacı taşıdığını söylüyor.

Güney Afrika’ya gitmemiş olan ancak bu programla yakından ilgilenen çok kişi olduğunu söyleyen Kinsey, örgütün amaçlarından birinin Stellenbosch’taki insanların durumu hakkında insanları bilinçlendirmek ve para toplamak olduğunu, bağışlarla bu bölgede kreşler açmaya, eğitim programlarını desteklemeye çalıştıklarını belirtiyor.

Birçok yurtdışı eğitim programı Amerikalı öğrencilerin yabancı dil öğrenmesini amaçlarken bazıları daha farklı bir yaklaşıma sahip. Çin, Ürdün, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelere her yıl binden fazla öğrenci gönderen CET Akademik Programlar’ın başkanı Mark Lenhart, Amerikalı öğrencilerin zorluklarla karşı karşıya kalmalarına rağmen yerel halkla birebir iletişim içinde olmaktan büyük fayda sağladığını söylüyor. Yerel kültürle içiçe olmanın kimi zorlukları, yanlış anlaşılmaları beraberinde getirdiğini belirten Lenhart, öğrencilerin yerel yaşama uyum sağlaması gerektiğinin altını çiziyor. Birazcık Çince bilmenin yetmeyeceğini, bir öğrenci Çince öğreniyorsa böyle bir programdan döndüğünde Çinceyi iyice öğrenmiş olması gerektiğini vurguluyor Lenhart.

Uluslararası Eğitim Enstitüsü’nün başkanı Allen Goodman ise yabancı ülkelerde eğitim trendinin ana amaçlarından birinin Amerikalı öğrencileri küresel piyasalarda daha rekabetçi hale getirebilmek olduğunu söylüyor. Goodman, bu programlara katılan Amerikalı öğrencilerin dünya vatandaşı olmalarını da amaçladıklarını, küresel bakış açısının ülkelerin, toplumların ve farklı insanların gerçeklikleri görülerek edinileceğini düşünüyor.

Uluslararası Eğitim Enstitüsü’nden Allen Goodman yurtdışı eğitim programlarının değişim geçirmeye, hem kendilerini hem de yaşadıkları dünyanın farklı yanlarını keşfetmek isteyen gençler için bulunmaz bir deneyim fırsatı olmaya devam edeceğini de sözlerine ekliyor.

 

‘Liberal Arts’ Nedir, Ne Değildir

Posted October 13th, 2011 at 11:27 am (UTC-5)
1 comment

Son blog yazımda US News and World Report’un “Amerika’nın En İyi Üniversiteleri” listesinde yer alan ‘En İyi Ulusal Üniversiteler’ listesinden bahsetmiştim. US News and World Report’un yüksek okullar listesinde göze çarpan bir diğer liste de ‘En İyi Liberal Arts’ okulları. Peki gayet Amerika’ya has bir kavram olan ‘liberal arts’ ne demek?

‘Liberal Arts’ı aslında ‘beşeri ilimler’ ya da ‘temel bilimler’ olarak açıklayabiliriz ilk bakışta. ‘Liberal Arts’  okulları tıp, mühendislik, iş idaresi gibi mesleki eğitim dallarının tersine daha çok edebiyat, sanat, felsefe, tarih, sosyoloji, filoloji gibi dallarda eğitim veriyor. Liberal Arts dalları ayrıca daha çok ‘college’ olarak bilinen ve sadece dört yıllık lisans eğitimi veren okullarda sunuluyor. (Tam da bu noktada Amerika’daki ‘college’ yani ‘kolej’ ve ‘university’ yani ‘üniversite’ arasındaki farka da değinmem gerekli. Amerika’da ‘college’ dendiği zaman kastedilen, dört yıllık lisans eğitimi sunan (undergraduate), lisansüstü (graduate) yani master ve doktora dereceleri vermeyen eğitim kurumlarıdır. Halbuki Türkiye’de ‘kolej’ dediğinizde akla hemen ‘Robert Kolej,’ ‘Üsküdar Amerikan Koleji’ gibi lise eğitimi veren okullar gelir. Daha büyük eğitim kurumları olan üniversitelerde ise lisans eğitiminin yanısıra pek çok dalda master ve doktora programları da sunuluyor.)

Amerika’da kolejler üniversitelere kıyasla daha küçük çaplı okullar. Hem sunulan dersler daha az, hem akademik kadro daha küçük, hem de öğrenci sayısı daha az. Ancak kolejlerin en büyük avantajlarından biri öğrenci odaklı olmaları. Derslerin forum ya da tartışma ortamında geçtiği kolejlerde profesörlerle öğrenciler hem birbirine daha yakın oluyor, profesörler öğrencileriyle birebir ilgilenebiliyor, hem de öğrenciler farklı konulardaki fikirlerini küçük sınıflarda çok daha derinlemesine irdeleyebiliyor. Bu okullarda, özellikle de Liberal Arts kolejlerinde, öğrencinin derse mümkün olabildiğince çok katılımını sağlamak ana amaçlardan biri. Liberal Arts eğitimi öğrencilere en çok düşünme, düşüncelerini belirli bir mantık çerçevesinde sunma, öğrenme, bilgi edinme, analiz yapma becerileri veriyor. Entelektüel gelişimin ve düşünce yapısının oluşturulmasının temel hedef sayıldığı Liberal Arts okulları ayrıca öğrencilerin üstün yazma becerileri ve sözel beceriler edinmelerine de büyük önem veriyor. Liberal Arts derecesi alan öğrenciler çoğu zaman başka eğitim kurumlarında yüksek lisans da yapıyor. Liberal Arts okullarının amacı mesleki eğitim vermek değil, daha çok öğrencilerin sorunları algılayabilmelerini, çözüm üretmelerini ve bunları başkalarıyla paylaşabilecek platformlar oluşturmalarını sağlamak. Bu açıdan bakıldığında aslında Liberal Arts eğitiminin ekonomik değeri mesleki eğitime göre daha düşük sayılabilir. Ancak Liberal Arts bölümlerinden mezun olanların ellerindeki en büyük kozlardan biri başka meslek dallarına uygulayabilecekleri, bir anlamda transfer edebilecekleri beceriler elde etmeleri. Disiplinlerarası eğitim veren bu okullardan mezun olanlar, hukuk, siyaset bilimi, medya gibi alanlara geçmek isteyen öğrencilere sağlam bir temel edinmeleri fırsatı veriyor.

US News and World Report’un bu yılın en iyi Liberal Arts okulları listesine gelince. Bu yıl ilk sırada Massachusetts eyaletindeki Williams College var. Okulda her 10 öğrenciye bir profesör düşüyor. Yani sınıflardaki öğrenci sayısı oldukça az. İkinci sırada yine Massachusetts eyaletinde bulunan Amherst College’i görüyoruz. Pennsylvania eyaletinin Philadelphia kentindeki Swarthmore College, California eyaletinin Claremont kentindeki Pomona College, Vermont eyaletindeki Middlebury College ise sırayla 3, 4 ve 5’inci sıralarda. Peki Amerika’nın ‘liberal arts’ denince ilk akla gelen ünlü okulları Wellesley, Wesleyan, Vassar, Smith Kolejleri bu yıl kaçıncı sıraya yerleşti? Mezunları arasında Amerika’nın eski dışişleri bakanlarından Madelaine Albright, şimdiki dışişleri bakanı Hillary Clinton, ünlü sinema yönetmeni Nora Ephron, astronot Pamela Melroy, televizyoncu Diane Sawyer’ın bulunduğu Wellesley College bu yıl 6’ıncı sıradan listeye girdi. 12’inci sıradaki Wesleyan College’ın ünlü mezunlarından bazılarıysa sinema yönetmeni Michael Bay, senarist Akiva Goldsman, fizik profesörü Gerald Holton, yazar Sebastian Junger. Mezunları arasında modacı Carolina Herrera, aktris Meryl Streep, yazar Jane Smiley olan Vassar College ise bu yıl 14’üncü sırada.

Amerika’nın en iyi üniversiteleri

Posted September 25th, 2011 at 9:56 pm (UTC-5)
Leave a comment

Çeşitli konularda hazırladığı ‘en iyiler’ listelesiyle bilinen US News and World Report, yıllık ‘Amerika’nın en iyi üniversiteleri’ listesini kısa süre önce yayınladı. 1983 yılında ilk ‘en iyi üniversiteler’ listesini yayınlayan, 1985’ten beriyse listeyi her yıl yenileyen US News and World Report’un yaptığı bu sıralama Amerika’da en iyi üniversiteler konusunda en çok başvurulan kaynaklardan biri. Sıralama, US News and World Report’un her eğitim kurumundan topladığı bilgilere dayandırılıyor. Bu bilgiler ya US News and World Report’un üniversitelere gönderdiği anket sorularına verilen yanıtlardan ya da okulların İnternet sitelerinden toplanıyor.

Listede aslında birkaç farklı kategori yer alıyor. Bu kategorilerin en önemlisi hiç kuşkusuz ‘National University Rankings’ yani ulusal üniversiteler sıralaması. Bu sıralamada yer alan okullar çok sayıda dalda hem lisans, hem lisansüstü hem de doktora programları sunan, araştırma ağırlıklı büyük okullar. Bu yıl bu sıralamanın en başında yer alan okullar Harvard ve Princeton. Boston yakınındaki Harvard Üniversitesi aynı zamanda Amerika’nın en eski yüksek eğitim kurumu. Princeton Üniversitesi ise New Jersey eyaletinin Princeton kasabasında kurulu. Princeton mali yardıma ihtiyacı olan öğrencilere kredi yerine burs veren bir okul. Üçüncü sırada gördüğümüz okulsa Connecticut eyaletinin New Haven kasabasındaki Yale Üniversitesi. New York’taki Columbia Üniversitesi bu yıl dördüncü sırada. Beşinci sırayıysa  bu yıl beş eğitim kurumu paylaşıyor. Bu sıranın ilk iki okulu, iki teknoloji enstitüsü: California ve Massachusetts Teknoloji Enstitüleri. California Teknoloji Enstütüsü NASA, Ulusal Bilim Vakfı ve Sağlık Bakanlığı’ndan aldığı bağışları araştırmalarda kullanıyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ise her ne kadar matematik, ana bilim dalları ve mühendislik bölümleriyle tanınsa da sosyal bilimler, insani bilimler, mimarlık ve işletme bölümleriyle de büyük başarılara imza atıyor. Beşinci sıranın diğer okullarıysa sırasıyla Stanford, Chicago ve Pennsylvania üniversiteleri. Onuncu sırada gördüğümüz okulsa North Carolina eyaletinin Durham kentindeki Duke Üniversitesi.

US News and World Report’un Amerika’nın en iyi üniversiteleri sıralamasındaki tüm okulları görmek için şu İnternet adresini kullanabilirsiniz: http://colleges.usnews.rankingsandreviews.com/best-colleges/rankings/national-universities

İnternet sitesinde en iyi yerel üniversiteler, en iyi siyasi bilimler fakülteleri, en iyi mühendislik okulları, en iyi tıp okulları gibi çok sayıda farklı kategorilerde de listeler bulunuyor. Ancak US News and World Report’un ‘en iyi üniversiteler listesi’ denildiğinde ilk akla gelen sıralaması en iyi ulusal üniversiteler oluyor. Bir sonraki yazımda diğer kategorileri daha yakından tanıtacağım. Ancak görüldüğü gibi en iyi ulusal üniversiteler sıralamasında ilk on, her yıl üç aşağı beş yukarı aynı üniversiteler tarafından, yani Harvard, Yale, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü, Duke gibi okullarca paylaşılıyor.

 

 

 

 

Bitkin Gençlik

Posted September 6th, 2011 at 8:31 am (UTC-5)
Leave a comment

Günümüz gençliği ister Türkiye’de olsun ister Amerika’da olağanüstü derecede başarılı olmaları için çok yoğun baskı altında. Her iki ülkede de üniversiteye girme yarışı henüz çocuklar ilkokuldayken başlıyor. Amerika’da üniversiteye girme süreci, Türkiye’den farklı. Türkiye’de hayatımızın geri kalanını tek bir sınav tayin ederken Amerika’da okul dışında da faaliyetlerde bulunmak, akademik alanda üstün başarının yanısıra herhangibir spor ya da sanat dalında da başarı göstermek, gönüllü faaliyetlere katılmak, örneğin sosyal sorumluluk programlarına katkıda bulunmak son derece önemli. Bunun nedeni Amerika’da üniversitelerin başvuru sistemiyle öğrenci kabul etmesi. Yani okullar kendilerine başvuranlar arasından en başarılı olanları,  sadece notları yüksek olanları değil, aynı zamanda sosyal açıdan da en çok sıyrılanları almak istiyor. Bu da öğrenciler üzerinde korkunç bir baskı oluşturuyor. Çocuklar hem ders çalışıyor, hem de seçtikleri spor ya da sanat dalında üstün başarı sergilemek için çabalıyor. Ailelerse yoğun baskı kurarak çocuklarını daha çok genç yaşta depresyona sürüklüyor.

Los Angeles’taki California Üniversitesi üniversiteye yeni başlayan öğrenciler arasında çok uzun yıllardır süren bir araştırma yapıyor. Üniversite birinci sınıfa başlayanlara verilen ankette öğrencilere sorulan sorulardan biri stres ve ruhsal ve duygusal sağlıklarıyla ilgili. Ankete geçen yıl katılan öğrencilerin yüzde 29’u lise son sınıfta ders ve okul sonrası faaliyetlerin yoğunluğu nedeniyle aşırı derecede bunaldıklarını söylüyor. Kendini lise eğitiminin sonunda duygusal olarak neredeyse çöküntüye uğramış şekilde hissedenlerin oranıysa geçen yılki ankete oranla iki puan artış göstermiş.

Erkek ve kız öğrenciler arasındaysa ankete verilen yanıtlar açısından büyük farklılıklar olduğu gözleniyor. Lise son sınıfta büyük stres altında olduğunu söyleyen kız öğrencilerin oranı neredeyse yüzde 40 iken stresten bunaldığını düşünen erkek öğrencilerin oranı sadece yüzde 18.

Amerika’daki en itibarlı üniversitelerden biri olan California’daki Stanford Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Doktor Deborah Stipek, öğrencilerin çoğunun hem anne babalarının, hem de gittikleri okulların baskısı altında olduklarını söylüyor. Profesör Stipek, öğrencilerin çoğunun öğrenme isteğinden yoksun olduğunu, farklı anlayışlar ve beceriler geliştirmenin kendilerine vereceği olağanüstü tatmin duygusunun tadına varamadıklarını söylüyor. Öğrenmeyi  maceraya atılmaya benzeten uzman, macera yerine öğrenmenin tamamen test geçme amacına hizmet ettiğini, artık öğrenmek demenin üniversite başvurusu yapmak anlamına geldiğini söylüyor.

Profesör Stipek lise son ve üniversite birinci sınıf öğrencilerinin duydukları yoğun stres konusunda Science dergisinde bir makale yayınladı. Stipek’in kendi kızı da Amerika’daki liselerde AP yani Advanced Placement olarak bilinen derslerden almış. Advanced Placement dersleri, liselerde okutulan ancak üniversite seviyesinde olan ve hatta öğrenci üniversiteye başladığında elde edeceği dereceye yönelik kredi de kazandığı oldukça zor dersler. Stipek’in üniversite seviyesinde Fransızca dersi alan kızı, artık hayatı boyunca bir daha Fransızca konuşmak istemediğini söylüyormuş.

Stipek, kızının Fransızca’dan nefret etmesinin eğitim sistemindeki temel sorunu gözler önüne serdiğini, üniversite seviyesinde verilen Fransızca dersinin aslında Fransızca öğrenmekle, başka bir kültürü anlamak ve o kültürle iletişim kurmakla, hayat boyu işe yarayacak bir beceri edinmekle değil, iyi bir üniversiteye girmesini sağlayacak yüksek puan almakla ilgili olduğunu belirtiyor.

Profesör Stipek liselerde yöneticilerin öğrencileri dinlemesi gerektiğini de söylüyor. Uzman, işbirliği yaptıkları liselerin öğrencilerine her yıl stres ve endişe kaynaklarıyla ilgili anketler verdiğini, stres seviyesinin azaltılması için öğrencilerin okullardan neler beklediğinin araştırıldığını ve okulların ne gibi uygulamaların öğrencilerin işine yarayacağını bulmaya çalıştığını söylüyor. Stipek, “birçok okul ilk önce bize öğrencilerinin stres sorunu yaşamadığını söylüyor, ancak daha sonra anket yaptıklarında aldıkları sonuçlara çok şaşırıyorlar. Öğrenciler ‘stresli misiniz’ sorusuna büyük oranda ‘evet’ yanıtını veriyor” diyor.

2009 yılında çekilen bir belgesel işte tam da bu konuya parmak basıyor. “Race to Nowhere”  adlı film, akademik hayatta başarılı olma, okul dışı aktivitelerde de üstün başarı gösterme baskısı altında ezilen öğrencilerin yaşadığı psikolojik sorunları yansıtıyor.

Örneğin filmde bir öğrenci aynen şöyle konuşuyor: “Eğer tüm hayatınızı alacağınız notlara adayacaksanız akıllı olmanız gerekli. Sadece derslerinize değil aynı zamanda sanata da yoğunlaşmalısınız. Ayrıca her gün futbol antrenmanlarına katılmalısınız. Bunun üzerine bir de ödevlerinizi bitirmelisiniz. Yani sürekli üretmelisiniz. Bu mümkün değil. Ben başedemedim.”

Deborah Stipek, filmin, günümüzde birçok öğrencinin öğrenmenin keyfini çıkaramadığını gösterdiğini söylüyor. Uzman, en ilginç söyleşilerin öğrencilerle yapılanlar olduğunu, bu öğrencilerin iyi performans göstermeleri için aşırı derecede baskı altında kaldığını söylüyor. Uzman ayrıca ‘öğrenme’ değil ‘performans gösterme’ sözünü kullandığını tekrar tekrar vurguluyor, “çünkü öğrenciler öğrenmiyor, sadece üstün performans sergilemeleri bekleniyor” diyor.

Profesör Stipek toplumun bundan alacağı en acı dersin gençlerin öğrenmeye ilgisi olmadan yetişmeleri olacağının altını çiziyor. Bıkkın, bitkin, yorgun, bezgin ve yeni şeyler öğrenme merak ve heyecanını yitirmiş bir gençlik, bir toplum için en büyük kayıplardan biri olsa gerek.

Okulların Açılmasına Bir Hafta Kala..

Posted August 23rd, 2011 at 8:15 am (UTC-5)
Leave a comment

Güzel bir yaz tatilinden sonra yeniden merhaba! Çocukları Amerika’da okula giden her Türk ailesi gibi biz de yaz tatilimizin bir kısmını Türkiye’de geçirdik. Bu Türkiye seyahatlarimizin kızımız Cansu’ya en büyük katkısı ise Türkçe’sini ilerletmesi konusunda oluyor. Türkiye’de geçirdiği bir ay içinde öğrendiği Türkçe, bizim Amerika’da bir yıl boyunca evde öğretmeye çalıştığımıza eşdeğer neredeyse. Bu nedenle sürekli Türkçe konuşulan bir ortamın içinde bulunmak, akrabalar arasında İngilizce bilmeyenlerle Türkçe’den başka iletişim yolunun olmaması ve elbette ki çok sayıda insanla birarada olmak Cansu’nun Türkçe’sini geliştirmesi için bulunmaz fırsatlar.

Şimdiyse Türkçe’si son derece ilerlemiş şekilde Amerika’ya dönen Cansu ilkokul ikinci sınıfa başlayacak önümüzdeki hafta. Heyecan tabii ki dorukta.. Cansu arkadaşlarına ve o çok sevdiği okuluna geri dönüyor olduğu için heyecanlı. Bense iki aylık yaz tatili boyunca matematik kitabının kapağının hemen hemen hiç açılmamış olmasından ötürü Cansu’nun ilk hafta yapılacak seviye belirleme sınavından nasıl bir sonuç alacağı konusunda kaygılıyım. Ama biz bu ikilemi hep yaşıyoruz: acaba kızımın yaz tatilini gönlünce geçirmesi, bol bol oyun oynaması, Türkiye’de yakın akrabalarıyla iyi vakit geçirip hasret gidermesi mi önemli, yoksa sene başında seviye belirleme sınavında yüksek puan alması için tatili ders çalışarak geçirmesi mi? Şimdi okulların açılmasına bir hafta var ve bu bir hafta içinde Cansu’yu özellikle o çok zorlandığı üç haneli rakamlı çıkartma problemleri üzerinde iyice çalışmasını sağlayacağıma kendi kendime söz verdim! Matematik maratonu bugünden itibaren başlayacak. Bir arkadaşıyla olan oyun randevusunu dünden iptal ettim bile. Kafamdaki soru, çocuğun yavaş yavaş, sindire sindire pekiştirmesi gereken matematiği bir hafta içinde ne kadar hatırlayacağı, hatırladığını ne kadar iyi kavrayacağı. Bu sorumun yanıtını bu hafta içinde alacağım.

Okullar Açılmadan Önce…

Amerika’da okullar açılmadan önce aileler birçok hazırlık programına katılım göstermek durumunda. Örneğin okulun girişindeki panodan sorumlu okul aile birliği üyesi olarak okul açılmadan önceki hazırlık etkinliklerinin listesini panoya yazmam gerekiyor. Bu hazırlık etkinliklerinden en önemlisi, okul açılmadan önceki hafta öğrencilerin velileriyle beraber okula gidip yeni öğretmenleriyle tanışması, yeni sınıflarını görmesi. Amerika’daki ilkokullarda her sınıfı başka öğretmen okutuyor, yani çocuklar Türkiye’deki gibi birinci sınıftan itibaren aynı öğretmenle beraber okumuyor. Bu nedenle okul açılmadan önce çocukların yeni öğretmenleriyle tanışması, kaynaşması çok önemli. Çocuğunuzun hangi öğretmenin sınıfında olduğuna dair bilgi Ağustos başında adreslere postalanıyor. Gönderiler bu pakette öğretim yılı içinde gerekli olan malzemeler listesi de yer alıyor. Böylelikle okul açılmadan önce tüm alışveriş işi de halledilmiş oluyor.

Şimdi bu bir hafta içinde Cansu’yla birlikte yapmamız gereken üç önemli iş var: matematik çalışmak, okul alışverişi yapmak, öğretmenle tanışmak. Önümüzdeki haftadan itibarense okul rutinimize ger döneceğiz.

Önümüzdeki günlerde ilkokul ikinci sınıftan daha fazla macerayla tekrar karşınızda olacağım 🙂

 

 

 

Hayatımız Eğitim Tatile Çıkıyor

Posted July 8th, 2011 at 4:54 pm (UTC-5)
Leave a comment

Yaz tatili nedeniyle Hayatımız Eğitim de birkaç haftalığına tatile çıkıyor. Kısa süre sonra yeniden birlikte olmak dileğiyle…

Devrim Moral

2003‘ten beri Amerika’nın Sesi Türkçe Yayın Bölümü’nde görev yapan Devrim Moral, Bilkent Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra Ohio eyaletindeki Bowling Green State Üniversitesi’nden Amerikan Edebiyatı ve Kültürel Çalışmalar dallarında lisanüstü derecelerini aldı. Bowling Green State Üniversitesi’nde Popüler Kültür temalı İngilizce kompozisyon dersleri veren Moral, Amerika’da okul öncesi eğitim ve ilkokul eğitimi konularıyla yakından ilgili. Evli ve 7 yaşında bir kız çocuk sahibi olan Moral, 2000 yılından beri Washington DC’de yaşıyor.