Yok Böyle Bir Ceza!

Posted October 31st, 2011 at 1:56 pm (UTC-5)
28 comments

Amerika’da bu hız işini ciddiye alıyorlar! Damdan düşer gibi girdim konuya değil mi? 🙂 Aslında damdan düşmedim, neyse ki motordan da düşmedim! 🙂 Ama okuduğum bir haber bana öyle çok şey düşündürttü ki doğrudan konuya girmek istedim…

Araçların aşırı hızlı seyretmesine artık Türkiye dahil birçok ülkede tahammül, daha doğrusu kanunun tahammülü çok az. Amerika’da ise “hiç yok” denecek kadar az. Birçok otoyolda hız limiti 55 mil ile 65 mil arasında (Ah bu Amerika’nın dünyanın geri kalanının tersine benimsediği ölçü birimlerini tam rakamlara dönüştürmek ne zor! Ama yaklaşık 80 km ile 105 km arası diyebiliriz.) Yani Türkiye’de alışık olduğumuzun (alıştığımız seyir hızının) çok altında. Aslında hız limitleri tüm dünyada birbirine benziyor da toplumsal olarak bu limitlerin ne kadar üstünde yaşandığı, kanunun uygulanması prensibine bağlı olarak değişiyor.

(Çok geçmeden hatırlatayım. Bu yazıyı okumaya üşenenler yukarıdaki ses dosyasına bir “tık” yaparak, benden dinleyebilirler)

Ben elimi korkak alıştırıyorum, neme lazım. Zira burada hız limitinin üzerinde gittiğiniz için aldığınız ceza sadece cebinizi yakmıyor. “Dikkatsiz/Özensiz sürücü” sayıldığınızdan elinizden ehliyetin alınmasından, birkaç cezadan sonra kodeste sabahlamaya; hatta ve hatta daha da uzun vadeli bir işkence yöntemi olarak araç sigorta primlerinizin “yukarı doğru hareketli bir seyir” izlemesiyle sonuçlanabiliyor. İşte o yüzden, sağ elimi sakin tutmaya çalışıyorum. Gazı limite getirince de orada sakin sakin seyretmeye çalışıyorum. İşte Amerika insanı böyle yapıyor. Korkutuyor düpedüz 🙂 Ama bu sayede, otoyolda sol şeritte hız limitinde giderken hemen arkanıza yapışıp selektör yaparak sizden yolu açmanızı isteyenler olmuyor.


Tabii yollarda “gülsem mi ağlasam mı” cinsinden manzaralar da olmuyor değil. O dev motorlu Amerikan otomobilleri, koca bir beygir filosunu motoruna sığdırmış güzelim motosikletler 4 şeritli otobanda yan yana dizilip gidiyor. İçi gidiyor insanın bazen. “Kullanılamayan güç, güç müdür?” dedirtiyor insana. Ama öyle ince bir çizgi ki bu… Bir ucunda “aşırı hız ve ölüm” bir ucunda “zorla da olsa sakinleştirmek içindeki hız canavarını”… Alışıyorsun vesselam…

Amerika’da yol ve sürücü adetleri üzerine size anlatabileceklerim bitmez. Bitmemeli de. Göre göre, duya duya çoğaltmayacak mıyız dünya görgümüzü, iç zenginliğimizi, tartışma kültürümüzü? Evet!

Beni bu “girizgâh”a sürükleyen habere gelelim şimdi. Belki de “aşırı hız”la ilgili duyduğum, okuduğum en ilginç şeye…


İsviçre’de bir motosiklet sürücüsü. 38 yaşında bir erkek… Artık bir yere mi gidiyor, motoruyla birazcık “hız yapmak” mı istemiş bilinmez… Sürücü, hız limitinin üstünde seyrederken birden ilerideki trafik kamerasını fark ediyor. Hani şu limiti aşanları klik diye fotoğraflayıp “Amirim, valla ben yapmadım” deme ihtimalinize karşı şöyle güzel tarafından bir fotoğrafınızı elinize tutuşturan cinsten kameralardan 🙂 Kamerayı görünce de asılıyor frene… Tabii motosiklet üstündeki en büyük günahlardan birini işlemiş oluyor böylece ve ani fren kaydırıp alıyor motoru altından! Sürücü bir yana motor bir yana sürükleniyorlar yolda! Ama iş işten geçmiş bir kere. Artık sürücü kameranın kapsama alanında! Dolayısıyla “düşme” anı da kamerada! Buraya kadar ilginç bulmadıysanız şimdi sıkı durun! Bu sürücü sizce neden haber oluyor dünya basınında? Yaklaşık 66 mil hızla (Yani 105 km civarında) yerde sürüklenirken hız limitini aşıyor da ondan! Bilmem dünyada ilk midir ama böylece yerde son sürat sürüklenirken hız limitini aşan motosikletçi olarak hem gazetelere konu oluyor hem de ceza almaktan kurtulamıyor!

Aklınızdan geçen diğer sorunun yanıtını veriyorum şimdi! Neyse ki ölmüyor sürücü! Polisin dediğine göre çok iyi bir koruma kıyafeti olan sürücü ufak tefek çizik ve çürüklerle atlatıyor bu hazin olayı… Polis, hiç acımıyor. Hem cezayı yazıyor hem de 3 ay boyunca ehliyetinden mahrum ediyor motosikletçiyi…

İşin daha da ilginci aynı gün, bu motorcudan önce 18 kişinin daha kameraya hız yaparken yakalandığı söyleniyor. Belli ki polis hız sınırlarının sık sık aşıldığı bir yere kurmuş kamerayı. Haberin yer aldığı kaynaklarda yazılan yorumlar da ayrı bir macera! 🙂 Kimisi diyor ki “Bir motor, araba kadar çabuk duramaz. Bu hız kameraları motorcular için tehlike oluşturuyor!”. Eee tabii, birisi de yanıt veriyor “İyi de zaten o kadar hızlı gitmeseymiş, o sıkı frene de gerek duymazmış! Hız yapmazsan sorun da olmaz.” Her iki tarafa da dönüp “Bence sen de haklısın” demek geliyor içten ama….

Üstelik internet dehlizini biraz karıştırınca en az bu olay kadar “tuhaf” sayılabilecek birkaç şeye daha rastlamak mümkün. Örneğin, hız kamerasına “münasebetsiz bir el işareti” yaparken fotoğrafı çekilen motosikletli! 🙂 26 yaşındaki Paul, kamera sadece ön taraftan motoru görüyor diye rahatça kullanıyor parmaklarını! Ama unuttuğu bir şey var! O da kaskının açık olan vizörü! Polis, intikam ateşiyle yanıyor olsa gerek ki (:)) Paul’ü bir başka gün aynı yoldan geçerken tanıyor. Bu kez plakası not ediliyor. Sonra da “yakışıklı” fotoğrafı kendisine gösterilip yüklü bir cezaya çarptırılıyor! Ehliyetinden de 5 puanı uçup gidiyor. Haberi yazan editör, kendini tutamayıp yorum yapıyor bu kez: “Paul, bir daha hareket çekmeden önce koyu camlı bir vizörün olduğundan ve onu kapalı tuttuğundan emin ol, tamam mı!” 🙂

Bugün işe “gülümseten tarafından” baktık ama aslında şakası olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Siz siz olun, özgürlüğünüzden ödün vermeyin ama ara sıra limitlerde yaşayın. Kameraya yakalanacaksanız da en azından motorun üstünde yakalanmaya özen gösterin 😉

Aaaa, bir de… Böyle ilginç anılarınız varsa hemen aşağıdaki “Comment/Yorum” bölümünden okuyucularla paylaşın olur mu? Olur olur… 🙂

Biraz Gülmek Lazım…

Posted October 25th, 2011 at 1:34 pm (UTC-5)
17 comments

 

Motosikletli Kız‘ın okuyucularının anıları bitmez. Deştikçe renkli anılar çıkıyor hepinizin sandıklarından. Kendi pek muhterem anılarıma tekrar dönmeden önce yine blog sayesinde “motosiklet dostluğu” kurduğum değerli okuyuculardan biri, Tamer İçel’in yazdığı bir anısını paylaşmak istiyorum sizlerle.

Her ne kadar bu bir motosiklet ehliyeti macerası olmasa da, bu blogda daha önce yer alan ve pek tabii “motosiklet ehliyeti alma yolunda yaşanan tuhaflıklar” olarak adlandırabileceğimiz anıların içine yakışır nitelikteydi anlattıkları Tamer’in. Üstelik çok anlamlı bir fotoğraf da eklemişti taa çocukluk yıllarından. Yine hiç dokunmadan yayınlıyorum. Renkli anılarınıza “Sizin Köşeniz” adlı, hemen sağ sütundaki kategorilerde bulabileceğiniz köşede devam edeceğiz. Siz de paylaşmak isterseniz e-posta adresim: motosikletlikiz@gmail.com

 

Tamer İçel‘in kaleminden:

“Ehliyetimi 1975 yılında yaşım tutar tutmaz aldım. 2 yıl öncesinden itibaren babamla birlikte eğitim sürüşleri yapıyorduk. Hatta Aydın’da yaşadığımız 1973-1974 yıllarında civardaki turistik yerlere ailece gezmeye giderken o zamanki otomobilimiz olan Murat 124’ü ben kullanıyordum. Trafik polisi görmesin diye yola sabahları 6 gibi çıkıp gidiyorduk. O yıllarda otomobil de çok az olduğundan yollarda yoğun trafikle de karşılaşmıyorduk.

Sonra 1974 yılında tekrar İstanbul’a gelip yerleştik. O yıllarda ehliyet almak çok zordu. 3’ncü, 4’ncü,  5’nci kez girenler oluyordu direksiyon sınavına.

 

Etiler’de bir direksiyon sınav pisti vardı. Orada sınava girdim. 1 polis memuru ve bir komisyon üyesi otomobile biniyorlar ve adayın sürmesini istiyorlar, geri manevra, park etme gibi şeyleri yapmasını istiyorlar ve kontrol ediyorlardı. Ben artık çok iyi otomobil kullanır duruma gelmiştim ve kendimden çok emindim, ancak bu sınavda en çok hatırası olan olay şuydu:


Sıra gelsin sınava gireyim diye beklerken tam benden önceki sürücü adayı, sınava başlar başlamaz, direksiyonu heyecandan olsa gerek sürekli sola dönük tutarak hareket etti ve soldaki yamaca yan yan tırmanan otomobil içindeki heyet ile birlikte sonunda tavanının üzerine devrildi ve ters durumda durup kaldı. Alandakiler şoka uğramıştı. Devrik otonun içinden görevliler ve sürücü adayı çıkabildiler, ancak görevliler çok korkmuşlardı, sürücü adayını o hırsla biraz tartakladılar 🙂

 

Ben ise tam bu sürücüden sonra sınava girecektim ve ”Eyvah bu moral bozukluğu ve korkuyla bu komisyon bugün kimseye ehliyet vermez” diye düşünmüştüm! Şanssızlık işte. Ama umduğumuz gibi olmadı ve ben ehliyet sınavını başarıyla geçtim, ehliyet alma hakkını 1’nci sınavda kazandım. Ancak tam benden önce sınava giren adayın arabasını devirmesi daima aklımda yer etmiş ve her fırsatta çevremdeki dostlarımla paylaşmışımdır 🙂 İyi ki hiç kimse yaralanmamıştı.”


İkinci Bahar

Posted October 17th, 2011 at 11:45 am (UTC-5)
11 comments

Amerika’da ikinci kez (Türkiye’deki ehliyetimden sonra) ehliyet alırken yaşadıklarımı burada yazmıştım. Aslında adı her ne kadar “Amerika’da Ehliyet Alma Çilesi” olsa da aslında bu işi buralarda ne kadar ciddiye aldıklarına dair bir traji-komik öyküydü benimki… (Burayı tıklayarak görebilirsiniz yazıyı) Yazım Türkiye’deki birçok motosiklet tutkununu düşündürmüş, derin derin tartışılmıştı bu konu.  Kimileri “Bana ilham verdiniz” demişti, kimileri e-posta atıp “Motosikletleri sevmem ama yazıyı okurken içim bu fikre ısındı” demişti. Ben amacıma ulaşmıştım böylece 🙂 Herkesin (Tamam tüm dünyanın olmayabilir ama en azından  takipçilerimin 😉 ) içine motosiklet aşkını işleme hedefime yani 🙂

Ama her gün yeni birşeyler duyuyor, bir o kadar şaşırıyor, duygulanıyor, ilham alıyoruz ya… İşte bloğun okuyucularından Cemal Dolunay’ın attığı bir e-posta da bende bu hisleri yarattı. Sıradanın dışına çıkan bir öyküsü vardı ve burada yer almayı kesinlikle hak ediyordu!

Cemal Bey, ilk gençlik yıllarından beri motosiklet kullanmasına rağmen “teknik bir tuhaflıktan” (!) ötürü ertelediği “motosiklet ehliyeti” alma işini tam 57 yaşında yapmıştı! Öyküsü birçoğumuzun başından geçen bir durumu anlatıyor. Bir özeleştiri, sisteme bir sitem aslında… Asıl esprisi ise sonunda saklı. 10’larca yıldır “motosiklet dostu” ve sıkı bir motosikletçi olan Cemal Bey’e, paylaşımı ve dürüstlüğü için “çoooooooook” teşekkürler.

Hiçbir yerine dokunmadan, kendi kaleminden, aşağıda 🙂

“13-14 yaşlarında motosiklet kullanmaya başladım, kiralık Vespa ve Java en çok da Vespa’yı tercih ediyordum, elden vitesli.

Yale marka alman malı bir bisikletim de vardı zaten. Ve ehliyet almıştım bisiklet kullanabilmek için. Öyle ağrıma gitmişti ki o yaşta binebildiğim bir şeye hiç kimse almıyorken ben neden ehliyet alıyorum diye. Bu nefretten olacak, yıllar sonra evde elime geçince yırtıp attım şimdi çok pişmanım, keşke yapmasaydım da fotoğrafını burada yayımlayabilseydim.

Ben motosiklet ehliyetimi 57 yaşımda aldım. Yaşadıklarına benzer sıkıntılar ama tersi, yaşadım. Bir okula kaydoldum, kapılarında sürücü kursu ve okul kelimeleri yazılı. Kitapçık falan yoktu, internette soruları bulursun zaten dediler. Peki motosiklet nerede görebilir miyim diye sordum, şaşkınlıkla baktılar yüzüme, o da yokmuş. Ben içerden gittikçe kabarıyorum, yaşı bana yakın biri durumu kavramaya başlarken ben, “Kapınızda sürücü kursu ve okul yazıyor, kitap yok motosiklet yok, ben size neden para veriyorum, ya paramı iade edin veya ben valilikten başlayıp Milli Eğitim Bakanlığı’na kadar ulaşıp, bu eksiklerinizi size tamamlatayım veya bana bunları hemen sağlayın” dedim.

Bahsettiğim yaşı bana yakın olan kişi iki gün sonra uğramamı rica etti kibarca, ama adam da gerçekten kibar biri sadece ortama uymak zorunda kalmış. Dediğini yaptım uğradım iki gün sonra, eğitmenmiş çaydanlık benzeri bir scooter getirmişler bir de kitapçık yeni ama hiç kullanılmamış 🙂 Motor altımda ufacık kaldı sanki çocuğunun motosikletini kullanan babalar gibiydim. Kursun bulunduğu mahallede dolaşıp durdum. Eğitmende beni kısa bir süre izledi ve peşimi bıraktı, sen zaten kullanıyorsun diye. Sınavın nasıl olacağını sordum, 60-70 metre gidip dönüp geleceksin dedi. İnanmadım ciddi olup olmadığını, dönerken ayağımı yere değdirip değdiremeyeceğimi sordum. Çünkü dönüş mesafesi ancak dönebileceği kadardı. Sınavda görürsün elbette değdirebilirsin, bindiğin iki tekerlekli bir araç neden değdiremeyesin ki dedi. Uzatmayayım sınav günü geldi, yaşıma hürmeten herhalde sınav benle başladı. Dümdüz, benim antrenman yaptığım yol, 60-70 metre gidip döndüm yere değmeden, sınav amiri bana uzaktan bir işaret yaptı, kuka falan yok yolda, bende herhalde kuka varmış gibi yap diyor düşüncesi ile sağ sola motoru yatırarak ve eğlenerek yanına vardım. 95 puan almışım 🙂 Çok ağrıma gitti 5 puan niye kırıldı diye öğrenemedim.

Neden bisiklet ehliyetinle başladım dersen, bisiklet sınavının yazılı sınavı motosiklet ve güncel ehliyet sınavından daha zordu. Uygulamalı sınav ise Amerika’daki gibi zordu. Büyük bir alanda bu iş için yapılmış parkurda yapıldı. O kadar çok dönüş ve durup kalkma varı ki bir kişinin sınavı 15-20 dakika sürüyordu. Durmaların dışında ayak yere değdiği an sınav başarısızlıkla bitiyordu. Kuka araları çok yakındı. Defalarca tamamen inip seri bir şekilde bisiklete binmek ve bu sırada sağ sola yalpa yapmamak çok önemliydi. Sınav sırasında görevlilerin ani, hatta panik emirlerini yerine ne getirmek zorundaydık dengemizi ve yol çizgimizi kaybetmeden.

Sonuç 45 sene önceki bisiklet ehliyeti sınavı şimdiki motosiklet ehliyet sınavının yanında master programı gibiydi.”

Siz de anlatmak, dinlenmek isterseniz e-posta adresim motosikletlikiz@gmail.com

Buraya Kış Gelmeyecek! :)

Posted October 10th, 2011 at 12:31 pm (UTC-5)
7 comments

 

Ortak paydamız motosiklet. Önemli olan da bu. Kim olduğunuz, nerede yaşadığınız, yaşınız, saçınız, başınız, eviniz, arabanız, görüşleriniz… Hepsi boş. Motosikleti seviyor musunuz? O zaman gelin buraya. Çünkü sizinle konuşacak, paylaşacak birşey mutlaka buluruz.

Motosikletli Kız bu anlayışla doğdu işte. Son yıllarda Amerika’da sürdürdüğüm hobimi dünyayla paylaşabilme arzumun sonucuydu bu blog. Kısa sürede binlerce kişiyle “ortak paydamızda” birleştik burada.

Birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz var. Daha başındayız işin. İşte bu yüzden “Motosikletli Kız” yeni sezonuna başlarken, önce kendimle başlıyorum “yakından tanıtma” işine:)

Motosikletli Kız kısa sürede “konuşulan” bir blog haline gelince Akşam Gazetesi’nin de ilgisini çekmişti. Gazeteci Eyüp Tatlıpınar bana ulaştı ve “kendini anlat” dedi. Blogun birçok okuyucusu bu röportajı okudular, okuduklarını benimle Amerika’da saatler sabaha karşı 2’yi falan gösterirken (!) paylaştılar 🙂 Çok da iyi yaptılar. Gazeteyi alamadığım için sayfayı “tarayıcıdan geçirip” e-mailime atanlar da oldu. Okyanus aşırı ağ oluşturduk anlayacağınız 🙂 Akşam’da çıkan haber Facebook’ta 15 bin “beğeni” topladı 🙂 Motosiklet camiamız geniş ne de olsa 🙂

Ama ben blogda bu röportaja yer vermedim o dönem. Şöyle biraz nadasa bıraktım. Ama baktım ki e-mailler geliyor. Herkes bir parça da olsa “ayrıntı” istiyor… Bakın, uyarıyorum 🙂 Anlatabileceğim çok şey var. Bende kelimeler tükenmez! Emin olun 🙂 Ama… Anlatacaklarımı motosiklet hikayelerimin içine saklamayı sürdüreceğim şimdilik.

Bu süre içinde bu blogun yazarını biraz daha tanımak isteyenler için de röportaj sayesinde tanıma fırsatı bulduğum sevgili Eyüp Tatlıpınar’ın yazısını paylaşacağım şimdiye dek görmemiş olanlarla…

Akşam Gazetesi’ndeki röportajın tamamı işte burada:

“MOTOSİKLETLİ KIZ” SELİN AMERİKA’DAN BİLDİRİYOR

Gazetedeki halini blog okuyucuları hemen tarayıcıdan geçirip göndermişti 🙂

Amerika’nın büyük medya organlarından Voice of America’da (VOA-Amerika’nın Sesi) 2008’den beridir çalışan Selin Süer Ünlü, bir motosiklet ‘hastası’. Kendi anlatımıyla işe başladığı ilk günlerden itibaren bütün arkadaşlarını ve yöneticilerini motosiklet maceralarını anlatarak bunaltınca, yöneticiler de ona ‘Sen en iyisi bunları bize anlatacağına blogda yaz’ diyerek kendisine şirketin resmi adı altında açılan blog sayfalarından birini tahsis etmişler. //blogs.voanews.com/turkish/selin adresinde (ya da google’a ‘Motosikletli Kız’ yazıp çıkan linki açabilirsiniz) hikayelerini yazan ‘Motosikletli Kız’, kendisi gibi motor tutkunlarının da anılarını bekliyor.  Motosikleti, ‘Ağrı kesicim, heyecanım, kafam bozuk olduğunda derin bir nefesle düşüncesini içime çekmeye çalıştığım şey’ sözleriyle tanımlayan Ünlü’nün bu sevgisinin başlangıcı sekiz yıl öncesine kadar uzanıyor. İstanbul’un trafiğinden kurtulmak için helikoptere alternatif ararken motor kullanmak aklından geçer. (‘Çocukluk günlerini çoktan geride bırakmasına karşın’, şu sıralarda helikopter pilotluğu kursuna gitmeyi ve yakında bu işi yapmayı düşündüğünü söylüyor.) O yaz tatil yaptığı Marmaris ile İçmeler arasında gidip gelirken aynı fikre bir kez daha kapılınca, motor üstünde bir-iki tur atıp kendini ‘usta motorcu’ olarak kabul eder. İstanbul’a döndüğünde aldığı küçük Honda Beat, yalnızca trafikten değil, yoğun haber temposunun yan etkilerinden kurtulmanın da bir aracı olur.
Amerika’ya gitme hikayesi kısaca şöyle: Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’ne Türkiye derecesiyle giren Ünlü, okuldaki başarısını simültane çevirmenlikte, SKYTÜRK, TV8 ve NTV kanallarının dış haberler bölümünde de gösterince, merkezi Washington’da bulunan VOA’ya yaptığı başvurudan olumlu sonuç alır.

BİR ARZU NESNESİ; SCOOTER
Aradan geçen sekiz yılda dört farklı motor kullanan Ünlü’nün şu anki motoru Suzuki’nin ‘maksi scooter’ sınıfındaki Burgman 650 modeli. Bizde Harley Davidson’la özdeşleşmiş ‘chopper’ modeli motosikletler arzu nesnesi olarak görülürken, Harley’in anavatanı Amerika’da Ünlü’nün motor seçimi epey dikkat çekmiş. ‘Chopper’lar burada ‘kolay ulaşılabilir’ motorlar sınıfında’ diyen Ünlü, yollardaki ‘chopper’ bolluğundan dolayı Türkiye’deki sevdasından soğuyup az bulunan bir scooter olan Burgman’a tutulmuş. Bir gün ilanlarda bembeyaz bir Burgman’ın, yaşadığı yere 8 saatlik uzaklıktaki bir kasabada satıldığını görmesiyle yola çıkıp motoru alması bir olmuş. ‘Gördüğüm ilgiyi anlatamam, her gün en az iki kişi trafikte meraktan yanıma yaklaşıp motoru inceliyor’ diyor Ünlü. Ona göre motor hacimleri 700 cc’ye dayanan scooter’lar yakında cazip motorlar sınıfında öne çıkacak.
Kendisinden motor kültürü açısından Amerika’yla Türkiye’yi karşılaştırmasını istediğimizde, bin küsur kilometrelik Boston seyahatinde tek bir tehlike yaşamadığını, buna karşılık Türkiye’de bir kadınının saçlarını rüzgarda savurarak motor kullanmasının cesaret istediğini söylüyor. Bu konuda bir önerisi de var; Okan Bayülgen gibi tanınmış motor kullanıcılarının merkezinde yer aldığı, motor kültürüyle ilgili kampanyalar düzenlenmesi.

MOTORLA YUNAN ADALARI TURU OLUR MU?
Her fırsatta uzun yola çıkıyormuş Ünlü. Motoruyla yaşadığı en güzel macerayı soruyoruz. Virginia eyaletindeki Blue Ridge Dağları arasında uzanan, rüya gibi 170 kilometrelik Skyline yolunda ilerlerken, karşısına aniden şirin bir ayı yavrusu çıkmasının en özel macerası olduğunu söylüyor. Motor kullanırken en sert frenini o an yapmış. Türkiye’de çıktığı uzun yolculuklardan birini ise buradaki tüm macera severlere öneriyor. İlk anda biraz garip bulabilirsiniz ama motor seyahati için önerdiği rota Yunan adaları turu. 11 gün süren gezisinde İstanbul’dan Ayvalık’a doğru yola çıkıp adalar arasında dolmuş gibi işleyen feribotları kullanarak Midilli- Santorini- Atina- Selanik- Kavala- Edirne- İstanbul turu atmış. Aklından ‘Oralara motorla gitmek ne kadar mantıklı olabilir?’ sorusu geçenler için, ‘Mesela bir kırmızı ışıkta beş motor yan yana durduğumuzu hatırlıyorum’ diyor Ünlü.

(Gazetenin kendi sayfasından okumak isteyenler için adresi: http://www.aksam.com.tr/motosikletli…r–35585h.html

Bu arada… Benim gibi “kolay titreyen” çoğu motorcu için kış geldi, motosiklet gezileri aksar oldu. Ama bu bloğa kış gelmeyecek. Motosiklet gezilerinizin paylaşılacağı bir bölüm geliyor!

En dikkat çekici maceraları toplayıp, dünya motorcularıyla buradan paylaşacağız. Şimdi SÖZ SİZİN… 😉 Yayınlanmasını istediğiniz fotoğraf ve yazılarınız için e-posta adresim: motosikletlikiz@gmail.com

Kısa Bir Aranın Ardından…

Posted September 19th, 2011 at 12:05 am (UTC-5)
8 comments

Önemli Duyuru!!!

Motosikletli Kız da yorulur… 🙂 Tatil çeker canı… Güzel anılar biriktirebilmek umuduyla bir süreliğine uzaklaşır buralardan…

Döndüğünde motosiklet ve Amerika maceralarını paylaşmayı sürdürecek. Sizden de “kendi”  hikayelerinizi, “kendi” maceralarınızı bekliyor olacak. Buralardan son motosiklet haberlerini, yol hikayelerini, sürüş “raconu”nu ( 🙂 ) ve diğer merak edilenleri Motosikletli Kız yazacak yine…

 

Klişe olacak biraz ama: Kısa bir aradan sonra yine birlikte olacağız… Beni izlemeye devam edin 😉

 

Motosikletli Kız (Selin)

Yaylalar Yaylalar… :)

Posted September 12th, 2011 at 2:37 pm (UTC-5)
1 comment

 

Motosikletli Kız Amerika’da ama bu Türkiye’nin her köşesinden gelen birbirinden sıcak fotoğrafları sizinle paylaşmasına engel değil. Motosiklet “ortak noktası” birçok kişiyi blog üzerinden tanımamı sağladı. Böyle bir topluluğun (Motosiklet tutkunlarının) taaa Amerika’lardan olsa bir parçası olmanın sıcaklığını her gün yaşıyorum.

Blogun sadık okuyucu ve katkı verenlerinin fotoğraflarını paylaşmaktan da acayip keyif alıyorum. Bugün bunlardan birkaçını göreceksiniz bu sayfada. Sercan Yılmaz ve bir internet motosiklet forumu sayesinde tanıştığı arkadaşı Mustafa Çakmak’ın Mersin yaylalarında gezerken çektikleri… Başrolde motorları var 🙂 Siz de fotoğraflarınızı paylaşmak isterseniz adresimi biliyorsunuz: motosikletlikiz@gmail.com

Mutluluk Anları…

Posted September 2nd, 2011 at 12:31 pm (UTC-5)
10 comments

Kimileri çocuklarının, kimileri kedi köpeklerinin, ne bileyim belki evleri, tekneleri ya da arabalarının fotoğraflarını paylaşır ya… Biz motorcular da canları gibi baktıkları motosikletlerinin fotoğraflarını paylaşmayı çok severiz. Bu durum, diğer fotoğrafları da paylaşıp mutluluğumuzu “katlamaya” çalışmadığımız anlamına gelmez tabii.

Fecri Birinci blogdaki yazılar sayesinde tanıdığım, zamanla Fecri Garaj & Cafe hayalini ufak adımlarla gerçekleştirme çabasına ve motosiklet tutksuna tanık olduğum bir motosikletçi… Dünyanın bir diğer köşesinden sadece Motosikletli Kız blogu sayesinde tanıdığım ve dostluğunu kazandığım isimlerden… Fecri’nin sanal ortamda motosikletçi dostlarıyla paylaştığı bazı “Mutlu İkiteker” fotoğraflarını burada da paylaşmak istedim. Fecri Birinci ve Ercan Tel’in yoğun katkılarıyla size ulaşan albüm aşağıda 🙂 Bu arada… Arada benim de “mutlu Burgy’m”le bir-iki fotoğrafım var. Bulmak size kalmış 😉

İtiraf ediyorum: Fotoğraflar sadece şahsi beğenime göre seçilmiştir 😉 Çekenlerin eline sağlık…

Sen Beni Anlarsın…

Posted August 22nd, 2011 at 1:00 pm (UTC-5)
11 comments

 

Hepimizin ayrı bir yeteneği var. Kimimiz iyi yazarız, kimimiz iyi konuşur, kimimiz süper dans eder, kimimiz atletiktir girdiği her yarışta başarılı olur, kimimiz de duygularımızı çok güzel ifade ederiz. Türkiye’nin ilk ve tek motosiklet şarkıcısı Ogün Bülent Görgün de işte bu son gruptan. Yaşadıklarını, gördüklerini, hissettiklerini yazan, besteleyen ve yorumlayan bir isim…

Ogün’ü sosyal medya sayesinde tanıdım. Bir televizyon programındaki performansını izledikten sonra “Ogün’le kesin bir röportaj yapmalıyım” dedim kendi kendime. Telefonda tanıştığımızda sesindeki enerjiden Ogün’ün ne kadar güler yüzlü, sevecen birisi olduğunu anlamak zor olmadı. Hislerimde yanılmadığımı düşünüyorum… Siz de aşağıdaki ses dosyasından röportajımızı dinlerken ne dediğimi anlayacaksınız 😉

“4 Teker Bedeni Taşır, 2 Teker Ruhu Taşır”

Lise yıllarından sonra TRT İstanbul radyosunun çok sesli Türk müziği korolarında müzik yaşamına başlamış Ogün… TRT sonrasında kendi kanatları üzerinde uçmaya başlamış.

Aşk şarkıları yaparak başlamış bu işe Ogün Bülent Görgün. Sonra hepimizin başına gelen “O An”ı yaşamış. 1993-1994’te Kuşadası’nda kanına motosiklet tutkusu girmiş. Sonra iflah olmamış 🙂

“Aşk şarkılarım motosiklet aşk şarkılarına dönüştü” diye anlatıyor o günleri Ogün. Röportajın bu kısmında bütün motor tutkunlarının ne anlama geldiğini çok iyi bildiği o deyişi hatırlatıyor: “4 teker bedeni taşır, 2 teker ruhu taşır”… Ogün’ün anlattıkları hiçbirimize yabancı değil. Rüzgarın tenimize değişinden hoşlanarak başlamış olmamız ilk motosiklet maceramıza. Doğaya daha yakın hissederek… Ogün de tam bunları söylüyor zaten röportajda bana.

“İçimdeki Çığlığı Anlatmalıydım”

“Motosikletçilerin kimsesizler yurtlarını, Darülaceze’yi ziyaretlerinde birlik ve beraberliklerini gördükten sonra gidiş-sürüş ve kavuşmaların ardından motosiklet kazalarında kaybettiğimiz arkadaşları görmek bende büyük bir hüzün yarattı. Bu çığlığı bir şekilde anlatmalıydım” diyor Ogün.

Benim de internette görüp çok sevdiğim ilk şarkısı işte böyle ortaya çıkmış. Motosikletçilerin serseri olmadığını “Kimse bize serseri demesin, Yollarımızdan eylemesin, bizler de canız yanarız, kaybettiklerimize ağlarız” diye anlatmış “Farkedin Artık Farkedin” adlı şarkısında.

“Motosikletçi Abi/Abla” ve ardından “Rüzgarın Çocukları” şarkıları gelmiş.

“Neden Çarptın Bana Kamyoncu?”

Ogün, neredeyse yaşadığı hissettiği herşeyi şarkı yapabilen ve müziğin evrensel diliyle anlatabilen bir müzisyen. Örneğin bir kamyonun U dönüşü yapılmayan bir yerde dönüş yapıp Ogün’ün kaza yapmasına sebep olması da notalara dökülmüş, yine onun tarafından. Ayağı kırılan Ogün’ün gitarından “Neden Çarptın Bana Kamyoncu” diye dökülen bir şarkı olmuş bu acı deneyim…

“Motosikletçiliği yaşayan bir insan olarak bunu bir misyon edinip, Türkiye ve dünyadaki motosiklet kardeşliğini pekiştirmek” istiyorum diyor. “Amacım bu yeteneğimi sadece para kazanmak için harcamak değil” diye ifade ediyor kendini.

250 CC’lik bir motosiklet kullanan Ogün Bülent Görgün, bu motosikletle çok özdeşleştiğini bir türlü “motorunu değiştir/büyüt” çağrılarına uyamadığını söylüyor. Motorun hacmi, şekli, değeri önemli değil diyenlerden yani o da. “Önemli olan 2 teker üstünde olmak” diye düşünenlerden.

“Bir scooter’a binen de racing’e binen de o ruhu yaşayabilir. Ben motosikletçiliği zengin kültürü olarak gören bir kesimin sanatçısı olmak istemiyorum, ben bütün ülke ve dünyada motosiklet ruhunu, insan ve doğa sevgisini yaşayanların sanatçısı olmak istiyorum” diyor röportajımızda Ogün.

“İlk motorumuz ilk aşkımız gibidir” başlıklı bir yazı yazmayı planlayan bana da ilham veriyor bu sözleriyle… 😉

Ogün’ün hepinizin başarılarıyla tanıdığı Name Ekin’in de yer alacağı bir klip hazırlığında olduğunu, kuryelerin sıkıntılarını bir şarkıda anlattığını, çeşit çeşit projelerini, kısacası bu kısa ama çooook eğlenceli sohbetimize sığan herşeyi dinlemek için aşağıdaki dosyaya bir “tık” yeter 🙂

Ogün’ün röportajın sonunda bizlere armağan ettiği şarkının sözleriyle bitiriyorum ben de bu yazıyı. Siz anlarsınız 😉

(…)

Motorcusun, sen benim canımsın

Sür yollara, sür yıllara motorcu

Motorcusun, sen beni anlarsın

Sür yıllara, sür yollara motorcu…

(…)

 

Not: Böyle bir yazıda 2009’da Amerika’da hayata gözlerini yuman bestekar/müzisyen Orhan Atasoy’u anmadan olmaz. Ogün’ün de röportajımızın başında bahsettiği gibi belki de Türkiye’de ilk motosiklet şarkısının sahibi sevgili Orhan Atasoy’du. Kendisi de sıkı bir motorcu olan Atasoy’un bu şarkısını Youtube’da Yeşilçam görüntüleriyle derlemişler. Aşağıda bulabilirsiniz:

http://youtu.be/qer6eFQzg5Q

Amerika’da Hayatta Kalma İpuçları (Sigorta)

Posted August 4th, 2011 at 12:10 pm (UTC-5)
31 comments

 

“Kızım 4 tekerlek varken ne yapacaksın iki tekerle?”, “Sen küçükken de korkusuz bir çocuktun. Ağaç tepesinden inmezdin”, “Hahaha, Selin bunun airbag’i de yok bak ha!”, “Selin, İstanbul’da motora mı binilir. Bu işyeri böyle yaptı kesin seni. Çıldırdın sen!”, “Motosiklet mi alacaksın? Yaaaa, tabi tabi…”

Hayır delirmedim. Bu benim iç sesim falan değil. Motosiklet alma ve bir motosikletçi olma kararı aldığımda ailemden, arkadaşlarımdan duyduğum cümlelerden bazıları bunlar. Kimse onay vermedi anlayacağınız. Temel odak noktaları ise “motorda başıma birşey gelirse ilk darbeyi alacak olanın arabalarda olduğu gibi muhtemelen kaporta olmayacağı, vücudumun direk kaporta görevi göreceği gerçeğiydi. Evet, üstelik haklıydılar da! Motorda airbag de yoktu! 🙂

(Aşağıdaki videoyu bir kaza anını bütün dehşetiyle resmettiği için seçtim. Avustralya’da yapılmış. Motosiklette güvende olmanın temel anahtar noktalarını hatırlatmak amacıyla)

Üstelik bu cümleler o zamanki yaklaşımımla ne kadar gülüp geçtiğim şeyler olsa da aslında doğruydular da… Ama aldırmadım. Biz motosikletçiler öyle değil miyiz zaten? O kadar kalıba girecek olsak zaten ne işimiz var tehlikeyle?

Kendimi ikna ettim. “Tamam canım” dedim kendime, “Kalkıp da dünyanın en hızlı motorunu falan almıyorum ya”. Saçma bir ikna cümlesiydi biliyordum. Yani tüm motorcular bilmez mi aslında? Hıza ne gerek var!? Çok küçük motorlar dışında, herhangi bir motoru durduğu yerde bile üzerine düşürdüğünde ciddi bir yaralanmaya yol açabilirsin. Ama gel gör ki ne bana söylenenler ne de kendimi mantığa davet etme çabalarım etkili oldu…

Kiminin gözü gibi baktığı bir arabası vardır, kiminin denize nazır evi; kimi için mücevherleri değerlidir, kimi içinse yıllarca emek verdiği koleksiyonu… Kimilerimizin ise bütün bunlar bir yana motosikleti vardır. Sevdiği, kolladığı, kıyamadığı, tozdan bile sakındığı…

İşte bizler onlardanız. Birileri bakmadığı sırada motorun göstergelerine yapışan tozları üzerimizdeki en yumuşak kumaşın kenarıyla silen; motordaki küçüçük bir çiziği bile kabullenemeyen, o an parası yoksa bile “rötuş kalemi” ile çiziğin üstünden geçen… Motosikletli olduk bir kere… Birçok şeyimiz vardır ama yine de varımız yoğumuz o motordur. Kafamız bozuk olduğunda da, kalbimiz kırık olduğunda, mutluluktan gözümüz görmez olduğunda hep kendimizi yanında bulduğumuz “ilacımız”dır motosikletimiz bizim.

Ama tabii her kıymetli şey gibi korunması da ayrı bir sorun oluverir motorun. Bedenimizi olası kazalardan nasıl koruyacağımız, neler olabileceği falan konusuna girmiyorum hiç şimdi. Onları konuşacak çok vaktimiz var. Bugün konumuz yatırımı nasıl koruyacağımız olacak 😉

Türkiye’deyken motosikletimi korumak için özel sigorta yaptırmak istediğimde çok içaçıcı bir tabloyla karşılaşmamıştım. Motosikletin piyasa değerinin mutlaka belli bir rakamın üstünde olması gerektiği, bahçede duracaksa kapalı bir garaj/yapı içinde olması gerektiği, aksi takdirde çalınırsa parasının karşılanmayacağı gibi birtakım şartlar sunuluyordu sigorta söz konusu olduğunda. Burada yaşadığım süre boyunca birçok şeyin değiştiğine eminim. O konudaki güncel bilgileri artık sizden alırım 🙂 Ama buradaki sigorta sistemini anlatıp sizi de düşüncelerime ortak etmezsem dayanamam, çatlarım 🙂

Yazıyı buraya kadar okumuş olanlar yandılar. Amerikan sigorta sistemini benden dinlemekten başka çareniz kalmadı. Ama buraya kadar okumuş olmanızdan aldığım cesaretle anlatmaya devam ediyor ve “kendiniz ettiniz kendiniz bulacaksınız” diyorum 🙂

Burada ilk motorumu almaya kalkışmamla sigorta sisteminin ağına düşmem bir oldu! 🙂 Aslında durun durun! Sistem ilk ağlarını araba aldığımda örmüştü üzerime 🙂 Tanıdığım Türk arkadaşlar da sürekli “motor alıp napacaksın. Sigortası dünya para” deyip duruyordu. Ama sizinle bir yazı dizisi (!) halinde paylaştığım ehliyet kursu serüvenim sayesinde “güvenli sürücü mertebesine erişip” almaya hak kazandığım yüzde 10’luk sigorta indirimimin de (Doğru. Kursta paracıklarınızın biraz suyunu çektirmiş olmalarının karşılığında “Sen kursu bitirdin. Artık daha bir olgunlaştın, akıllandın. Adam gibi sürücü oldun” deyip size indirim sağlıyorlar bu eyalette 🙂 ) verdiği kuvvetle kalktım motor aldım, iyi mi? 🙂

Şöyle özetleyeyim: Sisteme genellikle önce araba alarak giriyorsunuz. Sonra başlıyor bir çift göz sizi gözetlemeye… Yeterince dikkatli bir sürücü müsünüz? “Dur” tabelasında “tam duruş” yapmayıp ceza falan aldınız mı? Hız sınırını aşma cürretini gösterecek kadar aklınız başınızdan hiç gitti mi? Hele hele alkollü araç kullanmaya çalıştınız mı? (Hatırlatayım, çoğu eyalette alkollü yakalanmanın cezası hapis. “Amirim arkadaşlarla takıldık azıcık”, “Şişede durduğu gibi durmuyor valla. Ben yaptım siz yapmayın” gibi halis muhlis bahaneleri de hiiiç mi hiç dinlemiyorlar, haberinize…) Bu soruların yanıtlarına göre sigorta priminizde Japon NIKEI endeksi gibi iniş çıkışlar görmeniz mümkün. Ya da güncel örnek olsun. Dow Jones diyelim 🙂 Yanlış duymadınız! Diyelim bir kırmızı ışıkta geçme cezanız var. Sigorta şirketiniz “Aaa sen yeterince güvenli sürücü değilsin. Risk faktörü yüksek bir arkadaşımızsın. Sigorta primini bunu yansıtacak şekilde artırıyorum” diyebiliyor! Gel de güvenli sürücü olma, değil mi ama?:)

Online bilgi girip prim bilgisi alabileceğiniz sitelerden biri. Amerika'nın en büyük sigorta şirketlerinden... (Ekran Görüntüsü: Geico.com)

Neyse, ben tabii yine hiçbir uyarıya kulak asmadan diyorum ki “Olmaz. İçimdeki özlem büyüyor. Alacağım ben bu motoru!”… Tabii ardından da başlıyor sigorta koşuşturmacası. Yaşadığım pek sevgili Virginia eyaletinde sigorta satın almak zorunlu! Evet, öyle! “Ben almayacağım” diyen dahilerdenseniz (!) o zaman yıllık 500 dolarcık rica ediyorlar. “Sigortasız araç ücreti”! Aksi takdirde aracı üstünüze almanız mümkün değil. Eh tabii 500 dolar verip de sonra başınıza birşey geldiğinde de dağ gibi yığılıveren masraflarla uğraşmamak için onun yerine sigorta almayı seçiyorsunuz. Mesela ben öyle yaptım 🙂 Sigorta avına çıktım 🙂 Online karşılaştırma siteleri mevcut. Ehliyet numaranızı, yaşınızı vs gibi birtakım bilgileri girdiğinizde bu siteler piyasanın büyük sigorta şirketleri arasında sizin özelliklerinize uygun arama yapıp olası primleri önünüze getiriyor. Tecrübelerime dayanarak tekelleşmiş olan sigorta şirketlerinin 3 aşağı, 5 yukarı aynı primleri karşınıza getirdiğini söyleyebilirim. Biraz daha ince araştırmacıysanız yıllık 100-150 doları bulan indirimler yakalamanız da mümkün. Peki orada bitiyor mu? Hayırrrrrr… 🙂

Bu konunun birçok ayağı var. Bir tanesi de “kredi geçmişi” denen olaya gelip dayanıyor. Bunu şimdi anlatırsam küçük çapta bir “şok” geçirebilecek olduğunuzu düşündüğümden sonraki bir yazıya bırakıyorum. Kısaca şöyle özetliyorum: Burada kredi alma geçmişiniz de takip ediliyor. Örneğin kredi kartlarınız… Kaç tane kartınız var? Bankalar size ne kadarlık limit açmış? Ödemelerinizi düzenli yapmış mısınız? Aa bitmedi. Mortgage’ınız varsa eğer onun ödemelerini düzenli yapıyor musunuz. Yani piyasadan borç alıp düzenli ödeyenlerden misiniz yoksa kredi geçmişi “bozuk” tiplerden mi? İşte bu faktöre de bakıp sizin ne kadar “indirime değer” bir şahsiyet olduğunuza da karar veriliyor 🙂 Uzun lafın kısası karşınıza ufak çapta bir yasa tasarısını andıran prim çizelgesi çıkıyor 🙂

Kısa şoku atlattığınızda değişik seçenekler arasından seçim yapıyorsunuz. Örneğin “motorum çalınırsa piyasa değerinin tamamını almak istiyorum” seçeneği gibi. Ya da primlerinizi biraz düşürmek için “Piyasa değerinden 1500 dolar düşün, gerisini alıyim lütfen” gibi 🙂 O düşülecek miktarı ne kadar yüksek tutarsanız aylık primleriniz de o kadar az oluyor. Asıl önemli seçeneklerden birisi de “kaza anında sizin ve karşıdakinin masraflarını ödeyen” kapsamlı sigortayı seçip seçmeyeceğiniz. Bir başkası da “sadece karşı tarafın masraflarını ödeyen” sigorta seçeneği.

Rakamlara şöyle bir göz gezdiriyorum. “Kaza yaparsam benim 100bin dolara kadar, karşı tarafın da 300 bin dolara kadar masraflarını karşıla” diye bir seçenek görüyorum mesela. Şok şok şok! “Uçtunuz herhalde” diyorum kendi kendime. Bu kadar masraf nasıl olur topu topu kaç bin dolar ki bu motosiklet burada!? Yanılıyorum. Bir Amerikalı sigortacı arkadaşımın anlattıkları geliyor aklıma. “Sen kafa rahatlığını alıyorsun” demişti bana. “Ya kaza yaparsam masrafların altından nasıl kalkarım endişesini yaşamamanın bedelini alıyorsun” demişti bana. Şaka gibi gelecek ama doğru söylüyor! Çünkü diyelim birinin aracına çarptınız. Tabii diyelim hayatta da kaldınız. Ama aracın içinde oturan kişi dedi ki “Siz çarptığınız anda boynum şöyle öne doğru bükülüverdi. O sırada muhtemelen iki boyun diskim arasında bir fıtıklaşma beliriverdi. Bu benim işimi gücümü engeller. Bana nelere mal oldun?” vs vs… Diyelim bu dediğini kanıtlayabilecek güzel de bir avukatı vardı bu kişinin. O zaman işte o 300 bin dolar bile küçük kalabiliyor. Onun acil masrafıydı (Bir röntgenin 600 dolara çekilebildiği bir ülkeden bahsediyoruz!), aracının bakımda kalma masrafıydı, mahkemesiydi derken…

İşte ben de o “kafa rahatlığını” alıyor ve bayılıyorum parayı bu seçeneğe 🙂 Kaza geçirdiğinizde almanız gereken tıbbi yardımla ilgili kısım ayrı bir prim maddesi. Diyelim sigortasız gezilebilen bir eyalette sigortasız bir sürücüye çarptınız, o ayrı bir madde. Sonuçta topluyor, bölüyor, çıkarıyor ve bir toplam prim buluyorsunuz. Ben de öyle yaptım. Ama çıkan sonuçtan bana denildiği gibi “şok” olmadım! Burada uzun süre yaşayan Türklerin, Türkiye’de yaşamın ne kadar pahalı olduğunu unutup “benzine pahalı” demeleri gibi sigortayı da bana biraz “mübalağa” ile anlattıklarını görüp aklımın bir kenarına not ettim.

Amacım sizi birer sigorta uzmanı yapmak değil. Amacım trafikte ne kadar risk aldığımızı (maddi-manevi) bir de bu tarafından anlatmak. Bir fikir verebildiysem ne ala. Bir dahaki görüşmemize kadar “en kıymetlinizi” (motosikletinizi) iyi saklayın, koruyun. Kendinizi korumaya gelince de… İşte o bir başka konu şimdi beni konuşturmayın! 🙂

Ah Şimdi Oralarda Olmak Vardı!

Posted July 25th, 2011 at 12:03 pm (UTC-5)
15 comments

 

Motosikletli Kız’ın okuyucuları ara sıra buradan paylaştığımız fotoğraflara bakarken hayaller kurduklarını, “Keşke orada olsak” dediklerini yazıyor sık sık. Motosiklet demek “alıp başını gitmek” demek bana kalırsa. Hesap vermemek, hayalinin peşinden gitmek, içindeki gücü hissetmek ve en çok da “hayal etmek”…

Ben birçok gezimi motosiklet forumlarında paylaşılan gezi anılarından yola çıkarak yaptım. Özendim, heveslendim, planladım, hayata geçirdim… Eminim içinizde aynısını yapan çok motosiklet tutkunu vardır.

Motosikletli Kız’ın okuyucularından ve www.moteg.tr.gg sitesinin emektarı Aydın Sarı ve değerli arkadaşları günübirlik Kuşadası-Didim gezisi fotoğraflarını bu sayfanın okuyucularıyla da paylaştı. Bu fotoğrafları görüp de “Gazı açıp oralara gitmek, o yemekleri yemek, o pırıl pırıl denize girmek” istememek mümkün değil. Amerikalı motorcu arkadaşlarım bu resimleri gördüklerinde hayranlıklarını gizleyemiyor. Kendi çapımda turizm elçiliği yapıyorum. Sizin de katkınızla tabii 😉

Geziye katılan Fevzi Bey’in (Güneş) şu cümlelerini de kullanmadan edemedim:

“Bu gezide de her gezide olduğu gibi yeni arkadaşlıklar kuruldu ve inşallah da hep devam eder. Akşam eve döndüğümde km. sayacı 532 km. gösteriyordu, bunun 200 km.si münferit geri kalan 332 km.si grup sürüşü. Cemal abinin liderliğinde ve Yusuf kardeşimin artçılığında müthiş bir uyum içindeki grup sürüşümüz gerçekten görülmeye ve övgüye değer. Birbirimizi tanıdıkça, sürüş esnasında sanki leb demeden leblebiyi anlıyoruz.”

Motor ortak noktasında dostluk, birbirini tanımak bu kadar sade anlatılabilir, değil mi?

Keyifli gezinin katılımcı bilgileri de şöyle:

1. Cemal Dolunay(60)- Piaggio X9-İzmir

2. Yusuf Sönmez(47) – Kymco Xcting -İzmir

3. Fevzi Güneş(48 )- Suzuki burgman – Bergama

4. Yavuz Kaaner(59)- Suzuki burgman- Didim

5. Utku Nalcı(30)- Sym joyride- Kuşadası

6. Levent Atlı(41)- Sym GTS- Kuşadası

7. Aydın Sarı-(44)- Piaggio X7- Denizli

Bir sonraki buluşmamıza kadar sizi hayallerinizle başbaşa bırakıyorum. Kazasız, eğlenceli sürüşler…

(Resimlerini paylaşmak isteyenler için adresim: motosikletlikiz@gmail.com)

 

 

 

Yemekler gelince yüzler gülüyor 😉

Özenmemek elde değil 🙁

Dizi dizi motorlar 🙂

MOTOSİKLETLİ KIZIN ÖZÜ


Merhaba,

Motosikletli Kız ben. Ya da ismimi bilmek isteyenler için, kısaca Selin… Yıllardır hem haber editörü olarak medyanın tozunu yutuyorum hem de iki teker üstünde yolların. Şimdilerde Amerika'da, televizyon habercisi olarak devam ediyorum macerama...

Her İstanbul mağduru gibi trafikten kurtulmak için bir helikopter almanın (!) en iyi alternatifinin ne olacağını düşündüğüm o günlerde aldım ilk motorumu.

11 yılda 4 motor, binlerce kilometre yol ve her aklıma düştüğünde yüzümde hınzır bir gülümsemeye yol açan milyon anıdan sonra hayalini kurduğum yollarda, Amerika’dayım. Rüzgarın bile farklı estiği dev kıtadaki uzun, upuzun yollarda…

Ağrı kesicim, heyecanım, kafam bozuk olduğunda derin bir nefesle düşüncesini içime çekmeye çalıştığım motorumla. Bir o kadar bildiğiniz ve bir o kadar bilmek isteyeceğiniz şeyi biriktirdim eteğimde. Paylaşmaya hazırım. Tüm rüzgar tutkunlarına, iki teker aşıklarına, motosiklet delilerine açık davet:

Gelin birlikte kaybolalım rüzgarın içinde…

motosikletlikiz@gmail.com

Sağlıklı Sürüş İçin Bilmeniz Gerekenler (1)

VİDEOLU YAZILAR :)

Amerika Yollarında (2)

Motorda Kolları Dinlendirmek

Amerika Yollarında (1)

Amerika Yollarında (3)

Motosikletli Kız Amerika'daki Fuarda

Reflektörleri Taktım, Sizin İçin Test Ettim ;)

İnterkom Almadan Bunu İzlemelisiniz

2014 The Washıngton Auto Show

Kask Hayat Kurtarabilir!

Motorda Dertler Nasıl Unutulur?

Motorla Amerika'da (2011'den Kalanlar)

Binlerce Motor Yollara Dökülürse!

Burada Sizin Yazı ve Fotoğraflarınız da Var!

Sizin Köşeniz

Bu Blogda Neler VAR Neler YOK?

*Bu blogun yazarının gözünde hiçbir motor (marka, cins, tür, yıl, renk, güç açısından) bir diğerinden üstün değil (Kabul edin her motor sahibine güzel gelir)

*Bu blogda Amerika VAR, Türkiye VAR. Bu ikisinden herhangi birinin yerden yere vurulmasına yer YOK.

*Bu blogda izlenimlere, araştırmaya ve zaman zaman şahsi fikirlere ve öykülere yer VAR. Dolayısıyla hiçbir fikre, yoruma katılmamak YOK.

*Bu blogda her türlü olumlu katkıya yer VAR. Motor tutkunlarının birbirini kırıp dökmesine izin YOK.

*Bu bloga her türlü eleştiriyi yöneltmeye hakkınız VAR. Ama ara sıra da olsa yapıcı olmayı unutmak YOK.

Not: Blog kuralları her an değişebilir. İtiraza yer YOK:)