2008 mali krizinden bu yana Amerikan ekonomisi, FED’in güvenini yeniden kazanacak bu yüzden de varlık alımlarının aşamalı olarak kaldırılmasına start verecek adımlar attı.
Öyle ya artık konut piyasasındaki canlanma istikrara kavuşmuş, kriz sırasında %10’lara tırmanan işsizlik ağır ağır inmişti merdivenlerden, şirketler de kasalarını tıka basa doldurup, istedikleri an – ki uzun zamandır bunda büyük bir isteksizlik hakimdi – büyük yatırımlar yapacak hale gelmişlerdi. Hele hele borsalar yok mu? 1997’den bu yana en yüksek getirinin kaynağı oldu borsalar. S&P endeksi, geçen yıl tam %29,6 oranında arttı. Tarihsel veriler yıllık getiriyi %12’ler civarında gösterdiğinden bu, hiç de gözardı edilecek bir rekor değil. (“Ağustos’ta suya girsem balta kesmez buz olur” deyip de benim gibi borsaya girmedikleri için rekor kazanç şansını kaçıranlar hala “inkar” mod’unda gözardı edebiliyorlar(mıdır?)bu rekoru…)
Daha da önemlisi üç yıldır, harcamalar ve vergiler konusundaki zıt görüşlerinde ısrar eden Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, yeni yıla, bu iki tartışmalı konuda suya sabuna dokunmayan bir anlaşma yaparak “barış ve huzur içinde” girdi.
Gerçi Aralık ayında durulan sular, Şubat ayında, anlaşmazlıkların öyle pek de sümen altına itilerek unutulamayacağını hatırlatırcasına yine borç tavanının yükseltilmesi konusu gündeme gelince su yüzüne vurulabilir. “Amerika’nın küresel itibarını sarsmamak için taraflar eninde sonunda tavanı yükseltir” diyen uzmanlar bu riske fazla itibar etmiyor ve hükümetin en azından iki yıl kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmayacağına işaret ederek madalyonun parlak yüzüne bakmayı tercih ediyor.
Bu makro tabloyu dikkate alan ekonomistler 2014 yılına umutlu bakmayı da tercih ediyor.
Sıradan Amerikalılara gelince… Hmm, burada işte biraz da duralıyor ekonomistler. Çünkü genel görünümdeki olumlu gelişmelere rağmen, özellikle de mali kriz sonrasında buzdağının görünen ucu olmaktan çıkıp, iyice göze batar hale gelen “gelir adaletsizliği” cephesinde durum pek de parlak değil. CNN televizyonunun Internet sitesinde yer alan istatistikler de bunu doğrular nitelikte:
“Amerika’nın en zengin 400 ismi, gelir piramidinin son basamağında toplaşan 150 milyon insanın toplamından daha varlıklı”. Yani 150 milyon kişi ellerindeki avuçlarındakini toplasa bu 400 kişinin zenginliğini oluşturamıyor.
Bu arada sıradan Amerikalılar’ın önceki yıl evlerine götürdükleri kazanç, 1999 yılıyla karşılaştırıldığında, %9 oranında azaldı. Pew Araştırma Merkezi’nin 2012 verilerine göre sıradan Amerikalılar etnik bakımdan da ayrıştırılınca burada da dengesizlik olduğu ortaya çıkıyor. Beyaz Amerikalılar’ın yıllık kazancı 57 bin dolarken, siyah Amerikalılar da bu rakam 33 bine, Latin Amerika kökenlilerde de 39 bine düşüyor.
Buzdağının görünen ucunu bırakıp biraz daha derine dalınca, bu gelir eşitsizliğinin öyle “bir hırka bir lokma” ile üstesinden gelinecek birşey olmadığı “hayat-memat” meselesine de döndüğü görülüyor.
Nasıl mı?
Zenginler yoksullardan daha uzun yaşıyor. Sağlık Bakanlığı verilerine bakacak olursak, 1980’lerin başlarında zengin Amerikalılar, yoksullardan 2,8 yıl daha uzun yaşıyordu. 1990’ların sonunda zenginler yoksullara göre 4,5 yıl daha fazla yaşar oldular. Veriler bu aranın 1990’lardan sonra daha da açıldığına işaret ediyor.
Eğitimde de yoksullar giderek daha az fırsat eşitliği yakalıyor. Örneğin 1960’ların başlarında doğan zengin Amerikalılar’ın %35’i, yoksul Amerikalılar’ın da %5’i yüksek öğrenim görüyordu. Bir kuşak sonra, yani 1980’lerde doğanlarda fark birden bire açılıyor. Zenginler arasında yüksek öğrenim görenlerin oranı %20 artarken, yoksullarda artış %3’te takılı kalıyor.
Sıradan Amerikalılar kendilerini güvende hissetmedikçe de tüketime dayalı Amerikan ekonomisi bir türlü tam hız alamıyor.
İşte bu verilere bakan bazı ekonomistler, Amerika’daki gelir adaletsizliği ortadan kaldırılmadıkça, ekonomik canlanmanın büyük ve sürdürülebilir olmasının beklenenden daha uzun zaman alacağında birleşiyor.