Yazıyı “şahsımdan” dinlemek isteyenler aşağıdaki medya oynatıcıya bir “tık”lasalar yeter 🙂
Doğru! Yol boyunca pek çok kereler “N’aptım ben?” dedim. Çok yorulunca yarı yolda, “Dönsem mi?” ya da “Vazgeçip şurada bir yerde bir otel bulayım da dinleneyim mi acaba?” dedim. Ama vazgeçmedim. Sonunda da “sabreden derviş” misali muradıma erdim. Molalarla ve trafikle birlikte yaklaşık 11 saat süren yolculuğun sonunda Boston’a ulaştım 🙂
Neden Gittim Boston’a?
Neden mi? Önce meraktan, sonra motorla Amerika’da ilk uzun yolumu yapmayı kafaya koyduğumdan daha da sonra… E daha sonrası mı var bu işin. Dünyanın en eski ve en varlıklı şehirlerinden birinden bahsediyoruz. Meşhur Sezar gibi “Veni Vidi Vici (Geldim, Gördüm, Yendim)” diyemedim de “Gittim, Gördüm, Geldim” 🙂 🙂 🙂
Boston’a gece çökerken girdiğimden etrafı öyle alıcı gözle göremedim tabii. Dikkatimi çeken Boston sınırlarından girdikten sonra “şehir dışında olsun fiyatı daha uygun olsun” diye tuttuğum merkeze 15 kilometre kadar uzaklıktaki otele gidene kadar hiç motor görmememdi. O yüzden midir yoksa başka sebepten midir bilmem motoruma yine ilgi büyüktü. Bir ışıkta durmaya göreyim! Kafamı azıcık çevirsem birisiyle göz göze geliyorum. Seziyorum, motorla ilgili bir şey soracaklar. Yorgun ve pek bir kaknemim motorun göstergesine falan eğilip ortamı değiştirmeye ve durumu görmezden gelmeye çalışıyorum. Eh, oteli de buluyorum sonunda. Odadan içeri girdiğimdeki zafer sarhoşluğunu anlatacak kelime henüz lügatımızda yok. O yüzden boş verin J Biliyorum içinizde bundan uzun mesafeleri bir günde kat edenler var ama bunca yorgunluğu da yapıma verin 🙂
Nasıl uyuduğumu bile bilmeden sabahı ediyorum. E zaman az sokaklara dökülmek lazım, öyle de oluyor.
Harvard Vardı da Biz mi Okumadık?
Görmesem olmaz, çatlarım. Boston denince akla eğitim, sağlık, finans ve teknoloji geliyor zira. Eğitim denince de Harvard’ın kampüsünü görmeden olmaz, değil mi ama? Bir Boğaziçi mezunu olarak üniversitemi seviyorum. Ama Harvard’lı olmanın sosyal yaşamıma (! 🙂 )güzel katkıları olabilirdi diye de düşünmeden edemiyorum 🙂
Ben tatil havasında sağın solun resmini çekerken öğrenciler kampüste harıl harıl bir şeyler peşinde. Kimileri etraftaki çimlere yayılmış ama yine de bir durgunluk var. Derken birden yağmur bastırıyor. Ama hakikaten birden! Saklanıyorum binalardan birinin kenarına. Yağmur sonrası güzel bir toprak kokusu, ıslanmış ama halinden şikayet etmeyen bisikletli öğrenciler (belki de öğretmenler!?) geçiyor kampüsten. Bir saatlik bir Harvard havası seansından sonra ver elini Boston Harbor (Boston Limanı).
Var mı Boğaz Gibisi?
Turistik turlar düzenleyen şirketlerin sıkça kullandığı hem suda hem karada giden araçlarla yapılan “Duck (Ördek)” turlarından birini kestiriyorum gözüme. Motoru alelacele bir parka bırakıp yetişiyorum tur saatine.
Tur hem karadan şehrin finans merkezini, meşhur bina ve sokaklarını gezdiriyor hem de sonunda limanın bu turlar için ayrılan köşesindeki rampaya gidip “cuuuuuuup” ya da “hopaaaaa” diye nidalarla eşlik edebileceğimiz şekilde suya giriyor! Yandan çarklı vapur gibi yol alıyor sonra suda! Limanı denizden görmek güzel. Ama boğazda vapur sefasının yerini tutmuyor, tutamıyor…
Hollywood Ayağıma Geldi 🙂
“Duck” turunu tamamladığında artık akşam olmak üzere. Massachusetts eyaletinin başkenti Boston, gece hayatıyla da meşhur hani. Keşfetmemek olmaz 🙂 Meşhur deyimle “gecelere akmak” için mekan ararken bir kalabalığa rastlıyorum. Sıra olmuş bekleyen insanlar, kameralar, ekipmanlar… Bir grup nedime gibi giyinmiş kız da kenarda “action (Yönetmenin “Motor” diyerek çekimi başlatmasını)” denmesini bekliyor gibi. Meraktan çatlayacağım. Aralardan sızıyorum, sevimlilik yaparak ön saflara kadar ilerliyorum. Set ekibine artık “dokundum dokunacağım” derken önümde birisi beliriveriyor. Evet, sızma işi burada bitiyor. Sevimli çocuk ama! J Beni bozmadan “Birisini mi arıyorsunuz?” diyor. Ben de “Eeeeee…. Şey….” Falan dedikten sonra yeterli düşünme süresini kendisine kazandırmış birisi olarak “Burada ne çekimi yapılıyor onu soracaktım?” diyorum. Çocuk önümde duran yönetmen -ya da- teknik ekip sandalyelerini gösterip, “arkalarındaki yazıyı görmüyor musun “ dercesine “What’s Your Number? filmi” diyor. Teşekkür edip “Başrolde kimler var?” diye çocuğu oyalarken birkaç resim çekiveriyorum.
Uzaklaşır uzaklaşmaz da hemen google’lıyorum telefonumdan. Fantastic Four’dan (Fantastik Dörtlü) hatırlayacağınız Chris Evans var başrolde. Bir de Scary Movie (Korkunç Bir Film) serisinden ve diğer bazı komedilerden tanıyacağınız Anna Faris. İçimden “Acaba fragmanı ne zaman düşer Youtube’a? Bu nedime sahnesini görsem de ‘onları ilk ben gördüm’ diye saçma bir muhabbete girsem” diye düşünüp, halime gülüyorum! 🙂 İşte sonunda bu yazıyı yazarken aklıma geliyor ve bir bakıyorum ki filmin fragmanı gözümün önünde duruyor. Buyrun, buradan izleyin 🙂
Boston’da ikinci ve son günümde hedefte biraz alışveriş, biraz leziz deniz ürünleri sefası biraz da doğa, çiçek böcek var 🙂 Motorla şehirde seyahat kolay. Nedendir bilmem Washington kadar trafik de yok. Ya da bana denk gelmiyor? Kredi kartı ya da bozuk parayla ödeme yapılabilen “Pay to Park”lara park ediyorum motoru. Caddeleri bir uçtan öbür uca arşınlıyorum. Yorulunca da şehrin incisi Boston Commons’daki göletin önünde serilip kalıyorum.
Amerika’nın en eski parkıymış burası. Çiçek, böcek, sincap, ördek, kuğu, kitap okuyanlar, el ele göz göze oturanlar, bebek gezdirenler, fotoğraf çekenler… Ne ararsan var! Biraz insanların tatlı telaşını izledikten sonra kentin en meşhur balık lokantalarından birine doğru yola koyuluyorum. Motoru nasılsa park ederim havasındayım ama daha restauranta yaklaşırken gördüğüm kalabalıktan ürküyorum kelimenin tam anlamıyla. Ben diyeyim 50 siz deyin 100 metre kuyruk var. Motoru “iki dakikada ceza yemem umarım” diyerek bir kenara bırakıp içeri giriyorum. Adımı yazdırıp sıra bekleyeceğim ya (Amerika’da alışmaya çalıştığım yemek için sıra bekleme vaziyetinin uç noktasında gerçi bu mekan ama) … Görevliye yaklaşıyorum:
-Merhaba. Acaba ortalama bekleme süresi nedir?
-Adınızı alıyim.
– Selin
-Saat 21.30 gibi masanız hazır olur.
“Neden abarttın ki? Masan 21.30’da hazırmış işte” diyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz işte! Çünkü saatime bir bakıyorum ki ne göreyim!!! Saat daha akşamın 6’sı!
-Gulp (diye bir ses çıkarıyorum gayri ihtiyari)
-Efendim? (diyor görevli)
– Goodnight dedim size (diyorum) Hadi size Goodnight!!! J
Arkama bakmadan çıkıyorum kapıdan 🙂 Neyse ki o gece güzel bir yemek yemeyi (Başka bir mekanda ve 40 dakika bekleyerek tabii!), iyi giyimli, bakımlı, genç ve güzel/ yakışıklı insanlar görmeyi başarıyorum. Yaklaşık 250 bin üniversite öğrencisinin yaşadığı Boston’da gece hayatının yaş ortalaması hayli düşük anlayacağınız. Pek tabii bir o kadar da cıvıl cıvıl…
Özle Beni Boston
Boston maceram bitiyor. Dönüş bildiğiniz gibi! Yine bir günde, yine yaklaşık 640 kilometre! Toplam 1300 kilometreye yaklaşan yolculuğumdan aklımda en çok ne mi kalıyor peki? Bunca yol kat ettiğim halde bir kez bile hayatımı tehlikeye atacak bir sürücü, New York’taki ufak tefek çukurlar dışında canımı sıkacak bir engel, bir önüme kırma, bir kör noktada kalmışım muamelesi çekme, bir arkadan itekleme durumu yaşamıyorum. Bunu aklımın bir kenarına yazıyorum. Ben böyle yolculuğu seviyorum! 🙂
Ama biliyorum ki hepimizin kötü anıları da var. Zaman zaman saydığımız sövdüğümüz olaylar. Benim de oldu, hem de çooook.
Bir sonraki yazıya kadar blogun okuyucularıyla aklınızda en çok kalan “olumsuz yol hikayesini” paylaşmaya ne dersiniz? Beni kırmazsınız, biliyorum paylaşırsınız. Comment/Yorum butonu “unutulası” anılarınızı bekliyor… 🙂
24 responses to “Maceranın Hası: Bir Günde 640 Kilometre (Son Bölüm)”
harbiden filmlerdeki duyguyu bu resimlerle pekiştirmek iyi oldu..yalnız son fotodaki o ağaçlık yer.
korku filmlerinin vazgeçilmez yerlerinden biri bence..
Öyle mi? Ben o resmi huzur verici bulmuştum mesela 🙂 Farklı duygular uyandırıyor işte 🙂
selin hanım’ın kendisini de motoru ile birlikte bir karede görmek isterdik.
meraktan
tebrikler selamlar
Haklısınız. Birkaç kare vardı ama kadınlığıma verin “onda saçımın kenarı şöyle” “bunda eldivenim yok” vs diyerek hepsini süzgeçten geçirdim! 🙂 Bir kez daha gözden geçirip daha az seçici olmaya çalışacağım ama… Yayınlayacağım 😉
Selin hanım, Boston’da yediğiniz “leziz deniz ürünleri” ne olabilir acaba? :)) Aslında yazmamın sebebi, biraz da bize Kuzeybatı Amerika deniz ürünleri kültürü hakkında bilgi vermeniz olacak. Çok teşekkürler.
Aslına bakarsanız ne ararsanız var. Hangisini yemek istediğinize bağlı. İstakozundan kılıç balığına, lezzetli okyanus somonuna kadar çok deniz ürünü var Boston’da. Tazelikleriyle meşhurlar. Ege balıklarını özlemiş olan benim için çok mucizevi olmasalar da arayınca gönlünüze göre birşey bulmak mümkündü 🙂
Selin hanım ,
Harika çekimleriniz ve güzel anlatımınız için teşekkürler..
Emeğinize saglık…
Gerçekten güzel yerler..Sayenizde görmüş olduk..
Herzaman yedikleriniz sizin gördükleriniz bizim olsun..
Ame ben size süpriz yapıp İzmirin meşhur Çupurasıyla , balıkçı köyü ÇEŞME / ILDIRI da da geçen güzel saatlerden bir enstantane sunayım..
İzmir özleminizi arttırayım…
[IMG]http://i827.photobucket.com/albums/zz191/ahmetersen/Ildiri/28.jpg[/IMG]
[IMG]http://i827.photobucket.com/albums/zz191/ahmetersen/Ildiri/29.jpg[/IMG]
[IMG]http://i827.photobucket.com/albums/zz191/ahmetersen/Ildiri/P1010494.jpg[/IMG]
Bunu yapmayacaktınız!!! 🙂 Muhteşem balık! Nasıl özledim… Resimler harika, çok çok teşekkürler. İzmir’e selamlar…
Selin , beğendiğine sevindim..
Gurbette memlekettin doğal manzaralarını görmek insanı bir hoş ediyor..
Kesinlikle! 🙂
ah o güzelim yollarI virajları bence Bi uzman bir motorla sürmek gerekirmiş
Example: BMW R 1200ST :)))
Ben motoruma aşığım ama eminim BMW ile de çok zevkli olurdu Sercan 🙂 Senin sürüşlerini dinleriz umarım bir gün 😉
umarım kelimesi biraz gelecekte gib oldu..)))yakında diyelim..
Peki, diyelim 🙂
merhaba konu hakkinda aydinlattiginiz icin tesekkur ederim saygilar.
İlginiz için teşekkür ederim…
Çok güzel bir gezi olmuş Selin..
Umarım önümüze kırmayan, kör noktada kalmışız muamelesi yapmayan sürücüleri biz de görürüz birgün .
Ben hala alışamadım! 🙂 Çok hoşuma gidiyor ama bir yandan da “gerçek bu, değil mi?” diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Motosikletin tehlikeleri her yerde aynı. Ama en azından burada, kendi dikkatiniz çok iyi olduğu sürece hayatta kalma şansınızın daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Umarım her motorcu bu duyguyu tadarak keyfini çıkarır bir gün motorunun…
”Amin”demekten başka birşey gelmiyor aklıma.
Ama ülkemizde bu çok zor Selin. Bu bilincin oturması için çok uğraşmamız lazım.
Zira birçok araç sürücüsü hala motosikletlerin trafikten men edilmesi gerektiği gibi saçma fikirlere sahip.
O fikre inanamıyorum! Aslında ne kadar motosiklet, o kadar az trafik keşmekeşi ama… Bilinç kelimesi doğru… Umutla o bilincin yerleşmesini bekleyeceğiz sanırım. Bir filozof “Umut en son kötülüktür” demiş olsa da!
anna faris güzelmiş. samimiyetiniz ne derecedir acaba? telefonumu versem iletebilir misiniz?
Ah, o kadar samimi değiliz 🙂 Vaktim olmadı samimiyet kuracak 🙂 Yoksa kırmazdım sizi 😉
motorunuzz ve siz harikasınız.tesekkürler..
Ne mutlu bana… Teşekkürler 😉