Washington’da bu hafta yine gündemler üst üste bindi. Bir yanda, dünyayı sanayi kirliliğinden korumaya çalışan çevrecilerin “Doğa Günü” diye çevirebileceğimiz “Earth Day” faaliyetleri vardı : Bu çevreciler, ormanlarda, parklarda, nehir kıyılarında arı gibi çalışıp, pet şişeleri topladılar, park bekçilerinin kulübelerini boyadılar, olası taşkınları önlemek için bentleri gözden geçirdiler, yolları temizlediler. Diğer yanda ise kentin göbeğindeki Uluslararası Para Fonu (IMF) binasında toplanan maliye bakanları vardı. Bakanlar da aslında olası bir taşkını önleme konusuna odaklandılar. Ama burada önlem alınan olası taşkın, Avrupa’daki krizin gelişmekte olan ülkelere yayılma ihtimaliydi.
İşte bu yüzden üye ülkeler, IMF’ye 430 milyar Dolar daha fon sağlama vaadinde bulunarak, Avrupa krizindeki ülkelere yardım kapasitesini iki kat artırdılar. Avrupa’daki krizin “çevreye taşmaması” için bir çeşit küresel bent kurdular.
Gelişmekte olan ülkeler de krizi önleme fonuna ek katkıda bulunma vaadinde bulundular. Ancak rakam açıklamadılar.
Rakamın açıklanmamasıyla, bahar toplantılarında “yeni zenginlerle” “eski varlıklılar” arasındaki yüksek gerilim hattı, Nisan yağmurlarında birbiri ardına çakılan şimşekler misali, görünürlük kazandı. Gerilim eski zenginlerin IMF temsil ve yönetiminde yeni zenginlere “yer açmada” biraz gönülsüz davranmasından; 2010 yılında kabul edilen reformları kendi ülke meclislerinde onaya sunma işini biraz ağırdan almasından kaynaklanıyor.
Mesela Başkan Barack Obama’nın Kasım ayındaki seçimlerde, kendisine puan kaybettirebileceğini düşündüğü gerekçesiyle, konuyu Kongre’ye götürmeyeceğinin anlaşılması yeni zenginlerin canını biraz sıkmadı değil. Reformlar, onaylandığında, Amerika’nın fona yaptığı katkı payını artırması gerekiyor ki bu, Obama açısından, zaten bu tür kurumları sevmeyen ve federal harcamaları olabildiğince her yerden kesmek isteyen Cumhuriyetçilerin seçimlerde ekmeğine yağ sürmek anlamına geliyor.
Aslında, reformlar kabul edildiğinde en fazla kayba uğrayan şu sıralarda en fazla yardımı alan Avrupa olacak. Çünkü iki yıl önceki vaatlere göre Avrupa, elindeki sekiz koltuktan ikisini kaybedecek. İşte bu yüzden Avrupalı da olsa IMF Başkanı Christine Lagarde’ın, yeni zenginlerden bu hafta taahhütte bulundukları parayı alabilmek için hem Avrupa hem de Amerika’ya baskı yapması bekleniyor.
IMF Başkanı Christine Lagarde, zaten, “Herkes büyüklüğü aynı kalan pastadan daha fazla pay almak istiyor, bu yüzden en doğru yol ‘biraz alıp-biraz vermekten’ geçiyor,” diyerek sanki azıcık Avrupa’ya aba altından sopa göstermiş gibi oldu. En azından bu tür bir demeci ben öyle algılıyorum.
Lagarde’ın, Haziran’daki G20 toplantısına kadar kısa bir zamanı var. Çünkü gelişmekte olan ülkeler taahhüt ettikleri yardımın miktarını bu toplantıda açıklayacaklar. İşte bu süre zarfında da anlaşılan kulislerde, ikili ve çoklu görüşmelerde, çalışma yemeklerinde, resmi konferanslarda, kısacası olabilecek her ortamda yeni reformların onayı gündemin her daim bir kenarında olacak. Sonunda reform ne kadarsa, yardım da o kadar olacak…
Ama tabii bir de bunun “aması” var: 2010 yılında kabul edilen reformların, önceden belirlenen takvime göre 2012 Ekim ayına kadar tamamlanması öngörülüyordu. Ancak araya ABD başkanlık seçimleri de girdiğinden sürecin onayı sonbahara değil muhtemelen ikinci başka bahara kalacak gibi… Bu durumda da belki yeni zenginler de taahhüt rakamını açıklamayı bir sonraki bahara bırakabilir…