Gabriel Garcia Marquez, “Kırmızı Pazartesi” adlı romanında işleneceği herkesçe bilinen ama bir türlü kimsenin engel olamadığı bir cinayeti anlatır. Herkesin, nasıl olsa birisi engel olur düşüncesiyle, basiretinin bağlandığı, bu yüzden de işlenmesine engel olamadığı bir cinayetin öyküsü.
Maliye Bakanı Tim Geithner, Ocak ayında Kongre’ye bir mektup yazıp, “Borç tavanını yükseltmezseniz bunun ekonomik sonuçları tam bir felaket olur,” dediği günden bu yana Kongre harekete geçmeyince, “Ya limit yükseltilmezse, ya bunun sonu ekonomik bir Kırmızı Pazartesi olursa” diye kendi kendime kuruntu yapıyorum. Bu mektubun basında yer aldığı günlerde duydum ki piyasalar da benim gibi tedirgin olmuş.
“Borç tavanı da ne oluyormuş, yükseltilmezse kimin boynu altında kalıyormuş, benim Dolar’larıma ne olacak?” diyorsanız, yani biraz içinizi daralttımsa, açayım.
Hem konuyu, biraz ileriki paragraflarda da içinizi… (Öyle ya deprem, tsunami, nükleer reaktör krizi, derken kimin yüreği kaldırır yeni bir mali felaketi…)
Amerika, iki savaş, bir mali kriz, bir de bunların üstüne yaşça büyüklerinin sağlık sigorta masrafları eklenince kazandığı parayla geçinemez oldu. Yani iki Dolar kazandıysa, üç Dolar harcadı. Onun için de çoğumuzun yaptığı gibi açığı borçla-harçla kapatmaya çalıştı. Harcamalar arttıkça, açıklar da arttı, açıklar arttıkça alınan borçlar. Ama her yetişkin gibi Amerika’nın da bir borç limiti var.
Bu borç limiti de Kongre tarafından belirleniyor.
Belirlenen limit 14,294 trilyon Dolar.
18 Mart 2011 itibariyle kullanılan borç miktarı 14,173 trilyon – yani belirlenen limite 121 milyar Dolar kadar yakın.
Maliye Bakanı Geithner mevcut harcama hızıyla 15 Nisan ile 31 Mayıs tarihleri arasında borç limitine varılacağını söylüyor. (Güncelleme notu: Son rakamlara göre 31 Mayıs daha büyük bir ihtimal olarak görünüyor.)
2 Kasım seçimleri sonrasında göreve başlayan Kongre’nin Cumhuriyetçi üyeleri, özellikle de Çay Partisi eğilimliler ise borç tavanının yeniden yükseltilmesine şiddetle karşı. Elbette Demokratlar da. Kim ister kazandığından çok para harcamak, borç üstüne borç eklemek!
Onun için de Kongre biraz “bekle-gör” politikası izliyor. “Hele bir konu önümüze gelsin o zaman bakarız,” diyor.
Peki bir Kırmızı Pazartesi olursa yani Kongre borç limitini yükseltmek için harekete geçmezse ne olur?
a) Hükümet günlük harcamaları için yeni borç toplayamaz. Eğer diğer kaynaklardan, mesela, vergi gelirlerinden elde ettiği nakit para yeterli değilse bazı hükümet daireleri kapanabilir. (Zaten 2011 bütçesinin Kongre’den geçmesi sırasında bu riskten kılpayı kurtulundu.)
b) Sağlık ve sosyal sigorta ödemeleri durabilir.
c) Borç faizleri ödenemediğinden temerrüde düşülür.
Amerika temerrüde düşerse?
Japonya’daki deprem 9,0 büyüklüğündeydi değil mi? Finans çevrelerindeki sarsıntı da işte böyle, yani Geithner’ın deyimiyle “felaket” boyutunda olabilir. Hükümet piyasalardan borç bulamazsa IMF gibi uluslararası kurumlardan kaynak arayışına yönelebilir. Kredi notu düşürülebilir, bu da alacağı yeni borçların yeni faiz oranlarına “tavan” yaptırabilir.
İşte durum o kadar riskli ki birilerinin bu felaketi önlemek için bir şeyler yapması gerekiyor.
121 milyar Dolar sonra “felaket kapıdayım” diyor.
Ama ben yine boşuna telaşlanıyorum. Çünkü Kongre — bu yıl biraz daha sert bir görünüm vermeye çalışsa da — 2002 yılından bu yana sürekli olarak borç tavanını yükseltiyor.
Onun için bu konuda görüş bildirenler bu yıl da tavanın yükseltileceğini söylüyor, “Ancak bunun için önce iyi bir pazarlık yapılacağından, harcamaların kısılması için ilgili tüm tarafların köşeye kıstırılacağından kimsenin kuşkusu olmasın” deniyor.
Ben şimdi Kırmızı Pazartesi edasıyla başlayıp “mutlu sonlu” Hollywood filmi havasında bitirdiğim yazıyla biraz kafa karıştırmış gibi oldum ama yakında bu tartışmalar gazetelerin köşe-bucak haberi olmaktan çıkıp, ön sayfalara fırlayınca, benim gibi hemen içiniz daralmasın diye yazdım.
Şunun şurasında boç limitinin aşılmasına ne kaldı ki, birkaç Pazartesi daha o kadar…