Amerikalılar son ekonomik krizin etkisiyle yaşamlarında ciddi değişiklikler yapmak zorunda kaldı. Birçok ailede en az bir kişinin işinden olduğunu, ev kredilerini ödeyemeyen ailelerin haciz nedeniyle evlerinden çıkmak zorunda kalanları ve binlerce dolarlık kredi kartı borçlarıyla adeta sokakta kaldıklarını düşünürsek Amerikalıların neden bu kadar karamsar ve kızgın olduğunu anlamak zor olmaz. 2012 seçimleri yaklaşırken ortalama bir Amerikalının ekonomik durumunda belirsizlikler daha da derinleşti. Devlet bütçesindeki açık rekor düzeye çıkmış durumda. Durum öyle bir noktaya geldi ki, neredeyse Amerikan hükümeti devlet bondu alan yatırımcılara paralarını ödeyemez ya da “garanti edemez” duruma geldi. Haftalarca süren tartışmaların ardından Kongre devletin daha fazla borçlanmasını sağlayan kararı onayladı. Ancak bu sadece günü kurtardı. Bondların karşılığı olan para devlet kasasına girse de, Amerika’nin bütçe açığı sorununu çözmedi. Ve sonuçta Amerika’nın uluslararası kredi notu düştü.
Bütün bunlar ne anlama geliyor?
Bütün bu yaşananlar, Amerika’nın ekonomik istikrarsızlığının kuşkusuz daha uzun süre devam edeceği anlamına geliyor. “Recession”, yani ekonomik büyümedeki durgunluk bir yana devletin kendi bütçesini düzenleyememesi, gelir ve gider arasındaki açığı kapatamaması bütün bir ulusun geleceğini tehdit ediyor. Aslına bakarsanız, bu yazının amacı ekonomik durumu değerlendirmek ya da dünyanın süper gücü Amerika’nın geldiği noktayı gözler önününe sermek değil. Olaya biraz daha sosyal boyuttan bakmak istiyorum. Koca bir ulusu ve devleti etkileyen bu “borçlanma” krizinin altında yatan nedenler neler? Borç aldıkça ödeyemeyen, ödeyemedikçe borç alan bir kültürün izlerini gördüğümüz, kapitalizmin beşiği olan dünyanın en başarılı ekonomisinin sancılarına tanık olduğumuz bu dönemde acaba sokaktaki Amerikalı ne yapıyor, ne düşünüyor, nasıl tepki veriyor? Bireysel sorumluluklarla devlet ve hükümet politikaları nerede çakışıyor? Hepsinden önemlisi gelecek nesilleri hazırladığımız Amerikan toplumunda nasıl bir yol izlenmeli ki, bu ülkede doğup büyüyen Amerikalılar kendilerini borç batağına sokan siyasetçilere kızmak yerine bireysel sorumluluklarını görüp ona göre davransın.
Amerika’da “borçlanma” kültürü
İşte gerçek: Amerika’da kredi kartı sahiplerinin toplam borcu hane başına bölündüğünde, her ailenin 15 bin dolar kredi kartı borcu olduğu ortaya çıkıyor. Bu rakamlar geçen aya ait: (http://www.creditcards.com/credit-card-news/credit-card-industry-facts-personal-debt-statistics-1276.php#footnote1 ) Bu şu anlama geliyor, Amerika’da yaklaşık 610 milyon kredi kartı sahibinden çoğu borçlarını ödeyemiyor. Gelirleriyle giderleri arasındaki açığı kapatamıyor ve bu durum devam ettikçe açık her geçen gün artıyor. Aynı tanıdık tablo değil mi? Görünen o ki, bütçe açığı sorunu sadece devletin değil, Amerika’nın sorunu. Tüketicisiyle; iş adamı, iş kadını, ev hanımı, küçüğü, büyüğü, yaşlısıyla tüm Amerikalıların sorunu.
Amerika’ya ilk geldiğimde buradaki tüketim alışkanlıklarına oldukça şaşırmıştım. Birçok ürün dörderli, beşerli paketlerde, neredeyse “toptan” şekilde satılıyor ve fiyatlar cazip hale getirilerek tüketiciler ihtiyaçlarından fazla satın almaya teşvik ediliyordu. Amerikalı tüketiciler ise, geldikleri oyunun farkında olmadan bir yerine beş alıyor, bugünü yaşayıp yarına borçlanıyordu. Alımgücü olanlar bile yaptıkları gereksiz harcama ve fazladan tüketim sayesinde günü kurtaran bir yaşam stili içinde yaşıyordu. Toplumun genelindeki bu tüketim ve borçlanma kültürü, küçük eşyalardan büyük lüks tüketimlere kadar her alana yayıldı. Aldığı borcu ödeyemeyen, borcu karşılayacak geliri olmayan binlerce, onbinlerce kişiye ev kredileri verildi. Emlak piyasası patladı, sayısız yeni ev yapıldı, bu evler borç batağına giren kişilere satıldı. Bankalar hesapsız kitapsız borç vermeye, kredi dağıtmaya başladı. Buz dağının altındaki gerçeği bilmeyen milyonlarca Amerikalı 2000’li yılların başından 2007’ye kadar tam bir tüketim çılgınlığı yaşadı. Amerikalı aileler tükettikçe tüketti, ev fiyatları değer kazandı, bunu fırsat bilen ev sahipleri ipotek karşılığı borçlar aldı. Cepte olmayan para karşılığı alınan borçlar, krizin vurmasıyla birlikte sabun köpüğüne dönüştü; para gitti, borç kaldı.
2007’nin başında ilk ışıkları görünen krizle birlikte, Amerikan “tüketim” ve “borçlanma” kültürünün çöküşü başladı. Gerçi, çöküş demek ne kadar doğru bilmiyorum. Çünkü ekonomik çöküş, yazının başında bahsettiğim gibi haciz, kredi kartı borçları ve işsizlikle boğuşan Amerikalıları ne kadar akıllandırdı bunu zaman gösterecek. Eğer, tarihinin ikinci “ekonomik buhranını” yaşayan Amerikalılar bundan ders çıkarmaz, gelecek nesilleri yetiştirirken tüketimin ve borcun bir sınırı olduğunu öğretmezse, daha çok haciz, bütçe açığı, borçlanma krizi yaşanır; devletin kredi notu kırılır; bireylerin kredi borçları tavan yapar. Amerikalılar çöken bir sistemi devam ettiremeyeceklerini gördükleri zaman asıl kriz çözülmüş olur.
Yazımı bu durumu en güzel şekilde özetleyen bir Türk atasözüyle bitirmek istiyorum: “Ayağını yorganına göre uzat, Amerika!”
Sevgiyle,
Özge Övün Sert
P.S. Bu konuda örnek içeren bir haberi Amerika’nın Sesi internet sitesinde bulabilirsiniz: Amerika’da Bireyler de Bütçelerini Denkleştirmekte Zorlanıyor