Binlerce kilometre uzağında olduğum memleketimden çığlıklar yükselirken baharla, yazla gelen motor havasını, motosiklet maceralarını anlatmak gelmedi içimden. Bir medya mensubu olarak yakından hem de çok yakından, ama “Türk medyasının” dışından izlediğim protestoları, Twitter’da, Facebook’ta yani “yeni medyada” atılan çığlıkları, dayanışma arzusunu, “temiz, ahlaklı ve zararsız” kalabilmeye çalışan yurdum gençlerinin provokatörlere “dur” deyişini zaman zaman nefes almayı unutarak takip ediyorum günlerdir. İçim eziliyor. Üniversite yıllarımın geçtiği İstanbul’un, “manevi memleketim” saydığım İzmir’in, Başkent Ankara’nın, Eskişehir’in, Samsun’un, biliyorsunuz işte 10’larca ilin anılarımızla dolu sokaklarının “sesimizi duyun” çığlıklarıyla dolması eziyor içimi. Yıllarca bir “çalışanı” olduğum Türk medyasının günlerce kafasını sokağa çevirmemesi, “biraz daha paylanabilmek” adına “görmezden gelmesi”, “tarafsız haber” yerine “taraf tutan” olmayı seçmesi utandırdı beni. Türkiye’den binlerce kilometre uzakta, elim kolum bağlı arkadaşlarımın, hocalarımın, yıllarca programlarda konuk aldığım akademisyenlerin, sanatçıların sokaklarda “bağırdıkça duyulmamasını” izlerken benim de içimde bir daha yapıştırılamayacak kadar kırıldı bir şeyler…
(Bu yazıyı okumaya üşenen “üşengeç”ler için aşağıda seslendirilmiş hali de mevcuttur… Tıklayın, dinleyin…)
Bazen toplumlarda bir şeyler olur. Engel olamazsınız. En temel hak olan konuşma ve fikrini ifade etme özgürlüğü nefes alamayacak kadar sıkıldığında boğazından, bir şeyler kopar. O kopan şey sokağa çıkar, artık avazı çıktığınca, gücünün yettiğince bağırır. Amerikalı bir medya mensubu arkadaşımın çok güzel nitelediği gibi “Artık özgürlüğünden başka kaybedecek bir şeyi kalmayan gençler hiçbir şeyden korkmadan sokağa çıktığında, değişim kaçınılmazdır”.
Bu yazıyı okuyan kimileriniz provokatörlerden bahsedeceksiniz, ya da şu veya bu partinin adını, bir takım örgütlerin isimlerini vereceksiniz, eminim. Ben de size diyeceğim ki: Nasıl görmek isterseniz görün. O meydanda kimin ya da kimlerin olduğuna inanırsanız inanın. Aksine ben inandıramam sizi. Ancak mahallenizden, yan kapınızdan, karşı apartmandan çıkan ve “Ben ağzımı rahatça açabilmek, rahatça fikrimi ifade edebilmek, medeni medeniyetlerdeki gibi utanmadan, kimliğimi, eğilimlerimi, zevklerimi ve alışkanlıklarımı saklamadan yaşamak istiyorum” diyen gençlerin, yaşlıların, kadınların, erkeklerin, çocukların o sokaklardaki varlığını kabul etmekten de alıkoymayın kendinizi. Gözünüzle değil, yüreğinizle görün. Deneyin bir… Kimse bir şey kaybetmez.
Dedik ya bazı toplumlarda bir gün gelir o bam teline basılır. Kendisini “özgür” bir medya, “korkusuz” gazeteciler, “tarafsız” televizyon kanalları aracılığıyla ifade edemeyen halk, çareyi “yeni medyada”, yani Facebook’ta, Twitter’da, Tumblr’da, Instagram’da, vs bulur. Bakar ki kimse yazdığına, duyurduğuna “sansür” koymuyor. “Sağdan” da “soldan” da yazdığı kadar yazıyor, yazdıkları beğenilince “retweet”leniyor, “like”lanıyor yani kitlelere ulaşıyor. İşte o zaman halk muhabir olur, sokağı “gördüğü gibi” anlatır, “gösterilmeye çalışıldığı gibi” değil!
Tabii bu kadar geniş kitleler “özgürlük, doğa, hak-hukuk” diye sokağa çıktığında bunu fırsat bilen, araya karışan, rant sağlamaya çalışanlar olur. Bu sadece Türkiye’de değil, başka bir ülkede de olabilir ve olmaktadır. Ancak iki kötü bir olunca, bir doğruyu götürmez. Bu, hayatın gerçek sınavıdır çünkü. Kendilerine, çocuk ya da torunlarına daha “korkusuz” bir ülke bırakmak isteyenlerin ciğerleri gazdan ve acıdan yana yana, çığlık çığlığa arzuladığı bir geleceğin sınavıdır aslında.
Gelelim, bütün bu yaşananlara Amerika’dan tanık olmak zorunda kalan bendenizin Türkiye’de “sesinin duyulmasını”, “öteki” değil “bizden” biri olarak görülmeyi isteyen her kesime anlatabileceklerime.
Amerika, hatasıyla sevabıyla hepinizin bildiği ya da uzaktan “bildiğini düşündüğü”, “dışı sizi içi beni yakan” bir ülke, bir bambaşka dünya! Zaman zaman tüm dünyaca tespit edilen hatalar yapan, ama bu hatalarını basın yoluyla halktan saklamayan, iktidarların nice skandallara karıştığı, nice özürler dilediği, nice “dışlayıcı politikalar” yüzünden (Bkz. 2012 seçimlerinde Cumhuriyetçilerin göçmen politikalarının ağır bedeli) seçim kaybettiği bir ülke. O hatalar sevaplar bir yana, ifade özgürlüğü, barışçı toplanma, gösteri özgürlüğü ve özgür medya kavramlarının en iyi hayat bulduğu ülkelerden biri ayrıca Amerika. Adalet Bakanlığı’nın “haber sızdıran” kişiyi bulmak için AP haber ajansının editör ve muhabirlerini dinlediğinin ortaya çıkmasının ardından, medya patronlarıyla “yeni standartları” belirlemek üzere toplantı talep eden Adalet Bakanı Eric Holder’a “toplantıda kayıt cihazlarımız çalışmazsa biz yokuz” diyen medya patronlarının olduğu bir ülke. İktidarı yeri geldiğinde “toplantı iptal etmeye”, yeri geldiğinde “tir tir titretmeye” gücü yeten basını olan bir ülke. Boston’da maratonda patlayan bombalardan sonra medyanın ağır baskısının da etkisiyle “olaylarla iyi mücadele edemedik” itirafıyla itfaiye şefi istifa eden bir ülke. Occupy Wall Street protestoları sırasında polisin göz yaşartıcı gaza başvurması nedeniyle haber merkezi “anchor”larının emniyet müdürlerine “Neden?”, “Nasıl” diye sorabildiği bir ülke. Bir haber merkezine konuk olan senatörün, spiker tarafından konu dışına çıktı diye susturulup yayından alınabildiği bir ülke. Bu liste uzar da gider böyle…
Ama unutmadan, başkanının yani Barack Obama’nın konuşması Guantonamo tutukevinin bir türlü kapatılmamasını eleştiren bir protestocu tarafından 3 kez kesildikten sonra o başkanın konuşmasının sonunu önceden yazılmış metinle değil de şöyle bitirdiği bir ülke: “Bu kadının sesine dikkat kesilmemiz gerekiyor. Söylediği birçok şeyle hemfikir değilim. Görünen o ki o da benim bu konuda söylediklerimi pek dinlemek istemiyor. Ama bu konular ciddi konular ve üzerlerini örtebileceğimizin düşünülmesi hatalı olur.”
Ufacık bir anımı aktararak çok sıradan bir olaydan, genel yaklaşımı aktarmaya çalışayım size. Amerika’ya ilk geldiğimde George W. Bush iktidardaydı. Sade bir turist olarak Washington’u ziyaret eden her turistin yaptığı gibi önce Beyaz Saray’ı görmek istedim ben de. Yıllardır haberlerde “Beyaz Saray şunu dedi, Beyaz Saray bunu dedi” diye anlattığımız o bina, nasıl bir şeydi yakından acaba? Koştum gittim ama ilk gördüğüm o binadan ziyade elinde pankartlarla Beyaz Saray’ın kapısının karşısında protesto gösterisi yapan bir adam oldu önce! Sağa sola sık adımlar atıyor ve Bush’un tüm aile bireylerine hiç de nazik olmayan (!) argo kelimelerle sesleniyordu protestocu. Zaman zaman araya espriler de sıkıştırıyor, kenarda duran polisler bile kendini tutamayıp hınzırca gülümsüyorlardı adamın ince zekasına. Amerikalı turistler bu protestocuya “şöyle bir bakıp geçerken” benim çenemin göbeğime kadar düşüp kalması elbette ki içinden çıktığım kültürde böyle bir şeyin, üstelik bu kadar alenen yapılırken “cezasız” kalmayacağını bilmemdi. Diğerlerini bilmem ama o gün benim Beyaz Saray önünde çekilen tüm fotoğraflarımda çenemin uzun süre “açık” kalmasından kaynaklı salyalarımı görmek mümkündü! 🙂
Ahkam kesmek ne bana ne “bu işin uzmanıyım” diyene, ne size, ne ona, ne buna düşmez kanımca. Söylenenler söylenmiştir, alınacak dersler de elbet “açıkça kabul edilmese de” alınmıştır. Bize düşen zaman zaman başka medeniyetlerin sadece sigorta, sağlık sisteminde adam kazıklama (Amerika bunu en iyi yapanlardandır dünyada!), trafikteki suçlara orantısız ceza gibi aslında “pek de iyi” olmayan kanun ya da alışkanlıklarını kopyalamak yerine ilham almamız gereken yanlarını görmek, mümkünse örnek almaktır.
Umarım ifade ve barışçı gösteri özgürlüğünün bugün onlara, yarın size, öbür gün bana, bize yani hepimize yararı olacağını bu vesileyle görür ve hatamızla sevabımızla “devşirme” değil “kendimize ait” bir özgürlük ortamı yaratabiliriz.
Boş yere “özgürlükler ülkesi” adını almamış olan Amerika’dan sevgi ve selamlarla…@Selininmacerası adli kisiyi takip et
10 responses to “Gezi Parkı’ndan Önce, Gezi Parkı’ndan Sonra…”
selin ilk defa motorun dışına çıktın ve mükemmel bir şey ne diyelim. bakış açısına imza attın yazını sonuna kadar okudum ve begendim. biliyormusun ben seni tam olarak tanımıyorum ve motosikletli kız konuları buna engel oluyor gibi geliyor bana.
rüualarımın amerikasını o kadar güzel anlatmışınki bazı bilmediklerimi bile bilmemi sagladın ve bundan dolayı sana kocaman bir teşekür gönderiyorum. zahmet olmzssa kabul ette bende küçücük bir tebessüm ve sevinç yaşayım diyorum.
amerika özgürlüklerin ülkesi ve bende buna özlem duyuyorum yıllar önce amerikan büyükelçiliginin nazik vize davetini reddetmiştim. hatta bagımsızlık gününe bir davet almıştım ve bu davete utanarak söyleyeyim kıyafetim ve sözde param olmadıgı için bir saglık mazereti bildirmek zorunda kaldım. işte özgürlükler ülkesinin bütün iyi niyetlerini tüketmeye başlayarak onları çileden çıkarmıştım. gerçekten art niyetli olmadıgımı ve amerikaya yani rüyalarımın ülkesine güçlü gitmek isteyişimi bir gerekçe olarak öne sürdügümde ise beni dinlemeye ve bunun yanında her türlü baskıyı kurmayıda ihmal etmediler.
amerikaya gittigimde herhangi bir inşatta yada tarlada yada benzin istasyonunda yada bir hamburgercide çalışan birisi olarak düşüncelerimin kalitesinin çalıştıgım işten dolayı yerlerde sürünecegini bildigim için gitmek istemdim. bütün bu gerekçeler olurken bana bir gizli servis ajanı ulaştı ve para teklif etti. yalnız olsam belki anlaşabiliriz fakat takımım ve gurubum var onlarında tatmin edilmesi gerekir dedim. oda rakam önemli degil dedi. bunu bir süre düşünecegim dedim. ve bunuda reddettim adamlar çileden çıktı ve adeta çıldırdılar. bush un görev süresi bitmeye yaklaşırken dış işleri bakanı rice ın ricası ile bir baglantı daha kurdular. amerikanın ankara büyükelçiliginde bir dizi gizli bir görüşme yaptım. rekor para ve bir talepleri vardı. cumhuriyetçiler seçimi kaybederse 4 yıl bizi idare et ve onları oyala diyorlardı. para ve talep konusunda anlaştık. yalnız bir sorun vardı. paranın nasıl verilecegi ile ilgiliydi. bunuda çözdük. hayalet isimler ile bu parayı tereyagdan kıl çeker çeker gibi hallettik. arkadaşım attilla han bir bankacıydı ve bu para otomotik olarak bize geçti. bu bir dezgahtı fakat aradıklarını ve istediklerin elde edemediler.ve aldıgımda özel bir state.gov uzantılı hesaba onay ve teyit mesaj gönderdim ve anlaşma yürürlüge girdi. ben sözümü tuttum ve anlaşmanın süresi bitti ve bu arada ise başkan obama ve yönetimini dört yıl oyaladıgım için çok üzgünüm ve utanç duyuyorum. gerçekten benim bir suçum yok. sözümü tutmak zorunda idim.
selin gezi olayları ise çok önemli ve şiddetli oldu. bu olay kapanmaz. biraz zor biter.
vallahi bu dayyip denen adamın hasta oldugu ve ilaçalarını almayı reddetdigi konuşuluyor. bence ilaçlarını almadıgı için zıvanadan çıkıyor bu adam tek sorun bu bence. bu söylentiler gitgide yayılıyor. ve paronaoid şizofreni oldugu idda ediliyor.
sorunun temel kaynagını bildigim için bu adamı fazla dikkate almıyorum fakat yaptıkları ve söyledikleri türkiyeyi ne hale getirdi herkes gördü ve biliyor.
selin en az senin kadar yazmayı planlıyordum. envanterim çok geniş ve güçlü fakat biliyormusun bilmiyormusun babama işleri konusunda yardım ediyorum. sabah işe gitmem gerkiyor ve saat bir e geliyor. ve ayrıca melek hanımda bir yazı yazmış onuda inceleyecegim artı son bir kez yatmadan önce hasaplarımı düzenli olarak kontrol ediyorum. yani bu kadar seronomi olabildi. fakat sen yazında öyle bie şey dedinki artık başıma bir bela daha sardın o ise medya patronlarının sınırsız güçleri ve artık kapasitenin ve mücadelenin yeni bir boyutu resmen hortladı.aslında bunu bilememe ragmen bana birkaç örnekle alarm verdirerek önemli bir konuyu ve olası sorunu tazeledin ve sana teşekür ediyorum.
SAYGI VE SEVGİLERİMLE
not: alooo şey diyorum. bu blogunun konusu bazen degişiklik göstersede farklılık gibi bir güzelligi yaşamaya devam etsek diyorum çünkü içimiz dışımız motosiklet oldu. bana katılıyorsan elma katılmıyorsan armut dermisin..
Yorumunuz için ve “teşekkürünüz” için ben de size teşekkür ederim. Blogumu en sevdiğim şeye, motosiklete ve motosiklet maceralarına ayırmaya duyduğum kararlılık sürecektir inanın. Fakat zaman zaman bu diyarlardan bazı olaylardan, yaşamdan, olan bitenden de bahsetmeye niyetim var. Sizin gibi okuyucuların bunu gayet olumlu karşılaması da benim için çok güzel bir gösterge. Zaman zaman “konu dışı”, “konuyla bağlantılı” vs yazılara hazır olun 🙂 Motosikletli Kız sayfasının okuyucuları geniş bir kitle ve ortak dertlerimizi, keyiflerimizi paylaşmamızın hiçbir sakıncası yok kanımca.
Çok güzel yazmışsın Selincim,ellerine sağlık,gurur duydum seninle.
Yalnız olmadığımızın farkına varmak çok güzel bir duygu.Yıllardır hissetmediğim ”umut” la dolu yüreğim.
Aynı gökyüzünün altında hiçbir zaman yalnız değiliz. Yorumunuz beni çok mutlu etti. Çok teşekkür ederim. Sevgiler…
Kafanızın, yüreğinizin ve yaptıklarınızın hayranıyım. Bu konuda görüşlerimiz de aynı. Ömrüm oldukça ve siz yazdıkça takipçiniz olacağım. Bizdeki yalaka, yüzsüz medya ticaret ve ihale kovalamaya devam ettiği sürece daha çook penguenler göreceğiz. Ayrıca RTE’ deki zeka Hitler’de olsaydı dünyayı fethederdi diye düşünüyor ve ona “Şeytanın doktora hocası” ünvanını yakıştırıyorum. Bu koşullarda efendice mücadele veren halkımız dünyaya örnek olmuştur, kutluyorum.
Yazdıklarımın aradan zaman geçtikten sonra bile okunması, aynı duygu frekansındaki insanlara ulaşması en büyük mutluluk benim için. Güne güzel başlamama, umudumu tazelememe neden oldunuz. İlginiz, takibiniz için teşekkür ederim.
Selamlar,
Gerçekten en başta sizi ilk tanıyıp okuduğum bu yazınızdan dolayı tebrik ediyorum.
Fikrinize zikrinize beyninize ağzınıza sağlık … Bende hem motor kullanıcısıyım hemde 35 yıllık bir fotoğrafçıyım.
Tekrar teşekkürler sizi takip etmeliyim.Türkiyeden sevgiler,
Ali AYYILDIZ.
Ali Bey,
Yazı vesilesiyle tanışmış olmamıza çok sevindim 🙂 Yazıyı beğenmeniz de ayrı gururlandırdı beni. Bir motosikletçi ve fotoğrafçı olarak arada fotoğraflarınızı paylaşmak isterseniz bloğumun kapısı hep açık. Nazik mesajınız için çok teşekkür ederim.
Selin merhaba,
ben bu yazınızı daha yeni okudum. Neredeyse aynı fikirleri paylaşıyoruz. Dışarıdan bakan birisi olarak fotoğrafı çok daha net çekebeliyorsunuz sizler. Benim de Avrupa’da yaşayan bir ağabeyim var gezi eylemleri boyunca orada toplanıp destek verdiler ve zaman zaman bana öyle mailler attı ki burada pek çoğumuzdan daha net şeylerdi yazdıkları. Sanırım medeniyette bize göre az buçuk ilerlemiş ülkelerdeki o özgürlük havasını soluyunca insan fikirlerini çok daha net ifade edebiliyor. Burada zaman zaman twit atarken bile aman halkın milli manevi duyguları rencide olur da biri dava açmaya kalkar mı diye düşünmeden edemiyor insan. Oysa herkes fikirlerinde özgürdür ve hatta bence bu hakaret de dahil böyledir. Neticede o hakareti şiddet eylemine dönüştürmediği sürece pek çoğumuzca kınansa da o da bir fikirdir. Demokrasilerde(lyani gerçek olanlarında) hakaret etmekten dolayı zırt pırt kimse kimseye dava açmıyor. Ki burada ne yazık ki hakaret bile sayılamayacak fikirler dile getirildiğinde kendinizi mahkeme kapısında bulabiliyorsunuz. Oysa işin acaibi, pek çok medya organı da hakaretten beter yazılar manşetler atabiliyor tv’lerde hakaret ötesi yorumlar görülebiliyor, bunu kim yapıyor ne yazık ki iktidara yamanabilenler. Bu bile ülkedeki çarpık demokrasi anlayışının göstergesidir. Çok uzatmayayım ben de motosiklet dışındaki fikirlerimi başka bir blogda ifade etmeye debelenen biriyim. Konu ile ilgili yazdığım bir yazının linkini vereyim aşağıya.
Çok selamlar! Ellerine sağlık.
http://icimdetutamadigim.blogspot.com/2013/06/kraln-cplak-oldugu-gorulmustur.html
Sonradan da olsa uzaklara ulaştığını bilmek güzel yazımın. Doğru, dışarıdan bakarken daha net, daha hür olabiliyor bazen insan. İçinin sızlaması ise hiç değişmiyor.
Anahtar kelime tolerans/hoşgörü sanırım. Her şeyden daha önemli olabilecek olan. Eleştiri kaldırabilme sınırımızı da belirleyen. O konuda gelişmemiz gerekiyor.
Bu arada, kısa süreli bir tatilde olduğum için yorumunuzu biraz geç gördüm. Ama geç de olsa çok teşekkür ederim yorum için. Verdiğiniz linki de en kısa zamanda inceleyeceğim. Sevgiler…