Ne NATO’nun Patriot kararı, ne Mısır’daki çatışmalar, ne de Avrupa ekonomisinin içinde bulunduğu cendere… Benim için geçmekte olan bu haftanın en önemli olayı bunların hiçbiri değildi. Bence haftanın olayı neydi, biliyor musunuz, California eyaletinin Pasadena kentinde, neredeyse 40 yıl önce California Politeknik Üniversitesi’nin NASA adına işlettiği Jet Propulsion Laboratuarı’nda üretilen, beş yıl çalışacak şekilde tasarlanan Vogayer 1 ve 2 uzay araçlarının uzaya fırlatılışından 35 yıl sonra yıldızlararası uzaya geçmeye hazırlanmasıydı. Bu, bir bilim kurgu romanının içinde yaşamak, ya da okuduklarınızın gerçek olması gibi birşey.
722 kilogram ağırlığındaki Vogayer 1 aracı, NASA tarafından 7 Eylül 1977’de, ikizi Voyager 2’yse 20 Ağustos 1977’de uzaya gönderilmişti. NASA’nın Voyager misyonunun amacı, Güneş Sistemi ve yıldızlararası uzayı keşfetmek. Her iki araç da aradan 35 yıl geçmesine rağmen hala birçok keşifte bulunmayı sürdürüyor. Voyagerlar şu anda yıldızlararası uzayın kenarında, şeffaf heliosfer balonu olarak tanımlanabilecek tabakanın köpüklü duvarlarını aşmaya çalışıyor. Aslında Voyagerlar hala Güneş’in etkisinde çünkü ilerledikleri manyetik yolda güneşten saçılan partiküllerle karşılaşıyorlar. Uzay bilimcileri, köpükten duvarın ne kadar kalın olduğuna dair hiçbir şey bilmiyor; bunu Voyagerlar kendileri keşfedecek, ancak önümüzdeki üç yıl içinde araçların duvarı aşarak yıldızlararası uzaya geçecekleri tahmin ediliyor.
Voyagerlar fırlatıldıktan 2 sene sonra, 1979’da Jupiter’e erişmiş ve bu gizemli gezegenin ve uyduları Europa ve Io’nun binlerce fotoğrafını dünyamıza göndermişti. Araçlar üç sene sonra da Satürn’e ulaşmıştı. Satürn’ün birkaç değil binlerce halkaya sahip olduğunu, Dünya’nın bebekliğine benzeyen Satürn’ün uydusu Titan’a ait ayrıntılı bilgileri de hep Voyagerlardan elde ettik. Bu noktadan sonra iki aracın istikametleri değişti, Voyager 1’ın gezegenlere dair misyonu bitti, ancak Voyager 2 1986’da Uranus’e, 1989’da da Neptün’e vardı ve bu iki uzak gezegeni keşfetti.
2013’e girmeye yaklaştığımız şu günlerde her iki Voyager da artık bize çok daha çok uzaklar. O kadar ki, Voyager 1’in gönderdiği sinyaller Dünya’ya 17 saatte ulaşıyor. Bu uzaklığı anlamak için Güneş ışınlarının bize sadece 8 dakikada eriştiğini hatırlamamız yeterli olur. Voyager 1, Dünya’ya şu anda 18 milyar, Voyager 2 ise 15 milyar kilometre uzaklıkta. İki araç da enerjisini plütonyumdan alıyor. Bu enerji araçlara 2020 ila 2025 yılına dek yetecek.
Voyager misyonunun en önemli amaçlarından biri uzayda başka varlıklar olup olmadığını araştırmak, olası uzaylılara rastlandığı takdirde onlara kendimizi tanıtmak. Bunun için her iki aracın içine Altın Plak adı verilen altın kaplı bakır gramofon kayıtları yerleştirilmişti. Altın Plaklar uranyum 238 izotopuyla kaplanmış alüminyum kutuların içinde duruyor. Uranyum kullanılmasının nedeni, uranyumun yarılanma ömrünün plakların hangi zamana ait olduğunun anlaşılmasını sağlaması.
Plakta hangi bilgilerin içereceğine karar veren komitenin başkanlığını, Amerikan biliminin önde gelen isimlerinden Cornell Üniversitesi’nden Carl Sagan yapmıştı. Hemen belirtmekte yarar var, UFO deyince akla ilk gelen isimlerden biri olan ünlü bilimadamı Carl Sagan, 1996 yılında 62 yaşında kanserden hayatını kaybetti. Altın plakta neler olduğuna gelince… Komite, plağa insanoğlunun ve dünyamızın hikayesinin özetini sığdırmaya çalışmıştı adeta. Plaklar Zaire’de Pigmi kızların seslerinden Mozart’ın bestelerine, dalga, gök gürültüsü, rüzgar, hayvan seslerinden 55 dilde selamlaşmaya, zamanın Amerikan başkanı Jimmy Carter’ın mesajından kadın ve erkek figürlerine, ikili kod sisteminden hidrojen molekülü diyagramına kadar birçok bilgi içeriyor. Plağın içeriklerinin adı, ‘Murmurs of Earth,’ yani ‘Dünya’nın Mırıltıları.’ Bakalım bu mırıltıları duyacak birileri çıkacak mı… cevabı en çok merak edilen sorulardan biri işte bu olsa gerek.