ABD Önseçimlerinde Kilit Ekonomide

Posted February 28th, 2012 at 3:22 pm (UTC-5)
Leave a comment

Amerika’da şu sıralar, Avrupa ile karşılaştırıldığında ekonomi tıkırında gibi… 2008’de %10’a tırmanan işsizlik %8’lerde seyrediyor, imalat sektörü güçleniyor, borsa son zamanların en iyi çıkışlarını gösteriyor. Ülke genelinde 2012’de beklenen büyüme oranı, %2-%2,3 civarında, bu rakam çok yüksek değil, ancak durgunluktaki Avrupa düşünüldüğünde fena da değil. Ayrıca yatırım harcamalarında %6’lık bir artış beklentisi var.

Bunlar genel göstergeler, ama özelde sıradan Amerikalılar hala mali kriz kabusunun ağırlığını üzerlerinden atabilmiş değiller. Tüketim harcamalarında %6’lık bir büyüme beklentisi var gerçi, ama yine de sürekli artan benzin fiyatları tüketicilerin belini bükmeye, daha doğrusu, dolarlarını cüzdanlarından oluk oluk çekmeye devam ediyor. Ayrıca krizin tetikleyicisi konut sektörü, düştüğü yerden kalkmamakta ısrarlı. Son rakamlar, en büyük 20 kentteki ev fiyatlarının geçen yıla oranla %4 daha düştüğünü gösteriyor. Bu düşük rakamlar ve hacizli evler, bir önceki yazımda belirttiğim gibi yabancı alıcıların iştahını kabartsa da, Amerikalılar’da mide ağrısı yaratma etkisini sürdürüyor.

AP

Hal böyle iken, Kasım’da yapılacak seçimlerde, hangi politikacının ekonomiyi daha iyi yöneteceği sorusu aday tercihlerinde belirleyici rol oynayacak gibi görünüyor.

Cumhuriyetçi aday adaylarından Mitt Romney, özel sektör yöneticisi ve vali olarak ekonomiyi en iyi idare edecek liderin kendisi olduğunu söylüyor. Ancak, Romney, zengin bir işadamı olarak, bazen sıradan Amerikalılar’ın halini anlamakta ya da sıradan Amerikalılar Romney’le bağ kurmakta zorluk çekiyor. Cumhuriyetçi aday, Amerikan otomotiv sektörüne olan inancını dile getirmek için eşinin birkaç Cadillac model otomobili olduğunu söyleyince yine şimşekleri üzerine çekti. Öyle ya, Amerikalılar işe gidip-gelebilmek için boğazlarından kesip, giderek daha küçülen ve yakıt tasarrufu sağlayan araçlarına benzin yetiştirmeye çalışırken, Romney’nin eşinin birden fazla Cadillac sahibi olması halkın gözünde pek de şık durmadı. Aslında bu Romney’nin ik gafı da değil, daha önce de, vergi kalemlerini açıklarken, “Konuk konuşmacı olarak katıldığım konferanslardan o yıl fazla para kazanmadım, sadece 360 bin Dolar yaptım,” demesi de yine ortalama yıllık geliri 47 bin Dolar olan seçmenlerin pek hoşuna gitmedi.

AP

Ama Romney, zengin ve başarılı bir işadamı olarak, bütün iş tecrübesi devlet hizmetiyle sınırlı olan baş rakibi Rick Santorum’dan çok daha iyi bir ekonomik ortam yaratacağında iddialı.

Santorum ise, ekonomik politikalardan çok, son zamanlarda muhafazakar değerler üzerinden taraftar kazanmayı umuyor. Gerçek muhafazakar adayın kendisi olduğunda ısrar ediyor. Gerçi, Başkan Obama’yı “Her Amerikalı üniversite eğitimi alabilmeli” dediği için “züppelikle” suçlayan Santorum, “bu talihsiz değerlendirmesi” yüzünden Cumhuriyetçi politikacılarca eleştirildi ama Cumhuriyetçi politikacı, konumunda ısrarlı. Çocuklarını okula göndermek yerine evde eğitim aldıran Santorum, okullarda, özellikle de üniversitelerde liberal profesörlerin gençlerin beynini yıkadığına inanıyor. Santorum, Obama’nın da “herkesin liberalleştirilmesi için okula gitmesini istediğini” söylüyor.

Cumhuriyetçi adaylar Amerika’nın dertlerine en iyi çareyi kendilerinin bulacağını söylerken, bağımsız bir araştırma şimdilik bu iddiayı, en azından, kamu borçlarının azaltılması konusunda çürütüyor.
Tarafsız bir kuruluş olan Sorumlu Federal Bütçe Komisyonu’nun yaptırttığı çalışmaya göre Amerikan ekonomisini yeniden eski gücüne kazandırmak Cumhuriyetçi adayların iddia ettiği gibi hiç te kolay bir iş değil. Komisyon uzmanlarından Bill Frenzel’e göre, Cumhuriyetçi adaylardan hiçbirinin programı 10 yıl içinde Amerika’yı dengeli bütçe hedefine ulaştıracak özellikler içermiyor.

AP

Aynı kuruluştan Maya MacGuineas ise aksine Cumhuriyetçilerin ekonomi planlarının borç açığını daha da yükselteceği görüşünde.

Araştırmaya göre Mitt Romney’nin planı borçlara 250 milyar dolar daha eklerken, Santorum’un vergi kesintileri borçları, 4,5 trilyon dolar daha artıracak.

Yine Sorumlu Federal Bütçe Komisyonu’nun araştırmasına göre diğer iki aday da aynı yörüngede: Newt Gingrich’in ekonomi planı borçlara 7 milyar ekleyecek. Ron Paul’un planı borçların 2,2 trilyon düzeyinde azaltsa da, bu tür bir tasarrufa ancak Merkez Bankası dahil büyük devlet kuruluşlarının kapatılmasıyla ulaşılabilecek.
Şu anda Amerika’nın ulusal borcu 15 trilyon düzeyinde, bu da ulusal gelirin %85’ine eşit durumda. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, Yunanistan’ın ikinci yardım paketi onaylanmadan önce, borçlarının milli gelire oranı %160 düzeyindeydi.

Demokrasinin beşiği olarak gördüğü Yunanistan’ı her zaman bu konuda örnek alan Amerika, iş borçlara gelince, olabildiğinde Yunanistan’ın izlediği yoldan uzak durmaya çalışıyor…Bakalım Kasım ayında seçimi kazanan taraf ister Obama olsun, ister Cumhuriyetçi bir aday, bu konuda neler yapabilecek?

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Türkler Facebook Hissedarı Olabilir Mi?

Posted February 20th, 2012 at 1:07 pm (UTC-5)
Leave a comment

800 milyonluk “nüfusa” sahip Facebook bir süre önce halka açılacağını açıkladı. Eğer işler planlandığı gibi giderse bahar aylarının sonlarında Facebook halka arz sayesinde 5 milyar Dolar toplayacak.

Her ne kadar bu işlemin adı IPO (Initial Public Offering) olsa da, halka arzın ilk aşamasında Facebook hisselerinin kurumsal ve büyük yatırımcıların “erişimine” daha yakın olması, aracı kurumların, hisseleri önce bu “hatırlı müşterilerine” sunması bekleniyor.

Yine de birçok sıradan Amerikalı için Facebook hisseleri hala bir yatırım alternatifi olarak görülebilir.
Peki tüm dünyadaki kullanıcıları sayesinde bugünkü değerine ulaşan Facebook’un hisselerini diğer ülkelerdeki insanlar da satın alabilir mi? Mesela, Facebakers.com sitesinin istatistiklerine göre Facebook’un Türkiye’deki kullanıcı sayısı 31 milyonu aşmış durumda. Yani Türk kullanıcıların da Facebook’un bugünkü değerine ulaşmasında epeyce bir katkısı var. Bu durumda onların da Facebook hissedarı olma hakkı yok mu?
Bu soruyu ve genelde tüm Amerikan şirketlerinin halka arz sırasında yabancılara da hisselerini satıp-satamayacağı konusunu New York’ta yatırım danışmanlığı yapan Öner Ayan’a sordum.

Ayan’a göre, bir Türk yatırımcının Facebook’un halka arzından yararlanması mümkün. Öner Ayan, “Amerika’daki halka arzları yurtdışındaki bireysel müşterilerine pazarlama yetkisi olan bir şirketle çalışılırsa Facebook hisselerini Türk yatırımcılar da alabilir,” diyor. Ayan, “Eğer yatırımcının Türkiye’de ofisi olan global aracı kurumlar Merrill Lynch, Citigroup ve benzeri şirketlerle ilişkisi varsa en kolay yol bu kurumlar üzerinden gitmek olabilir,” diye de ekliyor.

Bir diğer seçenek ise yurtdışı müşterilerine Internet üzerinden hesap açma imkanı veren Etrade, TD Ameritrade ve Charles Schwab gibi aracı kurumlar. Bu online aracı kurumlarda, “Amerika’da yerleşik olmayan bireysel müşteri hesabı” açılabiliyor ve Amerikan borsalarında işlem gören hisseler dünyanın herhangi bir yerinden alınıp-satılabiliyor. Öner Ayan, “Eğer bu online aracı kurumlar, Facebook’un halka arz konsorsiyumuna girebilirse, bunlar aracılığıyla halka arza katılmak mümkün olabilir,” diyor.

Facebook’un hisse senedi fiyatlarının ne olacağı henüz belirlenmedi. Bazı finans uzmanları Facebook’un, Google gibi yatırımcılara büyük kar getireceğini söylerken, bazıları ise bu sosyal paylaşım sitesinin arama motoru Google’un bu konudaki hızına yaklaşamayacağını iddia ediyor.

New York’taki bir diğer yatırım uzmanı Abdullah Karataş da, “Google ile kıyaslandığında, Facebook henüz rüştünü ispatlamış bir iş modeli olduğunu kanıtlamış değil. Ancak, zengin kullanıcı hazinesine ait bilgileri kullanmak Facebook’un bu sorununa çözüm olabilir” diyor.

Google, 2000’li yılların ortasında hisselerini 85 Dolar civarında bir fiyatla halka arz etmişti. Şirketin hisse senetlerinin şimdiki fiyatı ise 600 Dolar civarında. Facebook da Google gibi büyük karlılık getirebilir veya halka açıldıktan sonra %25 değer kaybeden Zynga, Groupon, LinkedIn gibi Internet şirketlerine katılabilir.
Facebook’un iyi bir yatırım aracı olup-olmayacağını yine zaman belirleyecek gibi görünüyor.

Not: Bu yazı bilgilendirme amaçlı olup, herhangi şekilde borsa işlemleri açısından tavsiye niteliği taşımamaktadır.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Obama’nın 2013 Bütçe Planında Neler Var?

Posted February 10th, 2012 at 12:47 pm (UTC-5)
Leave a comment

Başkan Barack Obama, Pazartesi günü 2013 yılı bütçe teklifini açıklamaya hazırlanıyor. Seçim yılında, bütçe önceliklerini belirlemek zorlamış olmalı ki, Obama, bu açıklamayı beklenenden bir hafta sonra yapıyor. Zira normalde, başkanlar bütçe tekliflerini Şubat ayının ilk Pazartesi günü açıklarlar.

Ama Obama yönetimi geçen yıl da bütçe teklifini bir hafta gecikmeli yapmıştı. Ondan önceki yıl da…

Aslına bakarsanız, Amerikan sisteminde başkanların bütçe teklifinin Kongre üzerinde bir bağlayıcılığı yok. Yani Başkan Obama bütçesinde kendi politikaları doğrultusunda, kendi önceliklerine göre –ve elbette bunların ülke ekonomisine faydalı olacağı düşüncesiyle — çok şey isteyebilir, önerebilir. Ama Kongre, sanki bunları hiç duymamış gibi hareket edip pekala gözardı da edebilir. Hatta bazı çevrelere göre Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisi’nde Obama’nın Pazartesi günü açıklayacağı bütçe teklifinin zaten şimdiden hiçbir hükmü yok.

Obama’nın teklifi, bütçe açıkları, vergiler ve istihdam gibi seçim sürecinde dillerden düşmeyecek ana noktalara ister-istemez değinecek, bu konularda teklifinde yer alan her bir kalem de siyasi rakipleri tarafından ince elenip-sık dokunacak.

Obama bir yandan harcamaları kısacak bir yandan da vergileri yükseltecek formüller peşinde.
Cumhuriyetçilerden en fazla eleştiri alacak bütçe kalemleri de şimdiden belli zaten.
Obama muhtemelen, zengin Amerikalıların yararlandığı vergi indirimlerine bu yıl son verilmesi çağrısında bulunacak, milyoner Warren Buffett’in önerdiği gibi yıllık kazancı 1 milyondan fazla olanlara net %30 vergi uygulanmasını isteyecek.

Buna karşılık çalışanların bordro vergilerindeki katkı payının düşük tutulmasında ısrar edecek. Bu konu Noel öncesinde Kongre’de ciddi tartışmalara yol açmış, sonra da tatil ve bayram havasını bozmamak adına Şubat sonuna kadar geçerli bir geçici bir anlaşma sağlanmıştı.

Obama, şirketlerin de gönlünü alma niyetinde o yüzden de tüm dünya genelinde neredeyse en yüksek rakam olan %35 kurumlar vergisinin %20’lere çekilmesini isteyecek.

Başkan imalat sanayinin yeniden Amerika’ya dönmesini istiyor, bunu istihdamı artırmanın önemli yollarından biri olarak görüyor o yüzden de bütçesinde bunu teşvik edici önlemler olması muhtemel. Mesela imalat sektöründeki Amerikan şirketlerinin vergi teşviklerinin iki kat artırılması gibi. Buna karşılık operasyonlarını yurtdışına taşıyan Amerikan şirketlerine bazı kısıtlamalar da isteyebilir. Yurtdışında elde edilen gelirlere asgari vergi uygulaması veya operasyonları yurtdışına taşıma masraflarının vergiden düşürülmesine yeni kısıtlamalar getirilmesi türünde…

Ayrıca Obama’nın petrol ve doğal gaz şirketlerine verilen sübvansiyonlara son verilmesini istemesi de elbette Başkan’ın bu konudaki tavrını bilenleri, daha öneki açıklamalarını hatırlayanları şaşırtmayacak. Daha önceki yıllarda Obama’nın teklifini gözardı eden Kongre’nin bu yıl da aynı yola başvurması da şaşırtıcı olmayacak.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Kızılderili Kabileleriyle Nasıl İş Yapılır?

Posted February 3rd, 2012 at 4:41 pm (UTC-5)
Leave a comment

Türklerin Amerikan yerlileriyle bir yerden akraba oldukları iddiası üzerine yapılan tarihi çalışmalar, geliştirilen bilimsel teoriler ve şehir efsaneleri (ki eskiden ben bunlara “geyikler” demeyi tercih ederdim ama bu şehir efsaneleri lafı daha fiyakalı göründü gözüme) henüz bir sonuca bağlanmış değil. Ancak yine de eski Türk filmlerinin “Amca, size kanım kaynadı, baba diyebilir miyim” sendromuyla hareket eden Türkler, Kızılderili “hısımlarıyla” bir vesileyle bağ kurmak istiyor ve işe ticaretten başlamayı umuyor.

Aslında bu haberi zaten Kasım ayında duymuşunuzdur, Amerikan Kongresi Kasım ayında gündemine aldığı bir yasa tasarısı ile Amerikan yerli kabilelerine Türk şirketleriyle federal hükümetin onayına gerek kalmadan ticaret yapma imkanı sunuyor. Tasarı Temsilciler Meclisi Doğal Kaynaklar Komisyonu’ndan geçti. Ama diğer aşamalar tamamlanmadığından daha yasalaşmadı. Kongre üyeleri, seçim telaşından fırsat bulabilirse ve de Türk aleyhtarı lobileri karşılarına alabilirse tasarı kısa süre içinde yasalaşabilir. Bu durumda Türk şirketleri ile yerli kabileler, araya federal hükümeti katmadan pekala iş yapabilir.

AP Photo

“Federal hükümetin devrede olmaması yerli kabilelerle iş yapacak olan Türk şirketlere ne tür avantaj ve dezavantajlar sunuyor?” Bu soruya yanıt vermeden önce hatırlatma babında, biraz daha detay vereyim…Tasarı, yasalaşırsa Türk şirketleri, sayıları altıya kadar çıkabilecek yerli kabileyle İçişleri Bakanlığı’nın onayı gerekmeden doğrudan ticari ilişkiye girebilecek. Kabile yönetmelikleri çerçevesinde hazırlanacak anlaşmalar sonrasında Türk şirketleri kiraladıkları arazilerde hem yatırım yapabilecek hem de şirket kurabilecek.

Peki bu arazi kira sözleşmelerinde ne tür şartlar var, işte bu soruyu Washington’daki çok-isim kombinasyonlu (Butzel Long Tighe Patton LLC) hukuk şirketi avukatlarından Efe Poturoğlu’na sordum.

Sözleşmeler için altı şart bulunduğunu söyleyen Poturoğlu, bu şartları hemencecik sıraladı.

  • Sözleşmelere sadece Türkiye’de kurulmuş şirketler girebilecek.
    – Kira anlaşmalarına tasarı yasalaştıktan sonra en geç bir sene içinde girilebilecek.
    – Arazi anlaşmalarının mineral kaynakların bulunması ve çıkartılması alanında yapılması yasak. Sınırlama, federal hükümetin yerli kabilelere ait arazilerdeki doğal kaynakları korumak istemesinden kaynaklanıyor.
    – Karşı tarafın mutlaka kabile olması gerekiyor, kişilerle anlaşma yapılamıyor.
    – Kira anlaşmalarının ABD İçişleri Bakanlığı tarafından onaylanacak kabile yönetmelikleri çerçevesinde yapılması gerekiyor.
    – Kira sözleşmelerinin süresi en fazla 25 yıl olarak belirleniyor. Ancak istisna olarak kira anlaşmalarının içerisine iki kez daha uzatılması seçeneği eklenebilecek. Bu durumda kira sözleşmelerinin süresi 75 yıla uzatılabiliyor.
  • Bu tasarının avantajı federal hükümetin aradan çıkarılması ve dolayısıyla bürokrasiden, masraflardan ve zaman kaybından tasarruf sağlanması. Ticaretle uğraşan her kesimin sıkıntısı değil midir, zaten bunlar…

    Ancak işin içinde federal hükümet olmayınca anlaşmalar yerli kabilelerin hukuk ve mahkemelerine tabii oluyor. Çünkü Temsilciler Meclisi Doğal Kaynaklar Komisyonu’ndan geçen tasarı taraflar arasına doğabilecek anlaşmazlıklarda yerli kabilelerin mahkemelerini yetkili kılıyor. Yani bir Türk şirketi ile iş yaptığı yerli kabile arasında anlaşmazlık çıkarsa, Amerikan federal ve eyalet mahkemeleri konuya müdahil olmuyor.

    Yerli kabilelerle iş yapan Amerikan şirketleri bunun bir dezavantaj olabileceğini düşündükleri anda kira sözleşmelerine anlaşmazlıkların arabuluculuk ve tahkim kararıyla çözülmesi şartını koymuşlar.
    Avukat Efe Poturoğlu da Türk şirketlerine aynı tavsiyede bulunuyor ve yapılacak kira sözleşmelerine bu tür maddeler eklemeleri gerektiğini söylüyor.

    Poturoğlu, ayrıca sözleşmelere girilmeden önce belirlenecek altı kabilenin yönetmeliklerinin çok iyi incelenmesi önerisinde de bulunuyor. Başta da söylediğim gibi tasarı daha yasalaşmadı, ama erkenden hazırlık yapmanın, biraz ders çalışmanın hiçbir sakıncası yok.

    Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

    Obama’ya Göre Birliğin Durumu Nasılmış?

    Posted January 25th, 2012 at 12:11 am (UTC-5)
    Leave a comment

    Başkan Barack Obama 2012 Birliğin Durumu konuşmasına, artık Irak’ta savaşan Amerikan askeri kalmadığını ve Usame Bin Ladin’in yaşamadığını hatırlatarak başladı. Obama, Amerikalılara yeniden rahat bir nefes aldıracak bu hatırlatmalardan hemen sonra da ekonominin hal ve gidişatına ayırdı konuşmasının büyük bir bölümünü.

    İlk elde son 22 ayda 3 milyondan fazla iş sahası yaratıldığını, üretimde yeniden artışa geçildiğini söyleyen Obama, en büyük alkışı General Motors’un yeniden dünyanın bir numaralı otomobil üreticisi konumuna yükseldiğini söyleyince aldı. Bir de (Bu yerli otomobil sevdası liderler arasında bulaşıcı mıdır, nedir, bilinmez) Seul sokaklarında Amerikan otomobilleri görmek istediğini hatırlattı. (Bilenler bilir, Güney Kore ile serbest ticaret anlaşmasının Kongre’de onaylanması sırasında bu pazarın Amerikan otomobillerine açılması konusu görüşmeleri hayli zorlamıştı.)

    2012 Birliğin Durumu konuşmasında son mali krizde hasta düşen otomotiv sektörünün artık iyileştiğine dikkati çeken Obama bu tespitlerinden sonra gelecek için öngörülerini, Kongre’den istediklerini sıraladı.

    Elbette konuşmanın en can alıcı noktalarından birisi Obama’nın mevcut vergi düzeninden duyduğu rahatsızlıktı. Obama, zenginlerin orta sınıftan çok daha az oranda vergi vermesine pek akıl sır erdirememiş olsa gerek ki, milyarder patronu Warren Buffett’den daha fazla vergi veren sekreter Debbie Bosanek’i de Birliğin Durumu konuşmasına davet etmiş, hatta Michelle Obama’nın yanına oturtmuştu.

    Obama, “Eğer kazancınız 1 milyon Dolar’ın üzerinde ise ödediğiniz vergi oranı %30’un altında olmamalı. Eğer kazancınız, Amerikalılar’ın %98’i gibi yılda 250 bin Dolar’ın altında ise vergileriniz artmamalı. Zenginleri sübvanse etmekten artık vazgeçmeliyiz,” diyerek “Buffett kuralı” şeklinde politik çevrelerde kodlanan vergi reform anlayışını dile getirdi. (Hemen hatırlatalım, Warren Buffett kendi kendini gammazlamış ve Obama’ya sekreterinin vergi diliminin kendisininkinden yüksek olduğunu bizzat açıklayan isim olmuştu.)

    Obama vergilerle ilgili düşüncelerini açıklarken biraz da belki Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinde karşısına rakip olarak çıkabilecek Mitt Romney’i isim vermeden hedef almış gibi de oldu. Ne de olsa Mitt Romney Cumhuriyetçi aday adayları arasındaki siyasi kapışma yüzünden vergi beyannamelerini açıklamış ve ödediği vergilerin %15 civarında kaldığı resmen kamuoyunun bilgisine sunulmuştu.

    Son aylarda ağırlığını orta sınıftan yana koyduğunu birçok konuşmasında ve politik adımda sergileyen Obama yine aynı çizgide Kongre’ye seslenerek bordro vergilerinin yükseltilmesini en kısa zamanda ve uzun süreli olarak önlemeye çağırdı. (Bordro vergilerinin artmaması ortalama bir Amerikalı’nın cebine fazladan ayda 40 Dolar girmesi anlamına geliyor. Bu arada Cumhuriyetçilere göre de Obama’nın bu orta sınıfın savunmacısı olma hali seçime dönük bir yatırımdan başka bir şey değil.)

    Obama vergi ödememek için fabrikalarını, iş sahalarını başka ülkelere taşıyan şirketlerin de takipçisi olacağını, artık bundan sonra bu şirketlerin belirli bir vergiye tabi tutulacağını söyledi. Laf uluslar arası pazarlardan açılmışken de adil olmayan ticari yollara başvuran, telif haklarını ihlal eden ülkeleri takibe alan bir Ticaret Suçlarını Önleme Birimi oluşturacağını söyledi. (Çakma mal yapıp-satanlar düşünsün…) Obama bir de içerdeki mali suçluları takip etmek üzere yeni Mali Suçlar Birimi de oluşturulacağını söyledi konuşmasında. Gerçi büyük ihtimalle birçok Cumhuriyetçi Obama’nın yeni bürokratlar yaratma çabasına girdiğini düşünerek bu birimlerin kurulmasına destek vermeyecektir.

    Obama konuşmasında orta sınıftan yana bir iki açılımdan daha da bahsetti. Kongre’ye yakında yeni bir plan göndereceğini bu planın da mali disipline sahip Amerikalılara konut kredilerini yeniden yapılandırmada mali kolaylıklar getirme amacı taşıyacağını söyledi.

    Başkan daha önceki Birliğin Durumu konuşmalarında olduğu gibi eğitime yatırım yapılmasından, iyi öğretmenleri ödüllendiren, öğrencileri testlere hazırlamak yerine onları yaratıcılığa teşvik eden ve Amerika’yı geleceğe güvenli şekilde taşıyan bir eğitim sistemi öngördüğünü de anlattı.

    Elbette Kasım ayındaki seçim kampanyalarında hem Cumhuriyetçilere mühimmat sağlayacak hem de kendisine destek toplayabilecek enerji konusu da Obama’nın konuşma metnini süslüyordu. Yönetim olarak kamuya ait arazilerde 3 milyon evin ihtiyacını temiz enerjiden sağlayacak yeni bir proje başlattıklarını açıklayan Obama, bir anlamda Kongre’ye siz temiz enerji konusunda bana yardımcı olmazsanız, ben de kendi imkanlarımla başımın çaresine bakarım demiş oluyordu.

    Yine daha önceki konuşmasında ele aldığı alt yapı yatırımlarında istediği ilerlemeyi sağlayamadığını farkında olan Obama, bu konudaki bürokratik engelleri azaltacak bir kararname imzalayacağını da söyledi. Bir de kaynak konusunda formül verdi: Daha önce savaşa harcadığımız paranın yarısını borçlarımıza yatıralım, geriye kalanları da “ulusun imarı” için kullanalım.

    Obama dış politika konusunda malum konulara değindi (İran’ın nükleer programı, Arap baharı, Afganistan gibi) ama önemli bir açıklama yapmadı bunun yerine dosta-düşmana ufak bir hatırlatma da bulundu : “Amerika’nın çöküş dönemine girdiğini düşünenler, nüfuzunun azaldığını iddia edenler ne konuştuklarını bilmiyor.

    Başkan Obama’nın bu yılki konuşması daha önceki iki konuşmasına göre sanki eylemden çok söylem ağırlıklı gibiydi. Obama vurucu tespitlerde bulundu, vergi reformu isteğini net şekilde ifade etti. Ancak Washington’un iş yapmaktan çok seçimlere kilitlendiği bir dönemde bu sözlerin eyleme dönüşme ihtimali herkesin eleştirdiği zenginlerin vergi oranı kadar olsa gerek…

    Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

    Ekonomi “Birliğin Durumu”nda Belirleyici Faktör

    Posted January 24th, 2012 at 11:10 am (UTC-5)
    Leave a comment

    Başkan Barack Obama bu akşam üçüncü kez Kongre’nin karşısına geçerek ülkenin “hal ve gidişatı” hakkında bilgi verecek, son bir yılda yaptıklarını ve bundan sonra yapmak istediklerini anlatacak.

    Konuşması adet üzerine çok kez Demokratlar tarafından alkışlarla kesilecek, bu alkışlara ulusal meselelerde Cumhuriyetçiler de destek verecek.

    Amerikan medyasının iddialarına göre Başkan Obama’nın bu akşamki konuşması “popülist ekonomik politikalarına” destek bulma amacı taşıyor. (Seçimlere az bir zaman kala, taraflar sandık başında halkın önce cebini düşünerek oy vereceğini bildiğinden bu konuda çoktandır kılıçlar kınından çekilmiş durumda.)

    Photo: AP

    Obama bu akşamki konuşmasının “fragmanı” niteliğinde geçtiğimiz günlerde bir video yayınladı. Demokrat seçmenlere gönderilen bu kayıtta Başkan, orta sınıf için artık yol ayrımına gelindiğini, bundan sonra atılacak adımların bu sınıfın geleceği açısından belirleyeceği rol oynayacağını söylüyordu.

    Yol ayırımından kastı da şu: Ya daha az fırsat eşitliğinin olduğu bir ortam, ya da sadece zenginler için değil, her kesimin işine yarayan bir ekonomi yaratmak…

    Aslında Obama zaten, ibre seçimlerden yana döndüğünden beri orta sınıfı güçlendirmenin, orta sınıfın yararına politikalar izlemenin gerekliliğine işaret ediyordu. Bu yüzden de mesela Noel ve yılbaşı arifesinde Kongre’deki Cumhuriyetçilerle bordro vergilerinin yükseltilmemesi konusunda hodri meydan demekten kaçınmadı.

    Cumhuriyetçiler de elbette Amerika’nın bir fırsatlar ülkesi olarak kalmasını istiyor, ama onların kaygısı artan kamu borçlarının ülkenin geleceğini ipotek altına alabileceği ihtimali.

    Başkan geçen yılki konuşmasında çokuluslu petrol şirketlerine verilen teşviklerin kaldırılması, dev altyapı yatırımlarının başlatılması gibi hedefler belirlemişti. Bu konuda pek fazla yol alınmadı açıkçası. Ama Obama bu yıl da ekonomiyi canlandırmak, yeni iş sahaları yaratmak, Amerika’yı daha rekabetçi yapmak için eğitime yatırım yapmak gibi hedeflerden bahsedecek. Ayrıca kuvvetle muhtemeldir ki, yerli enerji kaynaklarının geliştirilmesine işaret edecek, mevcut vergi sisteminin zenginler lehine işlediğine dikkat çekecek.

    Obama biraz da geçen yılki karnesine bakıp Güney Kore, Panama ve Kolombiya ile serbest ticaret anlaşmalarının sonuçlandırılmasını ve işsizliğin %9’lardan %8,5’e indirilmiş olmasını “pekiyi” hanesine yazdıracak. Bir önceki yıl kabul edilen sağlık reformu, Wall Street’i daha fazla denetim altına alan yasaların kabulü de Obama’nın karnesinde değinmek isteyeceği konular olabilir. Ama bunların zaten Cumhuriyetçilerin büyük eleştirisine neden olması nedeniyle, bu konuda Obama’yla aynı düşünceleri paylaşmayanları ikna etmede yeterli olması pek mümkün de görünmüyor.

    Obama’nın konuşmasının hemen ardından demokrasi geleneği olarak karşı tarafa, Cumhuriyetçiler’e de söz hakkı tanınacak. Indiana Valisi Mitch Daniels da bu söz hakkını kullanarak muhtemelen ekonomik tablonun Obama’nın çizdiği gibi olmadığını, devlet harcamalarının bir an önce dizginlenmesi gerektiğini vurgulayacak.

    Obama, Kongre’ye sunduğu Birliğin Durumu konuşmasından sonra, ipuçlarını verdiği ekonomik politikaları izlemesine olanak tanıyacak bütçe planını, 13 Şubat günü, onaylanması için Kongre’ye yollayacak.

    Sonrasında da yine gelsin bütçe tartışmaları…

    Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

    ABD Vize Kolaylığıyla Yeni Turist Arayışında

    Posted January 20th, 2012 at 1:40 pm (UTC-5)
    Leave a comment

    Başkan Barack Obama 2010 yılı Ocak ayında yaptığı “Birliğin Durumu” konuşmasında iddialı bir hedef açıklamıştı. Gelecek beş yıl içinde ihracatı iki katına çıkarmaktı, bu hedef. O dönemden bu yana da bu hedef doğrultusunda çalışıyor, Obama yönetimi. Türkiye ile varılan çerçeve anlaşması, Güney Kore, Panama ve Kolombiya ile serbest ticaret anlaşmaları bu yolda atılan adımlardandı.

    Daha beş sene dolmadı o yüzden Obama hedefine vardı mı, varmadı mı, bir değerlendirme yapmak zor. Ama Obama bu arada hedefi doğrultusunda yeni bir alana odaklaştı: Amerika’yı bir turizm cenneti haline getirmek. Bu yüzden de 19 Ocak tarihinde yayınladığı kararname ile turizm endüstrisini canlandıracak kolaylıklara imza attı.

    Kolaylıklarla ilgili detaylara geçmeden önce kararın arkasındaki gerekçelere bir bakalım.
    Ticaret Bakanlığı’nın rakamlarına göre uluslararası turizm 2010 yılında Amerika’ya 134 milyar Dolar getirmiş. Yine resmi rakamlara göre her yabancı turist Amerika’da ortalama 4.000 Dolar harcamış. Her ek 65 yabancı turist de Amerika’da ek bir istihdam sahası açmış.

    Aslında Obama’nın dikkatini sadece bu istatistikler çekmemiş. Onu asıl ilgilendiren komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş hesabı gelişmekte olan ülkelerdeki turizmin canlılığı… (Hepinizin her bayramda-seyranda, gezip tozmalarınız not alınmış yani…En azından şahsım tarafından biraz da gıpta ile…) Mesela Çin ve Brezilya’da orta sınıfın güçlenmesiyle birlikte, 2016 yılına kadar yurtdışına seyahate gidecek olanların sayısında, sırasıyla, %135 ile %274 oranında artış bekliyor, Obama yönetimi. Hindistan’daki artış oranı beklentisi ise %50 civarında. Üstelik yeni zengin Çin ve Brezilyalılar Amerika’da kaldıkları süre içinde ortalama 5.000 ila 6.000 Dolar harcamışlar.

    İşte bu rakamlar Amerika’nın turizme yoğunlaşma heyecan ve isteğini kamçılayınca Başkan Obama’nın 19 Ocak tarihli kararnamesi çıktı ortaya.

    Kararname özetle turist vizesiyle ilgili işlemleri kolaylaştırmayı hedefliyor. Bu nedenle de İç Güvenlik Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’na özellikle de Çin ve Brezilya’dan gelen turistlerin vize almalarını kolaylaştırma görevi veriyor. Bu çerçevede turist vizesi başvurusu yapanların üç hafta içinde mülakata alınması da belirlenen hedefler arasında. Vizeden muaf tutulan 36 ülkelik listenin Tayvan’ın da eklenerek genişletilmesi ve Seyahat ve Turizm Danışma Kurulu’na atanan yeni 32 özel sektör yöneticisinin turizmi teşvik edecek politikalar geliştirmesi de kararnamede yer alan unsurlar.

    Bütün bu çabalar sonrasında Amerika kısa sürede ülkeye gelen turistlerin sayısını artırabileceği gibi diğer turizm ülkelerinin karşısına giderek güçlenen bir rakip olarak da çıkabilir.

    Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

    Kimmiş O Kalpsiz Akbaba Kapitalist!

    Posted January 13th, 2012 at 2:38 pm (UTC-5)
    Leave a comment

    Amerika, 2012 yılına Iowa ve New Hampshire’deki ön seçimlerle hızlı girdi. Cumhuriyetçiler kendi aralarında yarışıp, Obama’nın karşısına çıkaracakları en güçlü adayı bulmak için bu önseçimlerde esaslı bir mücadele veriyor. Bu mücadele doğal olarak Cumhuriyetçi adayların ekonomik politika hedefleri üzerinde yoğunlaşıyor. Ya da bazen kampanya sırasında ayaküstü verilen bir demeç manşetlere taşınıyor. Örneğin, Mitt Romney’nin, serbest piyasa ekonomisinin erdemlerine atfen ve de biraz da Obama’nın sağlık reformuna çalım atayım derken sarfettiği sözler başına bela oldu.

    Romney kaş yapayım derken göz çıkardığı açıklamasında, insanlar sağlık sigorta şirketlerinin verdiği hizmetten memnun değilse, bu şirketi kolayca değiştirme hakkına sahip olmalı noktasına vurgu yapmak isterken “Bana hizmet veren insanları kovabilmeliyim,” dedi.

    Der demez de kıyamet koptu. New Hampshire önseçiminden üçüncü çıkan John Huntsman, “Romney insanları işten atmayı seviyor, bense insanlara iş bulmayı,” diyerek ilk vurucu darbesini yaptı.

    Yıldızı son zamanlarda parlayan bir diğer aday Newt Gingrich, Romney’i, çalışanlarını umursamayan kötü kalpli bir kapitalist olmakla suçladı.

    Romney’nin, kurucuları arasında olduğu Bain Capital adlı yatırım ortaklığında zor duruma düşen şirketleri yok fiyatına alıp, çalışanları işten çıkarıp, bundan kazanç sağladığı da artık herkesin dilindeydi.
    Adaylıktan her an çekilmesi beklenen Rick Perry bir adım daha öne çıkıp, Romney’nin “vulture capitalist” yani tam bir “akbaba kapitalist” olduğunu iddia etti.

    Libertaryan görüşleriyle tanınan, devletin herşeyden elini-eteğini çekmesini isteyen Ron Paul ise tam tersi bir tavır sergiledi ve Romney’i savundu. Ron Paul, “Bazı Cumhuriyetçi adaylar, serbest piyasa ekonomisine olan inancımız etrafında birleşmek yerine medyanın ilgisini çekmek için Romney’nin açıklamasını çarpıtma yolunu seçti,” diyerek ters köşeden vurdu.

    Romney de Bain Capital Yatırım Ortaklığı’nda “akbabalık” yapmadıklarını aksine ekonomist Joseph Schumpeter’in “creative destruction-yaratıcı yıkıcılık” teorisini uyguladıklarını söyleyerek derdini anlatmaya çalıştı. Romney, bu iflasa sürüklenmiş şirketleri yıkmasak yeniden yapamayacaktık, kötü olanı atıp iyiyi getirmesek yeni iş sahaları açamayacaktık türünde bir savuma yaptı.

    Cumhuriyetçiler kendi aralarında kim “kalpsiz kapitalist”, kim işçi dostu belli olsun diye “meydan muharebesi” verirken Beyaz Saray ne yapıyor?

    Obama’nın eli-kolu bağlı mı?

    Sessiz kalıyor, savaşı uzaktan izliyor ve kendi işine bakıyor?

    Ne mi kendi işi? Devleti idari bakımdan küçültmek…

    Obama, bu küçültme operasyonu için de Cuma günü Kongre’den kendisine bakanlık ve federal daireleri yeniden yapılandırmasına izin verecek yetkiyi tanımasını istedi. Obama, “21. Yüzyılda yaşıyoruz ama Amerikan devleti hala bir önceki çağın isteklerine cevap verir şekilde çalışıyor. Dünya da, ekonomimiz de temelden değişti ama devlet daireleri değişmedi. Bugün Kongre’den, eski başkanlara yeniden yapılanma için verdiği izni bana da vermesini istiyorum,” dedi ve ekledi: “Bu yetki, her iş sahibinin şirketini değişen zaman ve koşullara uydurmak için ihtiyaç duyduğu yetkiyle aynıdır.”

    Peki ne yapacak bu yetkiyle Obama?

    Altı federal daire ile Ticaret Bakanlığı’nı tek bir çatı altında toplayacak. Bu daireler Küçük İşletmeler İdaresi, Amerika Ticaret Temsilciliği, EXIM Bank, Uluslararası Özel Yatırım Kurumu ve Amerika Ticaret ve Kalkınma Dairesi. Başkan bu daireleri bakanlıkla birleştirerek Amerikan ekonomisini hem içeride hem de dışarıda daha da rekabetçi hale getirmeyi umuyor. Bunu yaparken de 10 yıl içinde bini aşkın memurun işine son vererek 3 milyar Dolar tasarruf sağlamayı umuyor.

    Bu durumda ilginç de bir tablo ortaya çıkıyor.

    Mitt Romney, iflasa sürüklenmiş şirketleri yeniden yapılandırırken insanları işten kovduğu gerekçesiyle rakiplerinden darbe üstüne darbe yiyor. Obama ise herkesin çok hantallaştığı konusunda görüş birliğinde olduğu idari yapıyı aynı sürece tabi tutarak, hem ekonomiye hız kazandırmayı, hem de kendi başarı hanesine bir iki puan eklemeyi umuyor.

    Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

    Küresel Gayrimenkul Yatırımcılarının 2012 Hedefinde Türkiye Var

    Posted January 6th, 2012 at 3:10 pm (UTC-5)
    Leave a comment

    “Paran mı var, derdin var” derler ya, işte son zamanlarda yatırımcıların ruh halini en iyi yansıtan herhalde bu söz olsa gerek. Güvendikleri “Euro bölgesine” karlar yağınca, altının güvencesi altına girmeye çalışanlar, 2008 sonrasında burun kıvırdıkları Amerikan ekonomisine denize düşmüşcesine sarılıp tekrar dümeni Dolar’a kıranlar, diyar diyar gezip arsa ve ev alanlar yatırımcıların 2011’deki güvenli liman arayışlarından sadece birkaç örnek.

    Association of Foreign Investors in Real Estate (AFIRE) ya da Yabancı Gayrimenkul Yatırımcılar Birliği diye Türkçe’ye çevirebileceğimiz bir kuruluş da merak etmiş parası olan yatırımcıların hangi diyarları tercih ettiğine, edeceğine.

    Merkezi Washington’da bulunan birlik, merakını gidermek için de 21 ülkede faaliyet gösteren 200 gayrimenkul yatırım kuruluşundan oluşan üyeleri arasında bir araştırma yapmış.

    Araştırmaya katılanların %60’ının ilk tercihi Amerika olmuş. Çünkü bu yatırımcılara göre, Amerika hala gayrimenkul yatırımları açısından en güvenilir ve istikrarlı ülke. O yüzden de 2012’de yatırımlarını Amerika’ya yapma niyetinde olduklarını açıklamışlar. Aslında durum Amerika açısından iyi gibi görünse de bir önceki yıl bu görüşte olanların %72 olduğu da dikkatlerden kaçmıyor. Yani katılımcıların bir kısmı son bir yıl içinde Amerika hakkındaki fikirlerini değiştirmişler. Değiştirince de Brezilya biraz öne çıkmış.

    Bu yılki listede Brezilya Amerika’nın arkasından 2012’de en iyi yatırım yapılacak ülke olarak ikinci sırada yer alıyor. (Üstelik birinci basamakla ikinci basamak arasındaki oran da azalmış.)

    Türkiye de bu yatırımcıların gözünden kaçmamış anlaşılan. 2012’nin en iyi yükselen pazarları arasında Türkiye, üçüncü sıraya yükselmiş bu yıl. Geçen yılki sıralamada Türkiye yedinci basamakta görünüyor. Bu sıralamada Türkiye’nin önünde Brezilya ve Çin, arkasında Hindistan ve Vietnam var.

    AFIRE üyeleri bu yıl ilk kez Kolombiya, Macaristan ve Katar’ı da en iyi yatırım potansiyeli sunan ülkeler sıralamasına almışlar.

    AFIRE araştırmasına katılanları 2012’de gayrimenkul yatırımları için tercih ettikleri ilk beş küresel şehir sıralamasında İstanbul yok ama Brezilya’nın Sao Paulo kenti 26’ncı sıradan kopup dördüncü sıraya yerleşmiş. Bu listede, birinci sırada New York, ikinci sırada Londra, üçüncü sırada Washington, beşinci sırada ise San Francisco var.

    Zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış, ben bu hale düşmemek için yazıyı noktalıyorum, uluslararası alanda gayrimenkul yatırımlarına ilgi duyanlara da AFIRE’ın linkini veriyorum.

    Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

    2011’de Ne Oldu! (2. Bölüm)

    Posted December 31st, 2011 at 10:51 am (UTC-5)
    Leave a comment

    Bir önceki yazıda, adet bu ya, bir yılın özetini yapmaya çalışmış, yazı uzun gelince ikinci altı ayı bir sonraki yazıya bırakmıştım. Şimdi sözümü yerine getiriyor, bıraktığım yerden devam ediyorum.

    Yılın ikinci yarısı, artan hava sıcaklıklarına rağmen Avrupa’da belirli bir ferahlığı da beraberinde getirdi.
    Yunan hükümetinin Haziran ayında açıkladığı 40 milyar dolarlık yeni paketi Temmuz’da parlamentodan geçince, Atina hükümeti, dört gözle beklediği 12 milyar Euro’luk yardım dilimi için onay aldı.

    Bu arada Yunanistan için 109 milyar Euro’luk ikinci bir yardım dilimi için de onay çıktı.
    Ama aynı dönemde borç krizinin İspanya ve İtalya’ya da yayılabileceği kaygısı ferahlama duygusunun çok uzun soluklu olamayabileceğinin işareti sayıldı.

    Photo: AP

    Temmuz ayının sıcak günleri Washington’un ateşli borç limitini yükseltme tartışmalarını hararet kattı. Haftalardır çözüm arayışında olan Demokratlar ve Cumhuriyetçiler bir türlü orta yolu bulamıyordu. Başkan Obama ise Amerika’nın borçlanma sınırını yükseltmeyerek yükümlülüklerini yerine getirmesinin sorumsuzluk olacağını anlatma telaşındaydı.

    Temmuz ayının son dakikalarında Kongre liderleri nihayet uzlaşma formülü üzerinde anlaştı. Uzlaşma formülü borçlanma tavanını 2,1 trilyon Dolar yükseltirken, federal bütçe açıklarının gelecek 10 yıl içinde 2,5 trilyon Dolar azaltılmasını öngörüyordu. Kesintilerin nerelerden yapılacağını belirleme işi ise 6 Cumhuriyetçi ile 6 Demokrat senatörden oluşan Süper Komite’ye bırakıldı.

    Ağustos ayında, Standard & Poor’s derecelendirme kuruluşu, borçlanma tavanının yükseltilmesi sırasında politikacıların devlet harcamalarını kısma konusunda yetersiz kaldığını ve siyasi sürecin tıkandığını söyleyerek Amerika’nın notunu kırdı. Karar tüm dünyada yankı bulurken, derecelendirme kuruluşu durum düzelmezse AA+’ya düşürdüğü notu bir kez daha indirebileceğini açıkladı.

    Amerika Merkez Bankası (FED) de Ağustos ayında yaptığı açıklamada ülke ekonomisi için karamsar bir tablo çizdi. Ekonominin hala zayıf olduğunu söyleyen banka yetkilileri, bu yüzden 2013 ortalarına kadar faiz oranlarını düşük tutulacağını açıkladılar. Böylelikle banka, faizleri daha ne kadar düşük tutacağını ilk kez tarih vererek açıklamış oldu.

    Ağustos ayında Avrupa ise sıkıntılı günler yaşamaya devam etti. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Euro krizinin yayılmayı sürdürdüğünü açıkladı. İspanya ve İtalya rekor düzeyde yüksek faiz oranlarıyla borç alabilirken, Almanya, rekor düzeyde düşük faizle para topladı.

    Avrupa Merkez Bankası, İtalya ve İspanya’nın borçlanma maliyetini aşağı çekmek ve krizin daha da yayılmasını önlemek için iki ülkenin tahvillerini satın alacağını açıkladı.

    Bu arada altın Ağustos ayında altın günlerini yaşadı ve rekor fiyatlardan işlem gördü. 23 Ağustos günü altını fiyatı ons başına 1911 Dolar 46 sentle zirve yaptı.

    Amerika, 11 Eylül saldırılarının 10. Yıldönümünde kurbanları bir kez daha anarken, IMF’nin çiçeği burnunda yeni başkanı Christine Lagarde, dünya ekonomisinin yeni bir tehlikeli döneme girdiği uyarısında bulundu. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun sonbahar toplantıları sırasında konuşan Lagarde, yavaşlayan küresel ekonomiyi canlandırmak ve Avrupa’nın borç krizini çözmek için ortak hareket edilmesini de istedi.

    17 Eylül’de ilk işgalciler, eylemlerini Wall Street’te başlattı. İşgal hareketi daha sonra başkent Washington olmak üzere birçok kente yayılacaktı.

    Bu arada İtalya da, 50 milyar Euro’luk acil önlem paketini kabul etse de Standard& Poors’un hışmından kurtulamadı ve notu A+’dan A’ya düşürüldü.

    AP

    Ekim ayı boyunca Avrupalı liderler borç krizine çözüm arayışlarını sürdürdüler. Amerika’dan gelen Apple şirketinin kurucusu Steve Jobs’un öldüğü haberi ise bir anda tüm dünyada yankılanacaktı.

    Kasım ayında Avrupa’daki ekonomik kriz Yunanistan’dan gelen yeni bir haberle tekrar doruk noktasına çıktı. Başbakan Yorgo Papandreu, AB kurtarma paketinin Ocak ayında referanduma sunulacağını açıkladı. Aynı ay, Avrupalı liderlerin referandum yapılması halinde, yardım paketinin iptal edileceğini duyurması üzerine, Yunanistan Başbakanı istifa etti. Uzun süren pazarlıklar sonrasında teknokrat Lukas Papadimos liderliğinde yeni hükümet kuruldu.

    İtalya’da da ekonomik kriz siyasette ağır taşları yerinden oynattı. İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano parlamentoda yapılan bütçe oylamasının ardından Başbakan Silvio Berlusconi’nin istifa edeceğini açıkladı. Berlusconi, parlamentodaki bütçe oylamasını kazansa da milletvekillerinin çoğunluğunun desteğini kaybetti. Berlusconi, bu gelişme sonrasında istifasını açıkladı, İtalya’da da Yunanistan’da olduğu gibi bir teknokrat Mario
    Monti işbaşına geçti.

    Amerika’da ise Süper Komite Şükran Günü öncesine kadar gelecek 10 yılda hangi devlet harcamalarından kesinti yapılacağını belirlemek için hummalı çalışmalarını sürdürdü. Ancak bu konuda sonuca ulaşılamadı.
    Amerika, Aralık ayına, son iki yılın en düşük işsizlik rakamlarıyla girerken uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s Euro Bölgesi’nin 17 üyesinden 15’ini, kredi notunu düşürmekle tehdit etti. Kredi notunun düşürülmesi muhtemel ülkeler arasında Avrupa Birliği’nin en büyük ekonomileri Almanya ve Fransa da yer alıyordu.

    Aralık ayı aynı zamanda AB’yi önemli bir dönüm noktasına getirdi. AB 9 Aralık Cuma günü Almanya ile Fransa tarafından gündeme getirilen planı kabul etti. İngiltere hariç, 26 AB ülkesinin kabul ettiği anlaşma ile üyeler gelecek dönemde bütçe konusunda birliğin sıkı kurallarına boyun eğmeyi kabul ettiler.

    Özetle 2011 ekonomik açıdan çalkantılı bir yıl oldu, 2012’nin de en az bu kadar çalkantılı geçmesi muhtemel…

    Yine de hoş geldin 2012!

    Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

    Melek Çağlar

    Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı.

    Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor.

    İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

    YENİ EKONOMİ HAKKINDA

    Washington'da alınan siyasi kararları, New York'ta piyasalara yön veren hareketleri ve 50 eyalette sıradan insanların yaşadığı ekonomik gerçekleri ‘Yeni Ekonomi’ farklı bir bakış açısıyla okuyucularına sunuyor.

    Yeni girişim ve girişimciler, hız kazanan trend'ler, uzman değerlendirmeleri, araştırmalar, sayısal veriler, kısacası Amerikan ekonomisinin performansına dair tüm sağlıklı bilgiler ‘Yeni Ekonomi’de.

    ‘Yeni Ekonomi’, ilgi duyanların takip etmekten sıkılmayacağı yeni ekonomik normların ‘yol haritasını’ çıkarıyor.

    Yahoo! Ekonomi

    Archives