Cümleten Geçmiş Olsun…

Posted May 19th, 2011 at 12:37 pm (UTC-5)
17 comments

Amerikalı amatör bir dinbilimcinin (din insanı değil)   “Kıyamet Günü”  kehaneti boş çıktı.  Gerçi  89 yaşındaki Harold Camping ve birkaç yüz  müridinin dışında herkes bunun böyle olacağını biliyordu ama biz  gazetecilik görevimizi yapıp “her türlü ihtimale karşı” siz sayın okuyucularımızı uyarmayı kendimize vazife bildik. Özellikle uyarının kaynağı haber merkezimizin bulunduğu Amerika olduğu için.
Bazılarınız  “Amerikalılar bu kadar aptal mı?” diye merak ediyordur muhakkak. Fakat  300 milyonluk  bir ülkede 300  ya da 3,000 kişinin bu tür saçmalıklara inanması gayet normal.  Bu oranın bin misli fazla olduğu çok daha küçük ülkeler yok mu?
İşin komik tarafı 89 yaşındaki eski  mühendis 1994 yılında da Kıyamet Günü uyarısında bulunmuş.  Bu tür insanları yakından tanıyan bir  uzman Kıyamet kehanetçilerini alkoliklere benzetiyor “başlayınca durmak çok zor” diyor.
Camping, Kıyamet’in 21 Mayıs’ın hangi saatinde başlayacağını tam olarak  belirtmedi. Şu sıralar Washington’da akşam yaklaşıyor. Camping’in radyosunun bulunduğu Oakland (Californiya)  ise üç saat geride.
Son haberlere göre, Oakland’da,  çoluğuyla çocuğuyla  birkaç yüz kişi  hâlâ Kıyamet’in kopacağı anı bekliyormuş ve yerel saatle gece yarısına kadar bekleyeceklermiş. Yani Türkiye saatiyle  22 Mayıs Pazar günü sabah saat 10:00’a kadar.
Uyarmadık demeyin.

İlk yazı:

Arapça “Diriliş” ve “Hüküm Günü” anlamına gelen Kıyamet’e, dünyanın bir gün sona ereceğine, ışıkların söneceğine, yeryüzüyle gökyüzünün birleşeceğine ve şimdiye kadar yaşamış tüm insanlardan hesap sorulacağına inanmak İslamiyet’e özgü değil. Başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere başka dinlerde de “Kıyamet Günü” inancı var. Özellikle Yahudilerin kıyametle ilgili inançları Müslümanlarınkine çok benziyor. Kıyamet Günü’nün tarihi verilmese de büyük ve küçük işaretleri uzun uzun anlatılıyor. İnsanların itaatsiz, nankör, günahkâr ve acımasız hale gelmesi, anne-babaya saygı gösterilmemesi, Dünya’yı 40 gün boyunca duman kaplaması, Güneş’in batıdan doğması, deprem gibi korkunç doğal afetler, meleklerin borazan çalması ve ölülerin yeniden canlanması gibi.

Ortadoğu merkezli üç dinden daha eski inançlarda da diğer kıyamet senaryolarına rastlamak mümkün.
Kıyamet, özetle iyi ve kötülerin hesaplaşacağı son gün.
Temsili resim:

Semavi dinlerin hiç birinde kıyametin ne zaman kopacağı ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, tarih, dini kitaplardaki “küçük” ve “büyük” işaretlerden yola çıkarak Kıyamet Günü’nün kesin takvimini bildiğini iddia eden kişilerle dolu.
Amerika’daki Hrıstiyanlar arasında Kıyamet’e yani Armageddon’a en çok inananlar Evanjelist diye bilinen Protestan köktendinciler. Aralarında eski Başkan Bush’un da bulunduğu bu mezhep üyeleri kıyametin fazla uzak olmayan bir gelecekte, Ortadoğu’da kopacağına ve İsa peygamberin geri döneceğine yani yeryüzüne ineceğine inanıyor. Amerika’nın Irak’a saldırısının Evanjelistlerin kıyamete giden süreci hızlandırma girişimi olarak niteleyenler bile var.
Daha eskilere gittiğimizde, 1000 yılında kıyamet kopacağı söylentilerinin Avrupa’yı onlarca yıl etkilediğini “Milenyum Paniği”nin toplumsal karışıklıklara yol açtığını görüyoruz. Dünya, daha sonra, 1287’den 1910 yılına kadar birçok kez Kıyamet Günü korkusu yaşadı. 20. Yüzyılın başındaki korkunun kaynağı Halley kuyruklu yıldızının geçişi sırasında kuyruğundaki gazların Dünya’yı zehirlemesi ihtimaliydi. Kıyamet beklentisi yabancı gazeteler aracılığıyla Türkiye’ye de yansımış ve 1912’de, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” adlı romanına konu olmuştu.
Amerika’da son 15-20 yıl içinde birçok Evanjelist lider Kıyamet tarihi verdi ama hepsi bildiğiniz gibi boş çıktı. Bu din adamlarının başında inançlarını televizyondan yaymaya çalıştıkları için tele-vanjelist olarak bilinen vaizcilerden Pat Robertson geliyor.

Son günlerde ise başka bir vaizci tüm dikkatleri üzerine çekti. Nedeni ise kendi radyosundan yayın yapan 89 yaşındaki Harold Camping’in bugün (21 Mayıs)kıyamet kopacağını iddia etmesi (http://www.familyradio.com.)

Resmi din eğitimi görmemesine rağmen İncil’i çok iyi bildiğini savunan Camping’in herhangi bir mezhep ve tarikatla bağlantısı yok. Sadece Amerika’da ve başka ülkelerde takipçileri var. Yaşlı vaizci ve kendisine inananlar birçok yerde mizah hatta alay konusu olsa da radyoları sürekli olarak Kıyamet uyarısına devam ediyor. Uyarıya göre Kıyamet bugün büyük bir depremle başlayacak.

Büyük kentlerde tur atarak Camping’in mesajını duyurmaya çalışan reklam araçları. Üstlerinde  “Kıyamet Günü 21 Mayıs, 2011 yazılı. Kenarları tırtıllı sarı daire içinde ise  “İncil’den Garantili” diyor.

Aynı uyarı. Soldaki tabelada İspanyolcası.

 

Soldaki tabelanın en üstünde (İsa Peygamber için) Tekrar Geliyor yazılı.

1994 yılında da Kıyamet uyarısında bulunan radyo vaizcisi, Amerika’nın Sesi Radyosu’na verdiği demeçte, depremin İncil’in yazdığı gibi Dünya’nın şimdiye kadar gördüğü depremlerin en şiddetlisi ve korkuncu olacağını söyledi. Camping, eski tahmininin doğru çıkmadığı hatırlatıldığında hatasını kabul ediyor ama ısrarla bu sefer doğru olduğunu savunuyor.
“Bu sefer hiç şüphem yok! Hiç ama hiç”” diyen vaizci çok korktuğunu, korku seviyesinin ölçülemeyecek kadar yüksek olduğunu söylüyor. Devamla “Tanrı’nın bize verdiği görevi yaparak insanları uyardık!” diyor. Yaşlı vaizciye inananlar haftalardır konvoylarla Amerika’yı dolaşıp halkı uyarıyor, büyük karayollarına posterler asıyor.

Solda Camping’e inananlar. Kıyamet Fan Klübü.
2006 yılında Pew şirketi tarafından yapılan bir araştırma, Amerikalıların yüzde 20’sinin Kıyamet Günü’nü ve İsa Peygamberin geri geleceğini göreceklerine inandığını gösteriyordu. (Araştırma: http://pewforum.org/Christians-Views-on-the-Return-of-Christ.aspx ) Bu kişiler arasında, günlüğüne Kıyamet Günü’nün yakın olduğunu yazan eski Başkan Ronald Reagan da bulunuyor. Reagan ve Bush gibi 16 yıl süreyle dünyanın en güçlü ülkesini yöneten iki liderin Kıyamet Günü’nü göreceklerine inanması dehşet verici bir duygu.
Eskiden mühendis olan Harold Camping, 21 Mayıs tarihini kafasından uydurmadığını, İncil’deki rakamlardan çıkardığını söylüyor.
Pentecostal mezhebinden Vinson Synan adlı bir rahip Camping’i eleştiriyor ve “İncil’e göre sonun ne zaman geleceğini (İsa peygamberi kastederek) Tanrı’nın (The Lord’s)  oğlu bile bilmiyor” diyor. Virginia Beach Regent Üniversitesi’nde ilahiyat dersleri veren Vinson Synan, İncil’de Kıyamet Günü için tarih verilmediğini, dolayısıyla Camping gibi kişilerin halkın dini inançlarını istismar edebildiklerini söylüyor.
Önümüzdeki saatlerde Kıyamet kopmaz ise, kehanet doğru çıkmaz ise ne olacak?
New Orleans’daki Loyola Üniversitesi’nden din Profesörü Catherine Wessinger “Tanrı bize bir şans daha verdi diyecekler tabii” diyor. Kıyamet kehanetçileriyle ilgili çalışmalar yapmış olan Profesör Wessinger, Camping gibi kişilerin Kıyamet Günü için genellikle başka ve daha uzak bir tarih verdiklerini ama kendilerine inananların çoğunun inanç ve umudunu yitirip işlerinin başına döndüklerini vurguluyor.

Mehmet İlhan K.

Turistik Bar Harbor (II)

Posted May 17th, 2011 at 4:22 pm (UTC-5)
Leave a comment

Bar Harbor.
Maine, ABD’nin kuzeydoğusunda Kanada’ya komşu bir eyalet. Bar Harbor Maine’in en şirin kentlerinden biri. Aynı zamanda sanatçılarıyla tanınmış bir  sayfiye yeri.  Kışın ortalama 5 bin kişinin yaşadığı kent yaz aylarında turist akınına uğruyor. Buna rağmen küçük kent havasını kaybetmemiş. Hâlâ sade ve güzel.
Eskici. İkinci el  eşyalar.

 

Acaba Karadeniz kentlerinde sık sık rastladığımız sütunlar buradan mı ihraç ediliyor?

 

Parktaki bir elektrik direğinde piriz. Bilgisayar kullanıcıları için.

 

Eski bir okul otobüsü.

 

Kiracılar..

 

Ber Harbor iskelesi.

 

Tekne rampası

 

Tur yelkenlisi.

 

Kent çevresinde yürüyüş yolu.

 

Yürüyüş yolunda “aile portresi.”  Ben onların resmini çekerken, arkasında durduğum  fotoğrafçı   “Neden gülüyorsunuz?” diye soruyor.

 

Bir adam kayalıklarda taşları sütun gibi  dikine yerleştiriyor.   Yapışkan, kum, yosun hiçbir şey kullanmadan.

 

Neden diye soruyorum. “Hayat denge” diyor.

 

Gel git kabarmaya başladığında taşlar da tek tek devrilmeye başlıyor.

 

Günün son dakikaları.. Gezi yelkenlisi kısa bir tur için açılıyor.

 

Biz otele dönerken yelkenli de iskeleye dönüyor

 

 

 

Bar Harbor  bilgi:   http://www.barharborinfo.com/

Turistik Bar Harbour (I)

Posted May 7th, 2011 at 4:39 pm (UTC-5)
Leave a comment

(Çok zaman önce..)
Maine, ABD’nin kuzeydoğusunda Kanada’ya komşu bir eyalet. Bar Harbor Maine’in en şirin kentlerinden biri. Aynı zamanda sanatçılarıyla tanınmış bir  sayfiye yeri.  Kışın ortalama 5 bin kişinin yaşadığı kent yaz aylarında turist akınına uğruyor. Buna rağmen hâlâ sade ve güzel.
Yakınında bulunan Acadia Ulusal Parkı ve Kadillak Dağı Amerika’nın en çarpıcı yerlerinden.

 

Rıhtım.  Sağda duvara asılı renkli  şamandralar istakozcuların.  Üçer beşer denize attıkları kafeslerini bulmak için. Herkesinki farklı.

 

Deniz kayakları

 

Gelgitin kabarma ve alçalma farkı  3 metreden fazla.

 

Dolayısıyla iskelelerde suyla direk teması olan her şeyin  menteşeli olması gerekiyor

 

Akşam vakti çarşı.  Çatıdaki ışıklı hayvan  “moose.”  Kuzey Amerika’ya özgü dev geyik.

 

Çeşmeli meydan ve turistler

 

Lokanta ve tütüncü

 

Falcı

 

Sanat galerisinde hediyelik tablo ve  tarihi fotoğraflar

 

Bıçakçı

 

Bıçakları. Kaşık ve çatal da var.

 

Amerikan yerlileri (Kızılderili)  tarafından yapılmış takılar

 

Dondurmacı

 

Ve turist köpekler için  butik.  Yağmurluk $30.00.  Bu dükkanda köpek ve kedilere  GDO’suz mama da satılıyor.

Bir dahaki sefere Bar Harbour, gündüz.  Zengin evleri, taşlarla denge,  yelkenli tekneler ve balina turu.

Mehmet İlhan K.

“Leylek” Sözcüğüne de İnternet Yasağı!

Posted April 29th, 2011 at 3:17 pm (UTC-5)
9 comments

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı İnternet servis sağlayıcılara ve hosting firmalarına bazı kelimelerin yasaklandığını haber verdi.
Bildirime göre, bu sözcükleri içeren alan adı tahsis edilemeyecek, kullanılamayacak, mevcut olanlara erişim de kapatılacak. Yasaklanan kelimeler arasında Türkçe sözcüklerin İngilizce yazılış şekilleri de var. Örneğin  “kic” da yasak.

Yasaklı sözcüklerden bazıları;
Amet, animal, hayvan, baldır, baldiz (baldan tatlı diye mi?), beat, buyutucu, büyütücü, ciplak, citir, escort, etek, fire, gay (İngilizce eşcinsel) gey, girl, (İngilizce kız), got ( Türkçesi malûm, İngilizcesi to get – almak fiilinin geçmiş zamanı ), hatun, Haydar, hikaye, itiraf,  liseli, (kolejli serbest) memiş, nefes, pic (piç), sarisin, (esmer ok) seks, sex, sicak, sisman, pişman, teen (İngilizce reşit olmayan kız), unyelu, yasak, yerli malı.
Özetle, İnternet’te kadın, çıplaklık, (nude, nudity, nudism, nudist, nudist spy, nudist voyeur) ve cinsiyetle ilgili her şey yasak.
Nüfusun yarısı erkek, yarısı kadın değilmiş gibi.
Sanki biz Türkler yoktan var olduk.
Bizleri leylek getirdi.  Devlet içindeki derin aseksüel unsurlar belki  “leylek” sözcüğünü de yasaklarlar çağrışım yapmasın diye..
İletişim Başkanlığı, söz konusu kelimeleri barındıran içeriklerin çıkarılmasını ve ilgili alan adlarının hizmetine son verilmesini istiyor. Özetle daire, üstündeki yetkililer ve dolayısıyla hükümet, hoşlanmadığı, inançlarına aykırı bulduğu konu, tercih ve yaşam tarzlarıyla ilgilenmemizi istemiyor. İstememekle kalmıyor, yasaklıyor ve yasağa uymayanlara cezai yaptırımlar getiriyor.
Devletin gözünde erkek internet kullanıcısı:
(Temsili resim)

Dünya’da İnternet’in en özgür olduğu ülkeler en ahlâksız ülkeler mi?
Araştırmalar bu sorunun cevabının evet olmadığını, hatta  İnternet ve iletişim yasağıyla yolsuzluk oranı arasında doğrudan ilişki olduğunu  gösteriyor.
Başka bir deyişle ifade özgürlüğüne uygulanan kısıtlamalarla yolsuzluk kol kola gidiyor.

Gördüğünüz gibi Türkiye  yarı özgür ülkeler arasında. Komşularımız da  Tunus, Güney Afrika, Mısır ve Malezya gibi anti-demokratik ülkeler.

Amerika’nın Sesi Radyosu, bazı web sitelerine erişim engellendiği için proxy kullanıyor. Yani siteye, başka adla ve başka bağlantıdan girilmesini sağlıyor.Örneğin Özbekistan’da Özbek servisinin sitesine girmek yasak. Adrese  “http://www.voanews.com/uzbek/news/” yazdığınızda boş bir ekran ve uyarı çıkıyormuş. Bosh sahifa….
Ancak  adrese “ eshik.org”  (bildiğimiz eşik) ya da  “yangilik.com” (yenilik) yazdığınızda  karşınıza Özbek servisinin sayfası çıkıyor.

 

 

Bu bölüme istediğiniz web sitesinin adresini yazabilir ve İnternet polisinden korkmadan  web kainatını dolaşabilirsiniz.

Özbek hükümeti “eshik.org”u kapatırsa, bu işi yapan Kanada şirketi hemen “beshik.org” diye başka bir site açıyor. Beşiki kapatırsa “kesish.org.”
Aynı şekilde  yangılık.com’u kullanmak da mümkün.

 

 

Sansürü delmek için çeşitli bağımsız kuruluşlar tarafından milyonlarca dolar harcanarak hazırlanmış başka programlar da var.
Bilgi için:

//blogs.voanews.com/turkish/milhan/2011/03/11/sansur/

Cehennem’de vantilatör var mı?

Posted April 26th, 2011 at 8:04 pm (UTC-5)
7 comments

Bir süre önce Wall Street Journal (WSJ) gazetesinde bir ilan gördüm.  Gazetenin yiyecek/içecek bölümünde küçük bir ilan. Okuyucularını “Şarap Keşif Kulübü”ne üye olmaya davet ediyordu. Merak edip web sitesine girdim:  http://bit.ly/fZr8s2


Baktım üyelik hediyesi olarak $ 69.00’a bir kasa çoğu yabancı şarap da gönderiyorlar.  İçlerinde kaliteli Amerikan  şaraplarının da bulunduğu 12 şişe şarap. İsteğinize bağlı olarak kırmızı, beyaz ya da karışık. Şişe başına 5 dolara Fransız Bordeaux şarap kelepir. Hemen üye oldum.
Çevrede hafta sonları sık sık şarap seminerleri yapılıyor. Süresi üç-dört saatle birkaç gün arasında değişen seminer-sohbet karışımı kurslarda, şarap dünyası, kültürü, çeşitleri, hangisinin hangi yemekle içileceği falan öğretiliyor meraklılara. Şarabı sevmekle birlikte, şarap kültürüyle büyümediğim ve yemeklerinde şarap içen bir aileden gelmediğim için bilgim ve deneyimim aldığım zevkle sınırlı. Seversem iyi şarap, sevmezsem kötü şarap.
Gençliğimizde, öğrencilik yıllarımızda rakıya, votkaya, kanyak’a ucuz bir alternatif idi. Alışkanlıklar değişmiyor.  Zaten az önce sözünü ettiğim kursların yararından şüpheliyim. Tad, deneyimle kazanılan bir duygu. Nitekim püfür püfür sigara içtiğim yıllarda iki değişik marka arasındaki nikotin ve katran farkını on binlerce sigara tükettikten sonra ayırt edebilmeye başlamıştım. Bence şarap da öyle. Önemli olan pratik. Doldur kadehi.
Gel zaman git zaman şarapları unuttum. Ancak aradan uzun bir süre geçip de üyelik aidatını kredi kartımın aylık hesap özetinde görünce şaraplar aklıma geldi.  Wall Street Journal sadece Amerika’nın değil tüm dünyanın en itibarlı, güvenli ve nüfuzlu gazetelerinden biri. Aldatacak değiller ya. Aradım. Telefona çıkan hanım bilgisayar kayıtlarını inceledikten sonra gönderdik dedi.  Almadım dedim. Birkaç saniye sonra “göndermişiz ama şişelerden biri kargoda kırılınca geri göndermişler, sonra da öyle kalmış.” Gitti bizim şaraplar.
Hanıma vazgeçtiğimi, beni üyelikten çıkarmasını söyledim. Bir daha gönderecekler, bir daha kırılacak falan bu işin sonu yok. Tabii deyip 69 doları kredi kartıma geri yazdı. Çok çok da özür diledi.
Aradan bir hafta geçti ya da geçmedi. Akşam eve gittiğimizde kapının önünde büyükçe bir kutu duruyor.

İçeri taşıyıp açtım. İçinden tam 12 şişe şarap çıktı. Bir de özür mektubu. Paramı iade ettikleri yetmiyormuş gibi bir kasa da hediye şarap göndermişler.

Dinî bir internet sitesinde “Cennette, bal denizi, şarap denizi, süt denizi ve su denizi bulunmaktadır. Diğer nehirler bunlardan çıkacaktır. (Tirmizi, Büyük Hadis Külliyatı-5, s.409/10097 ) diye yazılıyor.
Amerika Cennet mi?

İki yıl önce aldığım iki gömleğin düğmeleri düşmek üzereydi. Yani ipi gevşemiş. Düğmeleri geri dikmeye üşendim ama resimlerini çekip şirkete göndermeye üşenmedim.

İki gün sonra aradılar. “Kanıt göndermenize gerek yoktu, hesabınıza baktık, sipariş listenizden gömlekleri bulup yenilerini gönderdik” dediler.
Cennette gömlek giyiliyor mu bilmiyorum, giyiliyorsa ihaleyi bu Orvis’e vermeli: http://www.orvis.com/
Hrıstiyan diye sorun çıkarsa muhakkak böylesine büyük bir pazarı kaybetmemek için Müslüman olup adını El Morviz’e çevirir.

Küçük teknemin Bora marka vantilatörü bozuldu. İki yıllık falan olmalı.

Lombozlar gerçi yetiyor ama rüzgârsız havalarda vantilatör çok iyi oluyor.  Türk arkadaşlarım geldiğinde onlar beni uyarmadan kapatıyorum tabii. Cereyan yapar diye. Allah göstermesin hasta falan olurlar da benden bilirler. Ne kadar Amerika’da cereyan yok desem kimse inanmıyor. (Onlara inat teknenin adı CERYAN) Neyse en sonunda üç kademeli Bora vantilatörü çalışmaz oldu. Bence nazar değdi. Şirkete yazdım. Tabii Amerika’da cereyanla birlikte nazar da olmadığı için yalan söyledim  “düğmesi bozuldu” dedim.  Hemen cevap geldi.

Model (Bora) ve seri numarasını istemişlerdi. Yeni düğmeyi belki acıyıp bedava gönderirler diye bir de mani yazmıştım.

“Emekli olacağım, rota ya Samoa ya Bora Bora
Ama gidemeyeceğim göze geldi benim Bora..”  diye.

Müşteri Hizmetlerinden Bayan S., vantilatörün hala garantisi olduğunu ve yenisini göndereceğini ama stokta bulunmadığı için 20 Nisan’dan önce kargoya veremeyeceğini  söyledi. İnanamadım. Düğme değil tüm vantilatör. Yepisyeni.
Ayıptır söylemesi ama beyaz vantilatör kabine hiç gitmiyordu. Yüzümü kızartıp (esasında yüzsüzlük)  Müşteri Hizmetlerinden S. Hanıma “Yenisi siyah olsa bir mahzuru var mı?” diye sordum. “Niye olsun ki? dedi. Yemin ediyorum.

Geçen hafta bir gün eve gittiğimde posta kutusunun üzerinde bir paket.

Tahmin edersiniz içinden ne çıktığını.

Cehennemde vantilatöre izin varsa (acaba?) ihalesini mutlaka bu şirkete vermeli.
http://www.caframo.com/marine/

Mehmet İlhan K.

“Buraya Şey Yapan……..”

Posted April 20th, 2011 at 3:33 pm (UTC-5)
1 comment

Amerika’da alış veriş merkezleri, büyük mağazalar ve yol kenarındaki dinlenme tesisleri dışında genel tuvalet “umumi helâ” yok.
Paralısı da parasızı da.
Ancak lokanta, kafetarya ve kafe gibi yiyecek satan yerler, tuvaletlerini (restroom) müşteri olmayanların da kullanmasına izin vermek zorunda.

Birçok yerel yönetim halkın doğal gereksinmelerini karşılamak için park ve gezi yerlerine seyyar tuvalet yerleştiriyor. Hem sabit tuvalet inşa etmekten çok daha ucuza geldiğinden hem de geçici olmasından ötürü. Yürüyüşe çıkanlar, spor yapanlar hatta sürücüler bile yol kenarına kurulmuş bu tuvaletlerden yararlanabiliyor. Sık sık dışardan gelen vatandaşların tuvalet ihtiyacı talepleriyle karşı karşıya kalan esnaf da seyyar tuvaletlerden çok memnun.

Bu nedenle olacak Amerika’da boş arsaya bakan bina duvarlarında, bahçe kapılarında  “Buraya işeyen eşektir” türünden yazılar görülmez.

Fiberglas tuvalet kabinlerinde el yıkamak için su, tuvalet kâğıdı, klozet kapağı kâğıdı, sabun ve kâğıt havlu bulunuyor.  Septik tank tahliyesi için yapılmış küçük kamyonlar belirli aralıklarla gelip bunları temizliyor, içindeki atık deposunu boşaltıyor ve temizlik malzemesini yeniliyor.

Bunun dışında hükümleri bölgeden bölgeye değişen çalışma yasaları, tarım işçileri ve şantiyelerde çalışanlar için seyyar tuvaleti zorunlu kılıyor. Genel kural haftada 40 saat çalışan her işçi için en az bir tuvalet bulunması. Her tuvalet servis görmeden 200 kez kullanılabiliyor.
Gösteri, yürüyüş ve diğer büyük çaplı etkinlikler için ise ayrı kurallar var.

Örneğin 5 bin kişinin katıldığı bir etkinlik 3 saat sürerse 20, 9 saat sürerse 56 seyyar tuvalet gerektiriyor.
Yasalara göre toplu olaylarda tuvaletlerin yüzde beşinin engelli tuvaleti olması şart. Yani daha geniş.

Gösteri ve mitinglerde seyyar tuvaletler  balkon işlevini de görüyor.

Bazı lüks marinalarda kelimenin tam anlamıyla seyyar ve özel tuvaletler de var.

Zengin olmak başka.
Mehmet İlhan K.

GÖZÜMÜN ELMASI

Posted April 15th, 2011 at 11:22 am (UTC-5)
Leave a comment

İngilizce “gözümün bebeği”  teriminin tam karşılığı  “apple of my eye”  yani bebeği değil de elması. Gözümün elması. Değerli taş değil, bildiğimiz elma. Değerli olmasından ziyade gözbebeğinin şeklinden ötürü olmalı.
Amerikan Apple şirketini bilirsiniz.  O da Amerika’nın gözbebeği şirketlerinden biri. Yani “Amerika’nın Elması.”  İlk bilgisayarını 1976 yılında imal eden şirket,  o zamandan beri birbirinden gelişmiş teknoloji ürünleriyle dünyanın en tanınan isimlerinden biri haline gelmiş durumda. Apple artık klasik bilgisayarları kadar mp3 çalarları (iPod), cep tefonları (iPhone) ve tablet bilgisayarlarıyla (iPad) ünlü.  Apple 1998 yılından itibaren ürünlerin başına “i” harfi koyuyor ki bu iki anlama geliyormuş. Birincisi İnternet ikincisi “ben”, benim gibi.
Ben de yıllarca direndikten sonra paraya kıyıp kendime bir iPod touch almaya karar verdim.

iPod touch telefon değil. Mp3 diye bilinen dijital formatta müzik dinlemek için yapılmış. Ancak  eski modellerin aksine yenilerinde mikrofon ve kamera olduğundan internete bağlandığında iPhone gibi çalışıyor ve telefon için yazılmış binlerce programı kullanabiliyor.
Dezavantajı bu amaçla kullanılabilmesi için internet bağlantısının şart olması. Avantajı ise (çoook önemli) telefon gibi aylık ödemesi olmaması. Sıfır.
Apple şirketinin bu civarda 12 mağazası var.  Bize an yakını Annapolis’deki büyük kapalı çarşıda. Türkiye’deki meşhur AVM’ler gibi. Cihazı oradan satın aldım.

http://www.apple.com/retail/annapolis/


Vitrindeki MacBook Air’e dikkatinizi çekerim. Öyle hafif ki havada duruyor sanki.
Neyse bir süre kullandıktan sonra küçük beynim karıştı, özellikle şarkı türkü indirmede kullanılan iTunes programı ve iPod’ı bilgisayarla senkronize etme işini bir türlü beceremedim.
Birkaç gün sonra elektronik mesaj geldi Apple mağazasından. Servisimizi, iPod’u beğendiniz mi diye.  “Hayır. Aldığıma da alacağıma da pişman oldum” diye cevap yazdım.
İki saat sonra aradılar, özür dilediler ve sorunun teknik değil de beyinsel olduğunu anlamış olacaklar ki “mağazada kursumuz var isterseniz katılın” dediler. İsteksiz bir şekilde kaça diye sordum “ücretsiz” dediler.
Bedava lafını duyunca birden heveslendim. Ceryan hanım da.
Pazar günleri saat 15:00’de imiş kurs.
Gittik ki içersi tıkış tıkış. Apple mağazalarının  içi hep böyle oluyor.

Ben bile bayıldım..

Bu arada kurs başlamış bile. Gördüğünüz gibi yaş ortalaması  50+. Tek istisnası  solda, hocayı dikkatle dinleyen  genç ve güzel hanım.  Evinde Ceryan hanım diye bilinir

Bir saatten fazla sürdü kurs. Ceryan hanımı not tutuyor görünce hoşuma gitti. İnşallah sonunda “imtihan” yoktur diye düşünürken kurs bitti. Amerika’da okullarda dayak  yok ama yeni kuşak bundan haberdar olmayabilir . Genç öğretmenimiz  hepimize teşekkür etti. Ben,  Samsun Maarif Koleji’nde okuduğum yıllarda  olduğu gibi  sağa sola bakmaktan fazla bir şey öğrenemediğim için bütün umut Ceryan hanımın defterinde.
Eve gider gitmez o bilgisayarın başına geçti. “Ver bakalım şu defteri” dedim.  “Gerek yok deftere” dedi.
Niye gerek yokmuş anlayamadım.
“Seni tekrar kursa yazdırttım!” demesin mi?..

Siz Pazar öğleden sonra  keyif yaparken ber tekrar kursa gideceğim.

Pîrî Reis’in torunları…

Posted April 11th, 2011 at 10:26 am (UTC-5)
8 comments

Kadri adlı bir arkadaşım (Sabri de diyoruz) yelkenli teknesinin yerini değiştirmek istiyordu.  Planı, tekneyi, ırmak ağzındaki (Rhode  River) Casa Rio  marinasından alarak,   yarımadanın diğer tarafında, Selby Körfezi’nde  suyu daha derin başka bir marinaya götürmek. Suya indirmeden kıçına adını takacaktı ama zaman olmadı.

Sabah marinada buluştuk. Tekneyi suya indirecek kişiler de oradaydı. Fakat soldaki motorlu teknenin çok yakın olması  vinçin girişini önledi.

Bir kamyonet gelip çekti.
İstatistiklere göre yaklaşık 300 milyon nüfuslu Amerika’da halkın yarısı denizin 50-60 km yakınında yaşıyor. Dolayısıyla milyonlarca deniz aracı var. 200-300 dolarlık kanolardan, 5-10 milyon dolarlık yatlara kadar. Toplam kayıtlı tekne sayısının 15 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bazıları mütevazi balıkçı tekneleri bazıları süper seksi sürat motorları.

Başkent Washington ve çevresindeki eyaletlere de bir milyondan fazla tekne kayıtlı.
Kış nedeniyle teknelerin önemli bir bölümü soğuklar bastırmadan karaya çekiliyor, ilkbaharda tekrar denize indiriliyor.
Bunun için Travelift adlı (hem ticari hem de tescilli adı) yürüyen vinçler kullanılıyor.

Marina fiyatları, büyük kentlere  yakınlığına ve teknelerin boyuna göre değişiyor.  Örneğin 11,5 metrelik  bu  teknenin Washington’a 50 km uzaklıktaki marinada, yıllık bağlama  fiyatı  $3,000. Sadece boy hesap ediliyor. Teknenin bağlandığı slipler genelde standard olduğu için metrekare hesabı yapılmıyor. Bazı marinalarda elektrik bedava bazılarında paralı.  Kış ayları için ayda$ 200 kira ve tekneyi denizden çıkarıp indirmek için $350 lift ücreti alıyorlar.

Kadri Reis, teknesi suya indirilmeden önce demir destek yerlerini boyuyor. Çabuk kuruyan özel bir boya bu. Tekneyi karada dik tutan başı tahtalı demirler buralara yaslandığı için  çıkarıp boyamak imkansız.

Yavaş yavaş suya iniyor.

Artık herşey hazır. Yelkenlerin durumunu bilmediğimiz için yelken açmamaya, motorla gitmeye karar verdik. Hava güzel olmakla birlikte soğuk. Yanımıza kazak, yelek, yağmurluk, eldiven vs. aldık. Tabii harita ve GPS de. Gerçi gideceğimiz yer 15 km. uzakta ama bölgede deniz çok sığdığı olduğu için harita şart. Kerteriz pusula, portatif  GPS bağlantılı  elektronik deniz haritası (chart plotter) hepsi çantalarda.
Tekne denize indiğinde bir de baktık salması dibe vurmak üzere. Irmak ağzında su seviyesi gel-git nedeniyle  bir metreye yakın inip çıktığı için zamanı yanlış seçmişiz. Ya sabah çok erken indirecektik ya da öğleden sonra.

Neyse bir telaş, bir telaş, motoru çalıştırdık ve çıktık yola.

Irmak kıyısında zengin evleri.
Rotamız Mayo yakınlarından Selby-On-The-Bay’e. Denizin açık renkli bölgeri 2-3 metre derinlikte. Harita’nın sancak tarafı  (yani siz karacılar için  sağ tarafı)  Chesapeake Körfezi’ne açılıyor. Körfez de,  300 km. güneyde, Norfolk yakınlarında, Atlas Okyanusu’na. İşimiz olmasaydı teknenin burnunu güneye vurup  ver elini Akdeniz diyebilirdik.

Suyun üstüne dikilmiş kazıklara inşa edilmiş üstü sazla kaplı küçük kulübe. Ne için? Ördek avlamak için.

Chesapeake Körfezi’nde bunlardan binlerce var. İngilizcesi “duck blind.” Ama adına bakmayın kazlara ateş etmek de serbest.

Irmağın  ağzından çıkınca hava bir soğudu, bir soğudu ki  sormayın. Çantaları aradık kazakları çıkarmak için. Bir türlü bulamadık. Meğerse ikisini de telaştan arabada unutmuşuz. Kadri Reis bir yerden eski bir battaniye  buldu. Yoksa donacak. Ben  jimnastik yapmaya başladım.

Chart plotter’ı da unutmuşuz.  Allahtan, Reis daha önce  telefonuna (iPhone) elektronik harita yüklemiş. Küçük de olsa idare ediyor.

Yeni marinaya yerleşmeden önce teknenin atık su deposunu  (tuvalet) boşaltıyoruz.

“Tekne” (adı) artık yeni evinde..

Kısa film:

Mehmet İlhan K.

Olur böyle vakalar, Amerikan polisi…

Posted April 6th, 2011 at 5:26 pm (UTC-5)
2 comments

Geçenlerde ofiste çalışırken dışarıdan siren sesleri geldi.  Kongre ve Beyaz Saray uzak olmadığı için, sık sık yanımızdaki sokaklardan geçen koruma araçlarının birbirinden garip siren seslerine alışığız. Bilirsiniz siren sözcüğü Yunan mitolojisinden gelir. Bir adada yaşayan Siren adlı dişi deniz yaratıkları söyledikleri  şarkılarla denizcileri büyüler ve gemilerini kayalıklara doğru sürmelerini sağlarlarmış.  Sevişmek için değil tabii, yemek için.

Beş altı polis aracı birden görünce şaşırdım. Ya silahlı soygun ya da cinayet işlendi sandım. (Okun gösterdiği yer bizim ofis.)

Herkes merakla ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Motorize araçlar yetmiyormuş gibi bisikletli polis bile gelmiş (sağ köşede)

Arkadaşlar pencerede benden haber bekliyor ama istihbarat zayıf.  Polislerden tek kelime çıkmıyor.

Amerika’nın Sesi Radyosunun merkezi, eskiden “Sıfır Noktası” olarak bilinen bölgede bulunuyor. Soğuk Savaş sırasında Sovyetlerin atacağı nükleer füzelerin ilk hedefi olacağından. Son yıllarda ise bu terim New York’ta ikiz kulelerin eski yeri için kullanılıyor.

Başkentin bir özelliği de, çeşitli bölgelerinde yaklaşık otuzdan fazla  polis teşkilatının görev yapması. FBI kısa adıyla bilinen Federal Soruşturma Bürosu’ndan,  Merkez Bankası’nın Darphane polisine kadar.  Meraklılar  için  liste aşağıdaki adreste:

http://mpdc.dc.gov/mpdc/cwp/view,a,1242,q,546822,mpdcNav_GID,1546,mpdcNav,|31767|.asp

Polis araçları yolu tamamen kapattığı için trafik felç. Kuşatma altındaki Belediye otobüsünün kımıldaması bile imkânsız. Acaba yolcular rehin mi alındı?

Ön kapıdan girenler  “negotiation team” olmalı. Yani suçlu psikolojini bilen uzman polisler. Silahlı kişiyi kandırıp tek bir kurşun atmadan krize son verecekler.

Tahminim galiba doğru.  Birkaç polis araçtan indi. Bir yolcunun ifadesini alıyorlar.

Kameramı  zumlayıp otobüsün içine çeviriyorum. Polisler birisiyle konuşuyor ama rehine durumu falan söz konusu değil.

Sonra zanlı çıkıyor. Elleri kelepçeli fakat silah falan yok ortada. Rehine de yok. Amerika’da en küçük bir olayda bile insanlara kelepçe taktıkları için işlendiği iddia edilen suçu tahmin etmek de zor.
Hayal kırıklığına uğramadım desem yalan söylemiş olurum. Şöyle birkaç el silah atılsaydı, kendimizi yerlere falan atsaydık, durumu pencereden izleyen hanım meslektaşların gözünde kahraman olurduk.

Zanlı bir polis aracıyla götürüldükten ve otobüs kalktıktan sonra polislerin ifadesine başvurduğu yolcuyu buldum. Sordum ne yaptı diye. Şoföre küfür etti dedi.
-Başka ne yaptı?
-Tehdit etti.
-Nasıl yani?
-Yanına gelirsem ağzına …..
-O kadar?

Ofise gittiğimde arkadaşlar sordular kimmiş, n’apmış diye. Utandım, şoföre küfretmiş diyemedim. Öyle ya enayi gibi bir saattir buz gibi soğukta guya  korkunç tehlikeli bir operasyon  izliyorum.
“Somalili teröristmiş” dedim. “Muhtemelen El Şabab örgütünden. CIA tarafından aranıyormuş yıllardır.”  Genc arkadaşlar “Korkmadınız mı Mehmet  Bey diye sordular?”
“Görevimiz tehlike” dedim.
Biz bu saçları şoför tacizcilerini haber yaparak ağartmadık.

Mehmet İlhan K.

Şanlı bayrağımız Amerika’da..

Posted April 5th, 2011 at 12:56 pm (UTC-5)
2 comments

Özet:
Arizona eyaletindeki “Büyük Kanyon” parkı Amerika’nın en eski ulusal parkı. Ortasından Colorado nehri  geçiyor.  466 kilometre uzunluğunda ve 500 ile 2,500 metre genişliğinde olan kanyonun en derin yeri 1,600 metre.
Büyük Kanyon’un güney ucunda Hualapay ulusu yaşıyor ve bölge onlara ait.  Ziyaret ettiğimiz park da. Onun için giriş ücreti  kişi başına $35.  Kanyonu cam balkondan izlemek isterseniz $50 daha vermeniz gerekiyor.  Ne yapsın zavallılar.  İş yok, eğitim yok,  hastane yok. Bizim gibi “soluk benizlilerden” böyle intikam alıyorlar.
Parkın girişinin yakınında meşhur cam balkon var.  Nehrin yaklaşık 1450 metre üzerinde. 31 milyon dolara mal olan balkonun eni 3 metre. Özel cam Almanya’da imal edilmiş. 822 kişiyi taşıyabilecek kapasitede imiş ama aynı anda 120 kişiden fazla insana izin vermiyorlar.

(Yapımıyla ilgili bilgi: http://www.grandcanyonskywalk.com/engineering.html )

Amerika’nın Sesi Radyosu bize cam balkonda hava almamız için para vermediğinden dışardan bakmakla yetiniyoruz.  Zaten fotoğraf makinesine izin vermiyorlarmış, düşer de camı çizer diye. Aynı nedenle ayakkabı üzerine galoş giymek mecburi ve ücretsiz.  Resminizi çektirmek isterseniz onlar çekiyormuş ama paralı.
Turist olunca herşey paralı.

Balkonla yetinmeyenler atlıyor  helikopterlere.

Kanyonun tümünü görmek isteyenler için uçaklar da var.

Uçak ve helikopter turlarının ücretleri , süre ve kalktığı yere göre  (bazıları parktan, bazıları Las vegas’tan) 100 dolardan başlıyor ve 300 dolara kadar çıkıyor.

Hayran hayran manzarayı izlerken Türkçe konuşmalar duyduk.  Biri “Otobüs hazır!”diyordu.  Hayal mi görüyoruz derken bir de baktım turistlerden birinin elinde Türk bayrağı.

Bayraklı gencin yüzünü göremediğim için amacını anlayamadım. Kanyonu gören ilk Türk mü sandı kendini acaba? Yoksa bayrakla  aşağıya mı atlayacak ki bu gerçekten  bir ilk olabilir.  Bayrağı  bir yere dikecek mi,  ilk pilotumuz Hazarfen Ahmet Çelebi gibi açıp uçmaya mı çalışacak, yoksa Büyük Kanyon’u gösterdikten sonra tekrar çantasına mı koyacak diye düşünürken,

bayrağı başka birine (grup bayraktarı?)  verdi.

O yiğit de ölümü göze alıp  uçurumun en ucuna kadar gitti ve  sağ elinde tuttuğu  şanlı bayrağımızı  sağa sola birkaç kez salladı.
Ben hala ne yaptığını anlamaya çalışırken,  muhterem eşim Ceryan Hanım (SIO*)  “Belki aşağıda da Türkler var da onlara sallıyor” diyerek duruma açıklık getirdi.

Böylece Büyük Kanyon gezisi bayraklı bir şekilde sona erdi.
Bir dahaki sefer “Amerika’da Belediye otobüsü şoförüne neden bağrılmaz?”

Mehmet İlhan K.
Made in USA

*SIO Sizden iyi olmasın