Bir bilim-kurgu filmi düşünün: Bilim insanları yeni bir gezegene ayak basıyor ve ellerindeki yüksek teknoloji ürünü aygıtlarla gezegende başka canlıların yaşayıp yaşamadığını, solunum için gereken hava olup olmadığını anında anlayabiliyor.

İşte bu senaryo, artık gerçek oluyor. Çevreel DNA teknolojisiyle artık hava ya da sudan alınan çok küçük bir örnek, içinde ne gibi canlıların olduğunu uzmanlara bildirebiliyor.

Hava ve sudan alınan örneklerle bir ekosistemde eşine nadir rastlanan bitki ya da hayvan türleri olup olmadığını, biyoçeşitliliği, ya da bir göl ya da akarsuda yaşayan balık miktarını ölçmek mümkün.

Bu yeni teknolojiyi kullanan uzmanlardan biri, Seattle’daki Washington Üniversitesinden çevre bilimci Ryan Kelly. Kelly, toprak ya da havadan aldığı örneklerin içindeki DNA’ya bakıyor. Uzman, yaşayan her canlının, bulunduğu ekosisteme sürekli olarak DNA’sını, yani bir anlamda kendine ait ipuçlarını bıraktığını, bu ipuçlarının izlerini çevresel DNA teknolojisi sayesinde sürebildiklerini söylüyor.

Gen teknolojisinin maliyeti, son yıllarda büyük ölçüde düştü. Bu da DNA taramalarını çok daha kolaylaştırdı.

Çevremizde Ne Var, Ne Yok

Çevresel DNA, iki şekilde kullanılıyor. Birincisi, belirli bir yerde hangi canlıların yaşadığını öğrenmek, ikincisiyse yine belirli bir yerde bir canlı türünün yaşayıp yaşamadığını anlamak için. Özellikle nesli tükenmekte olan ya da bir ekosistemi varlığıyla tehdit eden canlıların herhangibir bölgede yaşayıp yaşamadığını anlamada bu yöntem çok işe yarıyor.

Yine Washington eyaletindeki bir üniversite bünyesinde faaliyet gösteren çevresel DNA laboratuarının sorumlusu Caren Goldberg, çevresel DNA teknolojisini laboratuar deneyi olmaktan çıkarıp pratik uygulamaya koyan ilk uzmanlardan biri.

Goldberg, özellikle bulması çok zor olan canlıların izini sürmek için bu teknolojiyi kullanıyor.

Uzman, şnorkelle dalma, ağ atma ya da suya elektrik vererek balıkları geçici olarak felç etme gibi çevreye zarar verebilecek geleneksel araştırma teknikleri yerine, aradıkları yanıtları bulmak için çevresel DNA’dan yararlanmanın çok daha akıllıca olduğu görüşünde.

Hangi ekosistemde ne gibi canlıların yaşadığını öğrenmek için çevresel DNA’ya başvuran ülkelerin sayısı da artıyor. Örneğin Vietnam’da zoologlar, nesli tükenmekte olan yumuşak kabuklu dev Yangtze kaplumbağasını, Trinidad’da bir araştırmacı yine nesli tükenme tehdidi altında olan altın renkli ağaç kurbağalarını, Madagaskar’daysa uzmanlar amfibilerden bulaşan hastalıkları bu yeni teknolojiyle araştırıyor.

Caren Goldberg ise DNA taramasıyla bir zamanlar Idaho eyaletinin kuzeyinde yaşayan leopar kurbağasının neslinin tükenip tükenmediğini anlamaya çalışıyor. Uzman ayrıca Washington eyaletindeki göl ve akarsuları istila eden Yeni Zelanda çamur salyangozunun yayıldığı alanları ve ne ölçüde eyalete yayıldığını araştırıyor. Goldberg’ün şu anda üzerinde çalıştığı projelerden biriyse eşine az rastlanan Columbia benekli kurbağasının izini sürmek. Amerikan Hükümeti, Goldberg’ün elde ettiği verilere dayanarak bu kurbağa türünü nesli tükenmekte olan canlılar listesine alıp almamaya karar verecek.

Bu teknoloji, nesli tükenmekte olan su canlılarının farklı yerlerde kolonileşip kolonileşmediğini de anlamaya yardımcı oluyor. Caren Goldberg ve Amerikan Jeoloji Dairesi’nden uzmanlar, Washington eyaletindeki Methow ve Okanogan Nehirleri’nin yataklarında yaşayan Chinook somonuna başka sularda da rastlandığını ortaya çıkardı.

Uzmanların çevresel DNA’ya dair araştırmaları bundan sonra canlıların ekosistemde bıraktıkları DNA’nın ne kadar süre bu sistemde kaldığını belirlemeye ve DNA’ların başka ekosistemlere de yayılıp yayılmadığını anlamaya yoğunlaşacak.