Bu yazı “Amerika’da Ehliyet Alma Çilesi” başlıklı bir mini yazı dizisinin son bölümü. Baştan uyarayım. Önceki yazıları bilmeden bu yazıya balıklama dalmanız halinde baş dönmesi, mide bulantısı, böyle bir hayatı sorgulama hali, “Nereden geldim, nereye gidiyorum?” gibi varoluşsal sorular sorma hali yaratabilir bünyede!
Tamam, tamam o kadar telaşlanmaya gerek yok. Ama siz iyisi mi ne olur ne olmaz diye Amerika’da motosiklet ehliyeti almaya çalışırken başıma gelenleri görebilmek için sırasıyla:
Ardından bu bağlantıdaki yazıya,
O bittiyse şuradaki devam yazısına,
bakın olur mu? 🙂 Bu yazıları okumaya üşenenler için de çözümümüz var tabii. “Başka sayfada gezerim o sırada bu yazıları Selin’den dinlerim” diyen bir grup okuyucu ( 🙂 ) da tam buraya tıklayarak ilgili sesli yazının tadını çıkarabilir 😉
Gelelim “Amerika’da Ehliyet Alma Çilesi” yazı dizisinin son ve en “aksiyon dolu” bölümüne… Şimdi önceki konulara hakimseniz kaldığımız yerden başlayabiliriz 🙂 Özünde sebepler şunlar:
- Yaşadığım eyalette motor kiralama ücretlerinin motorun neredeyse 3’te 1 fiyatını bulması (!)
- Motor kiralamadan pratik sınavına girilemeyecek olması gerçeği
- Civardaki bütün kursların “yıllar önceden plan yapabilme becerisi” taşıyan Amerikalılar tarafından doldurulmuş olması ve benim bir hafta sonu şehir dışına çıkarak ehliyet kursuna katılmamın kaçınılmaz hale gelmesi
İşte bu şekilde sıralayabileceğimiz nedenlerle katıldığım kursta edindiğim ya da “tekrar hatırladığım” diyelim paha biçilmez detayları sizle önceki yazılarda paylaştım. Şimdi sıra geldi işin asıl ağır eğitim kısmına!
Katıldığım kursun yarısı teorik yarısı pratik kısımdan oluşuyordu. Cuma akşamı ve Cumartesi günü öğleden sonra sınıfta verilen, kitap, video, tartışma ortamı ile beslenen teorik bölüm çoktan seçmeli soruların bulunduğu bir testle sona erdi. Testi geçenleri bekleyen ikinci engel, Pazar günü yapılacak olan pratik sınavıydı. Ne yazık ki yazılı sınavı geçemeyenler Pazar günkü pratik sınavına da katılma haklarını yitirdi.
Bizler, yani geriye kalanlar Cumartesi sabahı 6.00’dan öğlene kadar yapılan pratik eğitiminde başımıza neler geleceğini az çok öngörmüştük aslında. Hatırladınız değil mi bu 6.00 olayını? Hani kurs programını öğrenmek için açtığım telefonda duydum şu cümleyi:
“Cuma akşamı 6.30′da başlayan kursumuzda önce 3 saatlik bir sınıf eğitimi alacaksınız. Ertesi sabah 6.00′da kurs binasının arkasındaki özel eğitim pistinde hazır bulunacaksınız. Saat 13′e kadar sürecek eğitimin ardından tekrar sınıfa dönülecek ve akşam 18.00′e kadar sınıftaki eğitim sürecek. Ertesi gün …”
Yani şimdi bu kadar yormaya gerek var mı insanı? Değil mi? Var-mış işte. Aslında sızlanmanın dışında hiç de fena olmuyormuş. Tamam ben yıllardır yollardayım, motosiklet kullanmayı yeniden öğrenecek değilim ama
kursa gelen ve hayatında ilk kez motosiklete binen kursdaşlarımı görünce onları trafiğe çıkmadan önce böyle hazırlamalarının “mantığını” çok daha iyi anlıyorum.
Önce Cumartesi’den başlayalım. Sabah saat 5.52 falan. Koşturmaktan kan ter içinde kalmışım. Arabayı park edip kurs alanına kadar koştum çünkü. Neden mi? Çünkü 6.00’da başlayan eğitime 10 dakika önce geldiğimi sanıp gerinirken uzaktan ne göreyim! Ne göreyim sizce? 🙂 Dakiklik konusundaki ciddiyeti yepyeni bir boyuta taşıyan Amerikalılar (!) çoktan ip gibi sıra olmuşlar, bekliyorlar! Neyi mi? Beni tabii. Çünkü erken geldiğini sanırken aslında eğitime en geç kalan benim de ondan. Utana sıkıla iki kurs hocasından birinin yanına sokuluyorum. Yanımda yıllardır kullandığım kaskım da var. Şöyle bir “Nerde kaldın?” imalı kısa bakışın ardından önce kaskımı bir kenara bırakmamı istiyor hoca. “Hı?” diyorum… “Neden?” Yanıtı basit Amerika’da kurslarda DOT (Department of Transportation- Ulaştırma Bakanlığı) harflerini taşımayan kasklar güvenlik standartlarına uygun sayılmıyor da ondan! Bu da Amerikalıların “Herkes gider Mersin’e, ben giderim tersine” cinsi takıntılarından. Avrupa’da ya da dünyanın geri kalanında bir şey nasıl yapılıyorsa burada ya tersi ya da farklı şekli yapılıyor 🙂 Bazen “daha iyi” oluyor bu uygulamaları, bazen “saçma”, bazen de “eh işte” oluyor…
İçerideki raflarda bedenlerine göre sıralanmış olan kasklardan birini alıyorum elime. Kursa katılanların üstlerine “korumalı” bir kıyafet giymeleri, motor botu ya da en azından bileği koruyacak bir bot giymeleri ve eldiven getirmeleri şart. Hava sıcakmış vs kimse acımıyor kısaca…
Eğitim, tamamen bu kurs için ayrılmış bir otoparkta yapılıyor. Yerlerde önceden çekilmiş çizgiler, sahanın belli bölümünde kukalar falan var. Çizgiler çoğunlukla dönüş yapılacak yerleri gösteriyor. Örneğin kimi çizgi dar bir açıyla dönüş yapmanızı, kimisi geniş dönmenizi kimisi de tekerleri taşırmadan U dönüşü yapma yetinizi geliştirmenizi sağlıyor.
Kurs sırasında öğretmeye çalıştıkları temel şeyler motosiklet nasıl dengede tutulur, fren yaparken denge nasıl sağlanır, şerit değiştirirken, önünüze bir çukur ya da engel çıktığında nasıl hareket edilir gibi aslında “yaşamla ölüm” arasındaki çizgiyi belirleyebilecek kadar önemli noktalar.
Her zaman olduğu gibi, Amerika’da günlük yaşamın vazgeçilmezi olan “sıraya girme”, “sakince bekleme” gibi önce bünyeyi gıdıklayan sonra da alışkanlığa dönüşen tutum ve davranışlar eğitim sırasında da hakim tabii. Benim yine “yılların sürücüsüyüm” havalarına girip işareti beklemeden gazı açtığımı, yavaş gitmekte zorlandığımı gören kurs hocalarım bakışlarıyla dizginliyorlar taşkınlığımı kısa sürede. Tuvalete gitmek, su içmek için falan ara veriliyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Yani veriliyor da tam 2 saat sonra. O aralarda değmeyin havama yine. Herkes benim motosiklet kullanmayı önceden bildiğimin farkında. Çeşit çeşit sorular soruyorlar. “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali gerine gerine anlatıyorum ben de… Hayatımın en güzel dakikaları yine. Düşünün: Ben, kalabalıklar önünde konuşma fırsatı ve konu da hayatım, canım motosikletim! 🙂
Cumartesi günkü ilk pratik eğitim biterken aslında bildiğimi sandığım bazı şeylerin üstü cilalanmış oluyor. Özellikle yolda ani beliren engeller karşısında verilecek tepkiye ilişkin alıştırma çok hoşuma gidiyor. Scooter deyip geçmeyin, altındaki 150 CC’lik aleti bir sağa, bir sola yatırıp önüme konan engeli ustalıkla geçince gurur katsayım artıyor 🙂
Pazar günü dananın kuyruğu kopuyor. Eğitime rağmen hala U dönüşünü tek hamlede tamamlayamayanlar, “ani fren” egzersizinde motoru yatıranlar ve hatta ufak çapta kaza geçirip yüreğimizi ağzımıza getirenler var! Ama hocaların tavrı net: “Yaklaşık 5 değişik testten geçirileceksiniz” diyorlar. Hepsinde iki kez deneme hakkı var. Amaaaaa….. Ama bir şartla! Bunların herhangi birisinde motorun dengesini tehlikeli şekilde yitiren ya da motoru düşünenler sorgusuz sualsiz sınav alanından çıkarılacak. Ve kursu aynı parayı verip, aynı vakti ayırarak tekrarlamaları gerekecek!
Sınav öyle “3-5 kukanın arasından geçmece” şeklinde değil. Özel hazırlanan çizili ve dar bir alan içinde U Dönüşü, engel atlama, şerit değiştirme, ani bir tehlike karşısında güvenli fren yapma ve dengeli viraj alma gibi
yetileriniz bu çizgilerle oluşturulan senaryolar aracılığıyla ölçülüyor. Ben artık yorgun ve sabırsızım. Kenarda sıranın bana gelmesini bekliyorum. Maalesef kurs boyu arkadaşlığı ve 60 yaşından sonra motosiklete binme cesareti göstererek beni çok etkileyen Barbara motoru düşürüyor. Neyse ki kendisi yara almıyor. Ama itiraza mahal yok, eğitim alanını hemen terk etmesi isteniyor 🙁
Sıra bana geldiğinde parkuru sorunsuzca bitiriyorum. Son duruşumu yaptığımda sınava girenlerden 50 metre kadar uzakta beklemeleri öğütlenen diğer öğrenciler “alkışlarla” tebrik ediyorlar beni. Ufacık bir şeyi bile takdir etme konusundaki inceliklerini hiç sakınmıyorlar neyse ki. Herkesin sınavı bittikten sonra ellerimize “sınavı geçtiğimize dair bir belge” ve bir de “yüzde 20 indirim” sertifikası veriliyor. Belgeyle Motorlu Taşıtlar Dairesi’ne gitmek ve ehliyet başvurusunu yapmak gerekiyor. Yüzde 20 indirim sertifikası ise “sigortasız motora binmenize izin verilemeyen” sevgili eyaletinizde “güvenli sürücü” sayılarak sigorta indirimi almanıza yarıyor. Fena bir durum değil hani 🙂
Kıssadan Hisse
Amerika’da ehliyet alma çilem böyle bitiyor işte. Ya da Amerika’da motor maceralarım böyle başlıyor mu demeli? Her geçen gün kilometrelerime kilometre katmaya devam ediyorum. Şu iki şeyi hiç unutmadan:
- Eğitimin zamanı, yeri yok. Bildiğinizi sandığınız ama artık toz tutan yetilerinizi arada sırada parlatıp cilalamanın ise hiç sakıncası yok.
- İster Amerika’da, ister Türkiye’de ister dünyanın herhangi bir yerinde olsun. Motor tutkusu aynı, verdiği keyif ise paha biçilemez.
İşte bu yüzden:
Tekerleriniz sağlam bassın. Bol gezin, bol anlatın, tadında yaşayın!
Bu yazının size düşündürdüklerini de hemen aşağıdaki Comment/Yorum butonuyla paylaşın 😉