Washington bu hafta mutat IMF-Dünya Bankası toplantılarına ev sahipliği yapıyor. Devlet bakanları, resmi heyetler, ekonomi uzmanları, medya mensupları her yıl olduğu gibi bu kez de bahar toplantıları için başkentte. Yine her yıl olduğu gibi toplantı vesilesiyle IMF’nin Dünya Görünümü raporu yayınlandı. Arkasından bir Mali İzleme Raporu ile bir de Mali İstikrar Raporu ardı ardına patlatıldı.
Buraya kadar her şey mutat, her şey alışılageldiği gibi. Ama aslında bu toplantılara Dünya Bankası ile birlikte ev sahipliği yapan IMF’de alışılmadık bir hal, bambaşka bir dinamik var.
Küresel mali kriz sanki IMF’ye bir olgunluk havası getirmiş, saçlarına ak düşürmüş, “Dediğim dedik çaldığım düdük” havasından çıkarmış gibi.
Yapısal reformlar; bu çerçevede gelişen ülkelere daha fazla söz hakkı vermeler, kotalarını yükseltmeler… Yönetimde gerekirse, mesela etkisini kaybeden Avrupa ülkelerini devre arasında çıkarıp yerine Türkiye gibi daha dinamik oyuncuları oyuna sokmaya yeşil ışık yakmalar.
Bunlar değişimin yapısal tarafı.
Son dönemde başını Çin’in çektiği ülkeler güçlendikçe IMF de artık çekirdek aile değil de daha geniş bir ailenin ebeveyni gibi davranmak durumunda kalıyor; evlatlar arasında eşitlik ve hakkaniyet arıyor.
Ama asıl bir de IMF’nin ruhsal ve düşünsel yapısında yeni bir değişim uç veriyor.
IMF takkeyi önüne koymuş “Ben nerde yanlış yaptım, bu küresel mali kriz de nerden başıma geldi” diye derin derin düşünüyor.
7-8 Mart tarihlerinde yine IMF’nin Washington’da düzenlediği iki günlük panelde bu ruhsal arayış dışa yansımıştı.
Başekonomist Olivier Blanchard’ın düzenlediği toplantılarda IMF’nin günah-sevap defteri açılıp her şey ortaya dökülmüş, yetkili isimler daha önce ağızlarına almayacakları söylemlere girmişlerdi.
Ne miydi bu söylemler, günah çıkarmalar, pişmanlık duymalar?
Fazla teknik terimlere kaçmadan sıralayayım.
Bir zamanlar sermayenin sınır tanımadan dolaşmasına “ne kadar hareket o kadar bereket” diyen IMF, artık sıcak paranın finansal sistemler üzerinde risk oluşturabileceğini kabul ediyor.
Sonra da asıl sıkıntısını ekliyor ve diyor ki :
“Biz açıkçası hayatı eskiden biraz daha toz pembe ve basit görüyorduk; enflasyon düşük tutulursa ülkelerin başına hiçbir şey gelmez sanıyorduk. Enflasyonu kontrol için de temel faiz oranını tek politika aracı olarak görüyorduk. Ama küresel mali krizin patlak verdiği ülkeler enflasyonun istikrarlı ve düşük olduğu ülkelerdi. Yani bu iş sadece para politikasıyla, temel faiz oranıyla olmuyormuş. Bir de her türlü piyasada oluşabilecek balonlara da dikkat etmek gerekiyormuş, onu anladık.”
Krizden çıkarılan dersler burada da bitmiyor. IMF çevreleri ekliyor:
“Bir de zaten böyle uğraşıp da düşük tutturduğumuz temel faiz oranları %3 gibi bir rakam olunca kriz zamanlarında yetkililere fazla bir hareket alanı bırakmıyormuş.”
IMF böyle diyor ama hemen arkasından da “Aman ha yanlış anlaşılmasın, yüksek enflasyona yönelelim demiyoruz, enflasyonun getireceği yarar, üzerimizde estireceği zarardan fersah fersah fazla olabilir,” uyarısında bulunuyor.
Sonra hataları arasında şunu da sayıyor :
“Finansal denetim mekanizmaları bizim makro politika kitabımızda yazmazdı. Var olan denetim mekanizması da firma odaklıydı. Ama aslında denetimi sistematik sorunlara yoğunlaşacak şekilde oluşturmak lazımmış.”
IMF bu son pişmanlığıyla sanki Adam Smith’in piyasalara yön veren “görünmez elini” kendi görünen eliyle biraz geriye itiyor.
IMF, bununla da kalmıyor ve “Artık para politikası yetmez, bundan sonra mali politikaya da önem vermek lazım” diyerek hükümetlere vergi ve harcama politikalarıyla ekonomide daha fazla söz hakkı vermeye hazır görünüyor.
Ama ağır kamu borcu yükü altına giren gelişmiş ekonomilerin daha fazla harcama yapmaya, yeni teşvik paketleri çıkarmaya hali olmadığı düşünülürse bu davete icabet eden kim olur merak ediyorum..
Ama asıl merakla beklediğim IMF’nin bu ruh halinin küresel ekonomiye yakında damgasını nasıl vuracağı ya da vurup-vuramayacağı.
Bilmem siz ne düşünüyorsunuz?