Büyükelçi Tan Günlük Yaşamını, Mesleğini ve Evliliğini ATANews Dergisine Anlattı
Güneşli bir öğleden sonra, Washingtonluların Edward H. Everett House olarak bildiği Türk Büyükelçiliği rezidansına girdiğimde beyaz mermer sütunlar ve üzerindeki görkemli işlemeler gözlerimi kamaştırmaya yetmişti. Bu görkemli evin tarihi ve muhteşem mimari yapısı insana müthiş bir heyecan verse de, ben heyecanımı az sonra ev sahibiyle yapacağım sıcak ve ilginç sohbete saklamaya kararlıydım. İkinci kattaki büyük salona çıktığımda hayranlığım iki kat artmıştı ki, salona açılan geniş fuayede Büyükelçi Namık Tan belirdi. 1990’lı yılların başında Büyükelçilik Başkatibi olarak görev yaptığı Washington’a 2010’un Şubat ayında Büyükelçi olarak yeniden atanan Tan, alışılagelmiş diplomat çizgisinden uzak tarzı, yaşamı ve karakteriyle daha ilk görüşte üzerinizde olumlu bir etki bırakanlardan. Son derece rahat, samimi ve güven verici bir kişiliğe sahip olan Büyükelçi Tan, aynı zamanda sanata olan ilgisiyle de diğer meslektaşlarından ayrılıyor. Göreve başlamasından bu yana, Türk Büyükelçiliği’ni adeta bir kültür-sanat merkezine çeviren Tan ile Washington’daki yaşamını, kariyerini ve evliliğini ATANews için konuşuyoruz.
Özge Övün Sert: Siz uzun yıllardır yurtdışında Türkiye’yi temsil eden, deneyimli bir diplomatsınız ve hep halkın içinde, göz önündesiniz. Ancak birçok kişi sizin günlük yaşamınızda neler yaptığınızı bilmiyor. Bize Namık Tan’ın bir gününü anlatır mısınız?
Namık Tan: Aslında bu çok önemli bir soru. Çünkü insanlar bizleri çeşitli vesilelerle dışarıda görseler bile, tam olarak ne yaptığımızı, günümüzü nasıl geçirdiğimizi bilmiyor. Herkesin aklında, nerede ve ne vesileyle tanıştıysak o imaj kalıyor. Oysa gün içinde birçok aktiviteye katılıyoruz, farklı insanlarla farklı şekillerde tanışıyoruz. Zaten bu nedenle diplomaside “ilk imaj çok önemli” denir. Bizler diplomat olarak günümüzün çok az kısmını kendimize ayırabiliyoruz. Geri kalan bölümünü, hep işimizin gerektirdiği bir program çerçevesinde yaşamak zorundayız. Sabah kahvaltıdan başlayarak günün büyük bölümünü toplantılarda geçiriyorum, ayrıca öğlen ve akşam yemek programları oluyor. Her sabah 1, 5 buçuk saat yürüyorum. Bu kendime ayırabildiğim tek zaman bu diyebilirim. Ondan sonra rezidansta kahvaltı ediyoruz. Bazen bu kahvaltılarda konuklar ağırlıyorum. Kamçılarya’ya gittikten sonra gelen emailler ve telgrafları okumam gerekiyor. Daha sonra Dışişleri bakanlığı, Beyaz Saray veya başka yerlerde resmi toplantılar oluyor. Mutlaka haftada 2-3 gün öğle yemeği toplantıları yapılıyor. Ayrıca akşamları farklı cemiyetlerin düzenlediği etkinliklere katılmamız gerekiyor. Bazı akşamlar, biz burada gerek Türk toplumuyla gerekse Amerikalı ve diğer dostlarımızla etkinlikler düzenliyoruz. Bunlar hep işimizin gereği, Türkiye’yi en iyi şekilde temsil etmek için yaptığımız şeyler. Daveti biz veriyorsak, hazırlıklarla ilgilenmek ve misafirlerin iyi vakit geçirip geçirmediğinden emin olmak gerekiyor. Hep aklımızda bu görev bilinci var. O nedenle de çok fazla kişisel, kendimiz için yaptığımız şeyler olmuyor bunlar. Ancak gece geç saatte odamıza çekildiğimizde belki bir dergi ya da kitap okuyabiliyorsam onu yapmaya çalışıyorum. Ama sabah yine 6 buçuk 7’de kalkacağım için çoğu zaman o da mümkün olmuyor.
Özge Övün Sert: Siz göreve başladıktan sonra Türk Büyükelçilik rezidansı kapılarını, Türk toplumuna ve Amerikalılara daha fazla açtı. Burada Jazz gecelerinden Türk öğrenciler için Kuru Fasulye günlerine kadar farklı avtiviteler düzenliyorsunuz. Siz ve eşiniz rezidansı topluma açma kararı alırken ne vardı aklınızda, bunun altında yatan nedenleri biraz açar mısınız?
Namık Tan: Evet, rezidansı daha fazla topluma açtık çünkü öncelikle Amerika’da yaşayan vatandaşlarımızın burayı evleri olarak görmesini arzu ettik. Ben her zaman diyorum, biz devletin görevlileriyiz, bugün varız, yarın yokuz. Ama sizler hep burada olacaksınız. O nedenle bu tarihi ve görkemli eve Türklerin sahip çıkması çok önemli. Ayrıca bu evin sadece Türk devleti ve halkı için önemi yok, aynı zamanda Washingtonlular için tarihi öneme sahip bir ev burası. Zamanında çok zengin ve Türk dostu bir Amerikalı tarafından yaptırılmış. Edward H. Everett adlı bu kişi, Teksas’ta petrol ticareti yaparken, gazoz kapaklarını icat etmiş ve zenginliğine zenginlik katmış. Daha sonra dünya turuna çıkmış ve İstanbul’a geldiğinde kentin güzelliğine vurulmuş. Bunlar 1900’lü yılların başında oluyor. Burada kendisi gibi Doğu kültürüne ve İstanbul’a aşık bir başka Amerikalıyla tanışmış. Bu kişi mimar George Oakley Totten. Everett 1910’da Amerika’ya döndüğünde mimar arkadaşından Washington’da kendisi için bir ev inşa etmesini istemiş. Totten bu evi tam 5 yılda bitirmiş. İçinde birbirinden değerli, süslemeler, el yapımı oyma kapılar, ev eşyaları ve tablolar var. Bu evdeki mobilyalar, tablo ve avizeler yani eşyaların yüzde 60’ı orjinaldir. 1915’ten 1929’a kadar bu evde yaşayan Edward Everett, birçok davet vermiş. İkinci eşi opera sanatçısıymış. O yüzden evde akustik bir salon da yaptırmış. Bu ev dönemin sanat ve eğlence merkezlerinden biriymiş. Everett ölümünden sonra çocuklarına yaptığı vasiyette evi satmak isterlerse önce Türk hükümetine gidip sormalarını istemiş. 1932 yılında büyük kızı Türk Büyükelçiliği’ne babasının bu dileğini iletmiş. Böylece hükümetimiz 260 bin dolara bu evi satın almış. Hem bu hikaye hem de mimarının eklediği mistik doğu figürlerinden dolayı bu ev Türk kültürüne çok yakın bir yapı. O nedenle özel bir önemi var.
Özge Övün Sert: Bir diğer özel önemi de içinde barındırdığı ilk büyükelçilerimizden geliyor, değil mi?
Namık Tan: Evet, kesinlikle. İlk büyükelçimiz Ahmet Muhtar bugün Coca Cola’nın CEO’su olan Muhtar Kent’in amcasıdır. Ahmet Muhtar’ın gazoz şişesi kapaklarını bulan Edward Everett’in evinde görev yapan ilk Türk elçimiz olması ilginç bir tesadüf aslında. Muhtar’dan sonra, Washington Büyükelçiliği’ni Münir Ertegün üstlendi. Bilindiği gibi kendisinin iki oğlu vardı, Nasuhi ve Ahmet Ertegün. Ertegün kardeşler burada okula giderken siyahlarla arkadaşlık etmeye ve onları eve davet etmeye başlar. Burada bugünkü modern jazz diyebileceğimiz müziğin ilk temelleri atılır. O zamanlar ırk ayrımcılığı çok derin olduğundan bu durum çevrede büyük rahatsızlık yaratır. Ancak elçimiz Münir bey, oğullarının arkasında durur ve kendisine siyahları evine aldığı için kınayıcı bir mektup gönderen Amerikalı bir senatöre, “Biz dostlarımızı ön kapıdan alarak evimizde ağırlarız, isterseniz siz de arka kapından gelip konuğum olabilirsiniz” diye yanıt yazar. Eve gelen bu siyah müzisyenler, Ahmet Ertegün’ün yıllar sonra kurduğu Atlantic Records şirketiyle plak yapan ve ünlü olan Jazz müzisyenleridir.
Özge Övün Sert: Son yıllarda sizin ve ekibinizin gayretiyle düzenlenen Jazz konserleri de o günleri yeniden anma ve bu evi Washington’un sanat camiasına kazandırma amacı gütmekteydi. Tabii bu uzun ve zorlu bir çalışmanın sonucu gerçekleşmiş olmalı.
Namık Tan: Diyebilirim ki, konserleri hayata geçirebilmek için ince ince bir dantel gibi işleyerek çalıştık. Eski günlere dair belgeler, fotoğraflar bulduk. Bu evin önemini, tarihte yaşanmış olayları anlatan herşeyi gün ışığına çıkarmaya çalıştık. En zorlu kısmı da sponsor bulmaktı. Çünkü bunlar çok zahmetli, büyük paralar gerektiren işler. Ve gerekli şekilde duyurulması da çok önemli. Sponsorlardan birini ikna etmek için buluştuğumda bütün bu hikayeleri anlattım. İkna olur gibi oldu ve tam aklı yatmadı. Ben de “bir kere eve gelin, ne dediğimi anlayacaksınız,” dedim. Tabi eve geldiğinde anladı ve hemen kabul etti. Hala da ana sponsorlarımızdan biri ve gelecek yıllarda konserlere devam etmek istiyor. Şu anda bize dışadan teklifler geliyor. Önemli kişilerin katılacağı etkinlikleri düzenlemek için bu evi kullanmak istiyorlar. Biz de etkinliğe, katılımcılara, ne kadar ses getireceğine ve Türkiye’yi iyi şekilde tanıtıp tanıtmayacağına bakarak bu teklifleri değerlendiriyoruz.
Özge Övün Sert: Sizin başlattığınız bu çalışma, bence, biraz geç kalınmış bir halkla ilişkiler kampanyası. Türkiye’nin elinde böyle fırsatlar varken daha önce kullanılmalıydı. Siz ne düşünüyorsunuz?
Namık Tan: Biz geriye bakmak istemiyoruz, ileriye bakmak istiyoruz. Tabi keşke daha önce yapılsaydı ve bütün bu tarihi fotoğraflar, belgeler daha önce bulunsaydı. Ama bu biraz da kişisel ilgi ve merakla meselesi. Yine de ben görev sürem bitmeden bunu daha kurumsal hale getirmeye çalışacağım.
Özge Övün Sert: Biraz da buradaki yaşamınızdan bahsedelim. Eşiniz sizin bu yoğun temponuza nasıl ayak uyduruyor. Herhalde bir diplomatın eşi olmak da, en az diplomat olmak kadar zordur.
Namık Tan: Öyle tabi, zor bir hayatımız oldu. Derler ki, diplomatlar ya sağlıklarından, ya ailelerinden ya da kariyerlerinden olurlar. Devamlı yurtdışında, farklı ülkelerde yaşamak, dilini, kültürünü bilmediğiniz, kimseyi tanımadığınız yerlerde bulunmak zor. Her bünye kaldıramaz. Sağlığınız bozulabilir. Ya da eşiniz bu hayata tahammül edemeyebilir, sonuçta evliliğiniz bozulur. Son olarak bütün iş yaşamınız boyunca en iyi şeyleri yapsanız da, bir hatanız bütün kariyerinizi mahvedebilir. Bu meslek hata kabul etmez. Eşimle çok genç yaşta evlendik. O zaman üniversiteden yeni mezun olmuştum, param pulum yoktu. Ama bir iş bulmuştum ve babama evlenmek istediğimiz söyledim. O ise bana “çok erken karar verdin, biraz daha bekle” dedi. Benim yanıtım, “Baba, ya senin rızanla olacak ya da sana rağmen olacak. Ben öyle olsun istemem,” olmuştu. Sonuçta babam da kabul etti, evlendik. Sonra ailem de Fügen’i çok sevdi.
Özge Övün Sert: Eşiniz en fazla neyinizden şikayet eder?
Namık Tan: Cep telefonumdan. Devamlı yanımda taşımamdan ve O’nun yanındayken arayan var mı, email var mı diye kontrol etmemden çok şikayet eder. Aslında bu da işimin gereği. Yoksa ben de bu aletleri hiç sevmiyorum. Yani, birey olarak hareket etsem farklı olurdu. Ama başta da dediğim gibi yapmak istediklerinizi çoğu zaman yapamıyorsunuz. Örneğin, böyle bir evde yaşamak çok güzel gibi görünse de bana göre bir müzeye yatak atıp içinde yaşamak gibi birşey. Düşünün, ne kadar rahat edebilirsiniz. Evin altında kapalı bir yüzme havuzu var ama vakit bulup kullanamadık hala. Yani kendi yatak odanızdan çıktığınız anda iş yerinde gibisiniz. Burada sizinle birlikte çalışanlar var. Devamlı hazır, iyi giyimli ve bakımlı olmak zorundasınız.
Özge Övün Sert: Buradaki Türklerin, özellikle de ATADC derneğinin faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ay başında Türk festivali yapıldı. Ona ait düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Namık Tan: Türk festivalini son derece başarılı buluyorum ve elimden gelen bütün desteği vermeye çalışıyorum. Son olarak Ankara ile Washington’u kardeş kentler yapma girişimimiz başarıyla sonuçlandı. Bunu festivalde kutlayarak Türkiye’nin tanıtımına daha da fazla katkı sağlamak istedik. Ancak benim özellikle belirtmek istediğim buradaki Türklerin siyasi hayatta daha aktif olması ve bağımsız, kendi başlarına ayakta duran kurumlar haline gelmesi çok önemli. Amerika’daki siyasi çarklara bir şekilde girmeli, Türk kökenli adaylar ve temsilciler çıkarmalıyız. Onlara maddi ve manevi destek vermeliyiz. Derneklerimizin de artık devletten ya da resmi makamlardan para yardımı almadan ayakta durmaları lazım. Bunlar hep parasal destek verilerek olur. Amerikalıların fund raising dediği işte bizim de artık başarılı olmamız ve bunu kişilere bağlı olarak değil kurumsal olarak yapabilmemiz lazım.
Not: Söyleşinin İngilizce’sini ATANews dergisinde bulabilirsiniz. ATANews, Washington Türk-Amerikan Derneği’nin yayın organıdır.