Kongre’de Yeşil Kart Telaşı

Posted October 26th, 2012 at 1:50 pm (UTC-5)
1 comment

Amerikan Kongresi 6 Kasım seçimlerine hazırlık amacıyla tatile girdi, ancak çalışmalara ara verilmeden önce göçmenlikle ilgili iki yeni yasa tasarısı gündeme getirildi. Bunlardan ilki yabancılara Amerika’da çalışma ve oturma izni hakkı verilmesini sağlayan Yeşil Kart piyangosunun sona erdirilmesi yönündeydi. Cumhuriyetçiler tarafından sunulan bu teklif yeterli destek bulamadı. Demokratlar ise Yeşil Kart’a ek olarak, gelecek iki yıl boyunca belli alanlarda yüksek eğitim alan 110 bin yabancıya çalışma ve oturma izni verilmesi yönündeki yasa teklifi sundular. Tasarı Kongre gündemine alındı ancak, tatil nedeniyle şu anda bekletiliyor.

Butzel Long Tighe Patton hukuk firmasının göçmenlik konusundaki uzmanlarından Avukat Efe Poturoğlu, “İki Demokrat senatör tarafından sunulan yasa tasarısı, Yeşil Kart’a ek olarak bilim, teknoloji, matematik ve mühendislik alanlarında yüksek lisans 110 bin kişiye Amerika’da çalışma ve oturma izni tanınmasını öngörüyor,” sözleriyle tasarıya açıklık getiriyor.

Poturoğlu, tasarıda getirilen koşulları ise şu şekilde sıralıyor: “Tasarı yasalaşırsa, bundan yararlanabilecek olanlarda üç koşul aranacak. Bunlardan ilki yüksek lisans derecesinin Amerika’da araştırma enstitüsü olarak tanımlanmış bir üniversiteden alınmış olması. Bu okullara Internet üzerinden diploma veren okullar dahil edilmeyecek. İkincisi, yüksek lisan derecesinin matematik, mühendislik, bilim ve teknoloji alanlarından alınmış olması. Üçüncüsü ise 110 bin kişilik kontenjana başvuracak kişilerin bu alanlarda çalışmak için bir iş teklifi almış olması koşulu. Yani başvuran kişinin bir şirket tarafından sponsor edilmesi gerekiyor.”

Bilim, teknoloji, matematik ve mühendislik alanındaki sponsor şirketlerin ölçeği ise herhangi bir koşula bağlanmıyor. Bir başka deyişle, ilgili alanlarda olduğu sürece şirketin büyük ya da küçük ölçekli olması önem taşımıyor. Poturoğlu da bu konuda, “Amerikalı şirket üç kişilik de olabilir, 500 kişilik de. Burada ölçek zorunluluğu yok. Ancak büyük şirketlerden yapılan başvurular, bazen daha avantajlı olabiliyor,” diyor.

Tasarı özellikle teknoloji şirketleri ve ticaret ile sanayi odalarının desteğine sahip. Bunun nedeni özellikle de teknoloji alanında Amerika’da hala kalifiye eleman bulma konusunda yaşanan sıkıntı.
Yaklaşan seçimleri Demokratlar’ın kazanması durumunda tasarının yasalaşması daha muhtemel. Ancak Efe Poturoğlu, seçimleri Cumhuriyetçiler kazanırsa da tasarının bazı küçük değişikliklerle yasalaşacağını düşünüyor.

Bu arada Kongre tatile girmeden önce, yatırımcılara Yeşil Kart imkanı sunan EB-5 programıyla ilgili değişiklikler de oldu. Mevcut EB-5 programı Amerika’da 1 milyon Dolar’lık yatırım yapanlara Yeşil Kart verilmesini öngörüyor. Aynı şekilde Amerikan hükümetinin gösterdiği bölge ve şirketlere 500 bin Dolar’lık yatırım yapanlar da bu haktan yararlanıyordu. Bu ikinci gruba tanınan hak Eylül ayı sonu itibariyle sona eriyordu. Ancak Kongre, tatile girmeden önce bu hakkın 3 yıl daha uzatılması yönünde karar aldı. Başkan Barack Obama’nın imzasıyla tasarı yasalaşacak ve belirli bölge ve şirketlere önümüzdeki üç yıl boyunca 500 bin Dolar’lık yatırım yapacak olanlara Yeşil Kart verilmesi uygulaması devam edecek.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Obama’dan Minik Kuş’a Hayat Öpücüğü (mü?)

Posted October 16th, 2012 at 10:46 pm (UTC-5)
Leave a comment

Başkan Barack Obama ve kendisini koltuğundan etmek isteyen rakibi Cumhuriyetçi Mitt Romney’le ikinci kez karşı karşıya geldi. Hofstra Üniversitesi’nde yapılan tartışma programında bu kez kararsız seçmenler sordu, Obama ve Cumhuriyetçi başkan adayı cevap verdi. Bu tartışma programında da ağırlıklı olarak istihdam, işsizlik, bütçe açıkları, vergiler, özetle yine ekonomi ele alındı.

Başkan Obama ilk tur tartışma programında kendisinden beklenen performansı gösterememiş, Romney hem tartışmadan galip çıkmış hem de bu tartışma sonrasında yapılan kamuoyu yoklamalarını kendi lehine çevirmeye başlamıştı. Başkan Obama da çok kibar davrandığı, agresif olmadığı ve politikacıdan çok kürsüden konuşan bir profesör gibi kaldığı için kendi partisi tarafından eleştirilmişti.

İkinci tur tartışma programında Başkan, ilk turda çizdiğinden farklı bir profil çizdi ve daha atak davrandı, rakibinin sözünü kesti, kendi sözünün kesilmesine itiraz etti. Bu Obama’dan rakibi karşısında daha “atak güreşmesini” isteyen Demokratlar tarafından beklenen ve arzulanan bir tavırdı.

Romney de zaman zaman aynı taktiklere başvurdu ve Obama’nın sözünü kesti, söz hakkında ısrarlı davrandı.
Her iki rakip de kendilerini orta sınıfın haklarını ve çıkarlarını korumak ve savunmak isteyen adaylar olarak gösterdi.

Tartışmanın en önemli noktalarından birisi adayların “sizin hakkınızda yanlış bilinen, hakkınızda yanlış yargılara yol açan unsurlar neydi” sorusuna verdikleri yanıtlardı. Romney bu soruya verdiği cevapta kendisi hakkında iddia edilenlerin aksine halkın %100’ünü düşünen, gençlerin ve ülkenin geleceğini düşünen birisi olduğunu söyledi. Ve biraz da ima yoluyla dini inancı yüzünden haksızlığa uğradığını söyledi.

Obama ise kendisinin devletin ekonomideki rolünü artırmak isteyen biri olarak yansıtılmasından rahatsızlığını dile getirdi. Ve hemen Romney’in halkın %100’ünü düşünen biri olduğunu söylemesini fırsat bilip lafı Cumhuriyetçi rakibinin %47’lik gafına getirdi. Obama, “Ben devletin istihdam yaratması gerektiğine inanmıyorum, aksine, bireylerin özgüvene sahip olmasına, herkesin eşit fırsatlara sahip olmasına inanıyorum, herkesin aynı kurallara tabi olmasını istiyorum. Ama Romney halkın %47’sinin devlete muhtaç olduğunu düşünüyor. Ama bu %47 savaşta bizim için savaşan eski askerler, yıllarca çalışıp sosyal güvenlik sistemine katkıda bulunanlar, ben bu kesimin hakları için mücadele ediyorum ve oyunuzu bana verirseniz dört yıl daha bu mücadeleye devam edeceğim,” dedi.

Böylelikle geçen tartışma programında Romney’in gafına değinmediği için kendisine yapılan eleştirileri dikkate almış olduğunu gösterdi.

Romney ise konuşması boyunca Obama’nın dört yılda yapamadıklarını sıralayarak ilk turda olduğu gibi orta sınıfın gönlünü çelmeye çalıştı. Başkan’ın politikalarının işsizliği yeterince aşağı çekmediğini, orta sınıfın artan vergiler ve fiyatlar yüzünden büyük sıkıntı çektiğini söyledi, gençler arasındaki işsizlik oranının ulusal ortalamanın da çok üzerinde olduğunu vurguladı.

Tartışma bu kadar hararetli olunca, medya da tartışma sonrasında yapılan açık oturumlarda aynı harareti sürdürdü. Demokratlar Başkan Obama’yı gecenin galibi ilan ederken, Cumhuriyetçiler kendi adaylarının tartışmadan galip çıktığını iddia etti. Tarafsızlar da her iki adayın aktif tutumundan pek etkilenmiş görünmediler, hatta bazıları hararetin bu şekilde artmasından rahatsız bile oldular.

Tartışma sonrasında CNN tarafından yapılan ilk kamuoyu yoklamasında ortaya çıkan sonuçsa şunlardı: kayıtlı seçmenler arasında tartışmanın galibinin Obama olduğunu düşünenler %46, Romney’in başarılı olduğunu düşünenler %39. Obama’nın ilk tura göre daha iyi olduğunu düşünenler %73, Romney’in daha iyi olduğunu düşünenler %37.

Bunlar ilk sonuçlardı ancak bunun gibi daha onlarca kamuoyu yoklaması önümüzdeki günlerde yayınlanacak bu arada adaylar da üçüncü ve son tura hazırlanacaklar. Ama bu arada Susam Sokağı’nın Minik Kuşu (bkz. bir önceki yazı) Obama’dan aldığı hayat öpücüğünün tadını çıkaracak.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Obama Minik Kuş’u Romney’den Kuratarabilecek mi?

Posted October 4th, 2012 at 1:33 pm (UTC-5)
Leave a comment

Demokrat Başkan Barack Obama ile Cumhuriyetçi rakibi Mitt Romney 3 Ekim günü, televizyonlardan yayınlanan ilk canlı tartışma programında, deyim yerindeyse, kozlarını paylaştılar.

İlk tartışmanın konusu ulusal politikalardı, ancak söz dönüp-dolaşıp hep istihdama, emlak sektörüne, sağlık sigortasına odaklandı.

Obama, ilk tartışma programı öncesinde favori adaydı, yapılan kamuoyu yoklamalarında bu tartışma programından galip çıkacağını söyleyenlerin oranı %50’lerdeydi. Rakibi için bu rakam %30’lar civarındaydı. Ancak 3 Ekim günkü tartışma sonrasında bu yoklamalar tamamen değişti ve Romney’in bu tartışmadan galip çıktığını düşünenlerin oranı %67’ye kadar çıktı. Aynı görüşü Obama için savunanlarsa bu kez %25’e kadar düştü.

Peki ekonominin tartışıldığı bu açık oturumda Başkan Obama’yı sıkıntıya sokan konular nelerdi? Amerikan medyasındaki yorumculara bakılırsa sorun Obama’nın ekonomi politikalarından çok Başkan’ın tartışma programındaki kötü performansından kaynaklanıyor. Hem muhafazakar hem de liberal yorumcular, Romney’in mesajlarını çok net biçimde anlatmayı başardığını buna karşın Obama’nın “kürsüden ders veren bir profesör” gibi kaldığını, tartışmaya istekli bile davranmadığını iddia ettiler.

Obama’yı savunmada bırakan Romney ise hem kendi planını açıkladı hem de bugüne kadar yapılanları eleştirdi.

Peki neydi Romney’in planı ? Cumhuriyetçi aday bu planı birkaç maddede topluyor. Bunlardan ilki Amerika’yı enerji konusunda bağımlılıktan kurtarmak, ikincisi vergi oranlarını “zengin yoksul demeden herkes” için aşağıya çekmek. Latin Amerika ülkeleri ile ticareti artırmak, Çin gibi rekabet kurallarını ihlal eden ülkeleri cezalandırmak, bütçeyi denkleştirmek ve küçük işletmeleri canlandıracak politikalar izlemek.

Romney, harcamaları kısma konusundaki kriterini de şu şekilde açıkladı: “Yaptığımız bir harcama Çin’den kredi almamızı gerektirecek kadar önemli mi, buna bakacağım, eğer kritik öneme sahip değilse o harcamayı yapmayabilir, ilgili programı kesebilirim.” Romney, tartışma programının moderatörü kamu televizyonu sunucusu Jim Lehrer’e dönerek, “Size saygım büyük,[ Susam Sokağı’ndaki ] Minik Kuşu’u da çok seviyorum ama PBS televizyonunu kapatabilirim,” dedi. (Bu yorumlar en çok da Minik Kuş’a twitter üzerinden sayısız destek mesajı gönderilmesine neden oldu.)

Başkan Obama ise Romney’in bu hedeflerinden en çok denk bütçe iddiasını eleştirdi ve vergileri düşürürken, bütçeyi nasıl denkleştirebileceği sorusu üzerinde durdu. Başkan Obama, ayrıca Romney’in “küçük işletmeler” tanımının kendi tanımından çok daha farklı olduğunu söyledi ve “Sayın Romney’e bakılırsa Donald Trump bile küçük işletme kapsamına giriyor. Ama ben Trump’ın kendisini her ne olursa olsun ‘küçük’ olan hiçbir şeyle özdeşleştireceğini sanmıyorum,” dedi. Bu sözleriyle de hem Romney’i eleştirmiş oldu hem de kendisinin Hawaii’de doğmadığını iddia eden Donald Trump’a egosunun yüksek olduğu taşını atmış oldu.

Romney, Obama’yı zorunlu sağlık sigortası ve yeni finans yasası yüzünden de eleştirdi.
Cumhuriyetçi aday, zorunlu sigortanın, primleri artırdığını bu yüzden orta sınıfın sigorta almaya yetecek gücü kalmadığını, küçük işletmelerin de aynı sebepten artık yeni eleman bile almaktan korktuklarını söyledi. Romney, yine finans piyasalarını denetlemek üzere Kongre’den geçirilen Frank-Dodd yasası yüzünden orta sınıfın konut kredisi bile alamaz hale geldiğini söyledi. Romney, Obama döneminde orta sınıfın üzerine binen bu ağır yükleri, seçilirse, ortadan kaldıracağı vaadiyle sözlerini noktaladı.
Başkan Barack Obama ise, kendisinin “kredi kartlarıyla ödenen iki savaşı” devraldığını, Romney’in iddia ettiği gibi vergi kanunlarındaki boşlukları kapatıp, bazı vergi indirimlerini kaldırarak bütçe açıklarını kapatamayacağını söyledi. Ve üstüne üstlük hangi indirimleri sona erdireceğini halktan gizlediği ve bu indirimlerin orta sınıfın zararına olabileceği imasında bulundu.

Tartışma boyunca orta sınıfın haklarını gözeteceğini söyleyen Romney’e karşı Obama’nın Cumhuriyetçi rakibini kendi sözleriyle vurmaya çalışmaması ise medyada tartışma konusu oldu. Mother Jones isimli yayın kuruluşu tarafından bir süre önce ortaya çıkarlan gizli görüntülerde, Mitt Romney, “Halkın %47’si devletin eline bakıyor, devlete bağımlı yaşıyor,” şeklinde konuşmuş, bu konuşmanın yayınlanması sonrasında Cumhuriyetçi adayın anketlerdeki destek oranı düşmüştü.

Ancak son anketler durumun tersine değiştiğini gösteriyor. Şimdi gözler 16 ve 22 Ekim tarihlerinde yapılacak tartışma programlarına odaklandı. Eğer bu tartışma programlarında da Başkan Obama rakibinin gerisinde kalırsa seçimleri kaybedebilir ama eşine verdiği sözü tutabilir. Nasıl mı? Hemen açıklayayım, Başkan dünkü açık oturuma başlarken, kendisini dünyanın en şanslı insanlardan biri olarak tanımladı ve “20 yıl önce bugün eşim Michelle’le evlendim. Michelle, sana söz veriyorum, gelecek yıl evlilik yıldönümümüzü böyle bir ortamda kutlamak zorunda kalmayacağız,” dedi. Eğer Obama, ikinci kez seçilmezse işte bu vaadini tutma şansı daha yüksek olabilir. Ancak kazanırsa, 3 Ekim gününü pekala yine devlet işlerine ayırmak zorunda kalabilir.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Amerika’da Bir İşçi Bayramı Manazarası

Posted August 30th, 2012 at 2:52 pm (UTC-5)
Leave a comment

Amerika, her yıl olduğu gibi bu kez de Eylül ayının ilk Pazartesi gününü “Labor Day- İşçi Bayramı” olarak “idrak” ediyor.

Dünyanın birçok yerindeki eski işçi bayramlarından farklı olarak bu günde Amerikalılar, sokak gösterileri yapmıyor, sendikalar mitingler düzenlemiyor. İşçi Bayramı, çalışan Amerikalılar için genelde, okulların başlaması, yazlıklardan geri dönülmesi, sitedeki havuzun sezonu kapatması veya da bir günlük tatili fırsat bilip sahil kentlerine üç günlük bir kaçamak yapılması anlamına geliyor. Sahil kentlerine kaçamayanlara ise arka bahçede yazın son mangal partisini vermek için güzel bir fırsat olduğu biliniyor: )

Ama son mali kriz yüzünden bütün bu saydıklarım biraz da buzdağının görünen ucu gibi kalıyor. Çünkü yayınlanan son verilere göre işsizlik korkusu nedeniyle ve de ekonominin bir türlü eski canlılığına kavuşamamasının verdiği kaygıyla, tüketici güven endeksi, biraz abartılı olacak, ama “yerlerde sürünüyor”. Abartıyı bir kenara bırakıp, verilere bakılırsa, Ticaret Bakanlığı’nın rakamları Ağustos ayında Amerikalı tüketicilerin güven endeksinin son 16 ayın en düşük seviyesine indiğini gösteriyor.

Yani çalışanlar “Labor Day- İşçi Günü’nde plajlarda soluklansalar da, ev partilerinde stres atsalar da akıllarında ve muhtemelen konuşmalarında ekonomi ve işsizlik “tilkinin dönüp dolaşıp geldiği yer” olacak/oluyor.

Bayramın tadını daha da kaçıran ise işini kaybetmemiş olsalar da çalışanların eski kazançlarını kaybetmiş olmaları. Çalışma Bakanlığı’nın verilerine göre 2009-2011 arasında işini kaybedenlerin sadece %56’sı yeniden iş bulmuş. Bunların %50’si de eski maaşından düşük bir ücrete çalışmaya razı olmuş. Eski ücretinin üçte birine çalışmaya razı olanların oranı ise %20’yi bulmuş. Üstelik bu oranlara tam zamanlı iş bulamadığı için yarım zamanlı iş bulanlar dahil değil.

Bu oranlar gittikçe karamsarlaşıyor ama “Büyük Resesyon” yüzünden işlerini kaybetmeyenler bile yine kayba uğramış: çünkü enflasyon dikkate alınarak yapılan hesaplamalar çalışanların reel ücretlerinin giderek azaldığını ortaya koyuyor.

Çalışanların bayram keyfini kaçıran, bu tatsız gelişmelerin farklı açıklamaları var. Kimileri bunu sendikaların gücünün azalmasına, kimileri de küreselleşmeye bağlıyor. Bunlar siyasi yelpazenin biraz sol cenahında kalanlar. Sağ cenahtaki bazı muhafazakarlar ise orantısız biçimde artan sağlık sigorta primlerini suçluyor.

Liberal görüşlü Ekonomi Politikaları Enstitüsü’nden Lawrence Mishel, son çalışmasında, Amerikalı işçilerin verimliliğinin son 10 yılda %80 arttığına, buna karşın saatlik ücretlerdeki artışın %11’de kaldığına işaret ediyor.

Amerika’nın Sesi’nden Jeff Swicord’a konuşan Mishel, bu gerilemeyi “Büyük Resesyon”un getirdiği işsizliğe bağladığı kadar küreselleşmeye de bağlıyor ve son 30 yılda Amerikalı çalışanların dünyanın çok uzak köşelerindeki ucuz işçilerle rekabet etmek zorunda kaldığını söylüyor.

Sendikacılar ise, son 40 yıldır üye sayılarının %50 azaldığını, bu yüzden de toplu pazarlık gücünün büyük oranda eridiğini söylüyor.

Muhafazakar American Enterprise Enstitüsü uzmanı Andrew Biggs ise çalışanların reel ücretlerinin azalmasını, artan sağlık giderlerine bağlıyor. Yani işverenler, aslında çalışanlar için daha fazla para ödüyor; ama sağlık sigorta şirketlerine ödenen primler arttıkça, işçinin cebine giren para da azalıyor.

Son mali kriz yüzünden Amerikalılar İşçi Bayramı’nı buz dağının görünen ucu kadar keyifle karşılıyorlar demiştik ya; buzdağının görünmeyen ucu ise sendikasızlaşmanın, küreselleşmenin ve de artan sağlık harcamaları trendinin kısa zamanda eriyip gitmeyeceği gerçeği.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

ABD’de Ekonomik Seçim

Posted August 17th, 2012 at 1:23 pm (UTC-5)
Leave a comment

Başkan Barack Obama, 2008 seçimlerinde adayken, mali krizin tetiklediği durum karşısında kararlı bir tutum sergilemiş ve başkan seçilirse sorunlara net çözümler bulacağı vaadinde bulunmuştu.

Obama o seçimde başkan seçildi ve seçilir seçilmez de iki teşvik paketi, bir dizi kararname ile ekonomiyi canlandırmaya, işsizliği azaltmaya, küçük işletmelere nefes aldırmaya çalıştı. Ancak aradan geçen dört yıla rağmen ekonomi ne dolu dizgin hız aldı, ne de işsizlik o eski parlak günlerdeki arzulanan seviyeye düştü.

Avrupalılarla kıyaslandığında hala daha iyi durumda olsalar da Amerikalılar hala mali krizin yarattığı şoku, hayatlarında yol açtığı değişiklikleri algılamakta, kabullenmekte zorluk çekiyor.

O yüzden de Kasım ayındaki seçimlerde ne Suriye krizi, ne de İran’ın nükleer programları seçmen için belirleyici nitelik taşıyor. Zaten adaylar da seçim konuşmalarında, reklam kampanyalarında varsa yoksa ekonomi konusunu öne çıkarıyor.

Cumhuriyetçiler, Obama’yı ekonomi yönetiminde başarısızlıkla suçlarken, Obama da “devraldığı enkazı” en iyi biçimde yönettiğini söylüyor.

Cumhuriyetçi Başkan Adayı Mitt Romney’nin kendisine başkan yardımcısı adayı olarak seçtiği Paul Ryan da ekonominin bu seçimlerde ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan bir diğer gösterge.

Paul Ryan, son dönemde özellikle bütçe tartışmalarının, borçlanma tavanının yükseltilmesiyle ilgili siyasi kavganın hep odağında oldu ve Cumhuriyetçi idealleri, hedefleri savundu. Ryan, en çok da Mart ayında yayınlanan “2013 Bütçe Planı – Refaha Giden Yol” ile gündeme oturdu. O dönemde Mitt Romney, Ryan’ın planına tam da gönülden destek vermemiş, kendi çizgisini savunmuştu.

Ancak Ryan, Başkan Obama’nın politika ve hedeflerine tam 12’den isabet aldığı için bu kritik dönemeçte Romney açısından vazgeçilmez bir isim oldu.

Peki Paul Ryan’ın planı ne?

Cumhuriyetçi politikacı sağlık sigorta sistemi, vergiler, sosyal güvenlik ağı, devletin ekonomideki yeri ve kamu harcamaları dahil beş temel konuda Obama’yı eleştiriyor ve kesin çözüm getireceğine inandığı “serbest piyasa ekonomisine” dayalı formüller sunuyor.

Örneğin, devlet bütçesinin artık kontrolden çıktığını ve hükümetin fütursuzca para harcadığını söyleyen Ryan çözüm olarak, kamu harcamalarının ekonomik büyümeyle orantılı biçimde yapılmasını; eğer harcamalarda artış zorunlu ise bunun başka yerlerden kesilerek karşılanmasını istiyor.

Devletin ekonomideki rolü ise Ryan’a göre ekonomiyi ve bireyleri olumsuz etkiliyor. Ryan, getirilen gereksiz yasal düzenlemelerin aşırı bir bürokrasi yarattığını bu yüzden de özel sektörün hareket alanını daralttığını söylüyor. Bu eleştirinin temelinde Obama yönetiminin mali kriz sonrasına yasalaştırdığı finans ve sağlık reform tasarıları var. Ryan, özellikle de sağlık reformunu yürürlükten kaldırmayı hedefliyor.

Başkan Yardımcısı Adayı, vergiler konusunda ise Obama’nın “yüksek ve karmaşık vergi” politikasına karşı çıkıyor ve basit bir formül öneriyor: “Bireyler için gelir düzeylerine göre, %10 veya %25 oranında vergi. Şirketler içinse %35 yerine %25 sabit oran.”

Ryan sosyal güvenlik sisteminde federal devletin eyaletlere belirli bir fon vermesini öneriyor ve bu fona bir tavan koyarak, eyaletleri sosyal yardımları asgaride tutmaya teşvik ediyor. Bu arada örneğin gıda yardımı alanların, aynı zamanda meslek eğitimi almasını zorunlu kılmak istiyor.

Yaşlılara verilen sağlık sigortasında ise kontrolü devletten alıp, özel sektöre bırakıyor ve rekabetin bu alandaki hizmeti artıracağını, maliyetleri de aşağı çekeceğini söylüyor.

Başkan yardımcısı adayı Ryan ve başkan adayı Romney, Obama’nın dört yıllık icraatlarına alternatif olarak sundukları bu planın halkın aklını ve kalbini çelmeye yetmesini umuyor.

Mali kriz sonrasında daha hesaplı yaşamayı öğrenen Amerikalıların da oylarını “en ekonomik” şekilde kullanmaları bekleniyor.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Hangi Silikon Daha İyi ?

Posted July 31st, 2012 at 2:18 pm (UTC-5)
1 comment

Yazı başlığındaki link, belki şu sıralar estetik ameliyatı yaptırmayı düşünenlerin, “tık” diye tıklayacakları şekilde oldu ama bu yazı, o silikonla değil başka türden bir silikonla ilgili. Yani şu dünyanın her yerinde efsaneleşen Silikon Vadisi benim kastım, yazı konum. Hani şu Facebook, twitter gibi kıskanılası teknoloji firmaların kendilerine mekan edindikleri California eyaletinin San Francisco (SF) kenti yakınlarındaki körfez bölgesi…

Efendim, Amerika’nın Sesi muhabiri Elizabeth Lee’nin California’nın güneyindeki plajlardan bildirdiğine göre, (kötü niyetli olanların “Ooohhh, maşallah, millet hem tatil, hem iş yapıyor, plajdan teknoloji haberi bildiriyor,” dediğini duyar gibiyim ama durum hiç de sizin zannettiğiniz gibi değil, Elizabeth basbayağı haber peşinde koşarken plajda bulmuş kendini, hem de bu güzel haberi…) Neyse, yarım kalan cümlemi tamamlıyorum, Elizabeth Lee’nin bildirdiğine göre artık yeni kuşak teknoloji girişimcileri (evet twitter de artık yeni girişimci sayılmıyor) San Francisco’daki Silikon Vadisi’ni değil, eyaletin güneyinde, plajlarıyla ünlü Santa Monica ve Venice Beach kentlerini tercih ediyorlarmış.

Bu yeni kuşak girişimcileri her ne kadar en fazla Silikon Vadisi’ndeki ofis kiralarının yüksekliği eyaletin aşağı kısmına itmiş olsa da, asıl çeken, deniz ve güneş olmuş. Malum California’nın kuzeyindeki San Francisco öyle günlük-güneşlik bir yer değil, üstüne üstlük yağmuru, soğuğu, sisi de cabası.

Genç girişimcilerde “Madem, San Francisco’da hem ofis kiraları hem de maaşlar yüksek, o zaman biz de aşağı iner, plajlarda iş kurarız,” demişler. O yüzden de bugünlerde teknolojinin kalbi Silikon Vadisi kadar Santa Monica ve Venice Beach’te, yani işin raconuyla konuşanlar için, Silikon Plajı’nda atar olmuş.

Foto: AP

Bu firmalar arasında Viddy gibi adını hiç bilmediğimiz start-up’lar da, JibJab gibi eski oyuncular da var. Bazılarının kurucuları çok ünlü. Mesela ShoeDazzle, Kim Kardashian’ın; BeachMint, Ashley ve Mary Kate Olsen’in. Ha, bir de ünlü firmalar var. Google gibi… Dev teknoloji firması Google da, küçüklerin peşine takılmış ve Venice Beach’deki ünlü meşhur Binoculars binasını almış. Google şimdi en iyi yetenekleri yanına çekmek için deniz manzaralı ofisini, açık hava tiyatrosunu koz olarak kullanıyor, bunlarla yetinmeyenleri ücretsiz masaj, bedava yemek ve ofis saatlerinde ping pong oynama fırsatıyla kandırmaya çalışıyor. (Halbuki kandırılmaya açık ne kadar insan var ortalıkta. Bknz. %8’i aşan işsizlik…)

Yine Google’în zenginliği benim çenemi yordu. O yüzden konuya dönüyorum, Santa Monica ve Venice Beach’deki yani Silikon Plajı’ndaki teknoloji firmalarının sayısının 500’ü aştığı tahmin ediliyor.
Silikon Plajı’nda çalışanlar iki sokak ötedeki kumsala öğle arasında inme fırsatı kadar bu kentin yaratıcılığını da seviyorlar. Zira bu bölge aynı zamanda en iyi animasyon şirketlerine, Hollywood’a en iyi efektleri hazırlayan yeteneklere de ev sahipliği yapıyor.

Bundan da şu sonuç çıkıyor: Yakında Silikon Plajı, hem sinemanın hem de teknolojinin çehresini, güzellik ameliyatlarında kullanılan silikon misali baştan aşağıya değiştirebilir.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Çin Malı Olimpiyat Formaları ABD’yi Karıştırdı

Posted July 20th, 2012 at 12:20 pm (UTC-5)
Leave a comment

Hafta başında IMF, küresel görünüm raporunda Amerikalı siyasetçilere ciddi uyarılarda bulundu. “2013 başında otomatik harcama kesintilerinin başlamasına izin verir ve Bush döneminden kalma vergi indirimlerini sona erdirirseniz mali uçuruma sürüklenir, resesyona girersiniz,” diyordu IMF.
Bu uyarı elbette kulaklar küpe oldu, zaten bu hafta boyunca hükümete iş yapan büyük firmalar üst düzey yöneticilerini Kongre’ye gönderip, “Bu otomatik kesintiler devreye girerse çok sayıda kişiyi işten çıkarmak zorunda kalırız, zaten yüksek olan işsizlik iyice yükselir” yolunda hal ve gidişata dair kendi görüşlerini arz ettiler.

Bu tehlikeli dönemeç gün be gün yaklaşsa da asıl kıyamet Olimpiyat kıyafetleri üzerinde koptu. Haber ilk olarak ünlü gazeteci Diane Sawyer’in haber programında yer aldı. Ünlü modacı Ralph Lauren milli olimpiyat takımının kıyafetlerini Çin’de diktirtmişti. Bu işe en çok da Demokrat Senatör Harry Reid sinirlendi ve milli sporcuların Çin malı olimpiyat üniformalarını yakmaları gerektiğini söyledi. Bazı senatörler de “Team USA Made in America Act – Amerika Takımı- Amerikan Malı” adı altında bir yasa tasarısı bile hazırladılar.

Amerikan milli olimpiyat takımının Çin malı üniforması tartışma yarattı

Bazı medya organları politikacıların, seçim öncesinde halkın desteğini toplayacaklarını düşündükleri bu yasayla bir anlamda tribünlere oynadığını iddia etti. Tribünler de boş durmadı, üniformaların tamamlayıcı unsuru olarak sporcuların başlarına takılan bereleri hiç mi hiç beğenmedi: “Güzelim beyzbol şapkası herhalde Fransız beresinden daha uygun olurdu.”

Bu arada Çin malı üniforma yüzünden üzerinde görüşmeler yapılan Trans-Pasifik Anlaşması zora girdi. Bazı Kongre üyeleri bu anlaşma ile Endonezya ve Vietnam gibi ülkelerden gelen ürünlere uygulanan gümrük tarifelerini kaldırmanın yanlış olacağını söylemeye başladı. New Balance marka spor ayakkabıları üreten firma da böyle bir durumda Maine eyaletindeki üç fabrikasında saatine 20 Dolar ödediği işçileri çıkarıp, üretimi başka ülkelere kaydıracağını söyledi.

Ama tartışma ne kadar hararetli ve “yakıcı” olursa olsun konuyla ilgili haber biraz geç ortaya çıktığından üniformaları yakıp yenilerini Olimpiyatlara yetiştirmek mümkün olmadı. Yine de Amerika Olimpiyat Komitesi 2014’teki kış olimpiyatlarına ‘Amerikan Malı” üniforma diktirtme sözü vermek zorunda kaldı.

Bu arada konuya biraz mesafeli yaklaşan çevreler ise Çin konusunda Amerika’nın asıl daha önemli sorunlarla uğraşmasının yerinde olacağını vurguladı. Ne miydi bu sorunlar? Çin’in bazı sektörlere hala Amerikan şirketlerini sokmaması, telif haklarının ihlali, Çin’de iş yapmak isteyen Amerikan firmalarının teknolojilerini yerel ortaklarıyla paylaşmaya zorlanması ve Çin devlet şirketlerinin Amerikalı özel şirketleri haksız rekabetle pazardan silmesi. Ama bunlar uzun vadeli işler, oysa milli takım üniformalarının Amerikan malı olmasına şunun şurasında sadece iki yıl kaldı.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Amerika “Mali Uçurumun” Kenarında mı?

Posted July 11th, 2012 at 9:32 am (UTC-5)
Leave a comment

Yıllık iznimi kullandığımdan blog yazılarıma bir süre ara vermiştim, izin bitti, Washington’un en sıcak, en yağmurlu, en gri günlerine geri dönüldü. Üstelik Washington sadece iklim anormallikleri yüzünden sıcak ve gri değil, yaklaşan başkanlık seçimleriyle siyaseten sıcak ve şu bitmek bilmeyen küresel mali kriz yüzünden de “malen ve madden” gri.

Aslında bu benim öngörüm değil, Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde Amerika’nın ekonomik durumunu öyle günlük güneşlik görmeyenlerin başında geliyor. Lagarde, geçen hafta, 12 IMF uzmanının Amerikalı yetkililerle 4. Madde danışma toplantıları çerçevesinde bir yıldır sürdürdükleri görüşmeler sonrasında hazırladıkları değerlendirme raporunu açkılarken net konuştu ve ciddi uyarılarda bulundu. Mesela, Lagarde, Amerika’nın tek başına bakıldığında %2’lik büyümeyi gerçekleştirebileceğini söyledi, söylemesine de hemen de ekledi, “Avrupa’daki krizin olumsuz dalgaları sizin kıyılara da pekala vurabilir, hele ki şu harcamalar ve kesintiler konusunda kendi aranızda anlaşamazsanız işler daha da kötüye varır,” diye.

Malum, Kasım ayındaki seçimlerde de en belirleyici unsur bu harcamalar ve kesintiler konusu. Cumhuriyetçiler, devlet harcamalarını kısmayı, devleti olabildiğince küçültmeyi ekonomik sıkıntılara son vermenin formülü olarak görüyor. Demokratlarsa, devletin yoksullar için yaptığı harcamaları keserek krizden çıkılamayacağını, bu işi zenginlerden alınacak yüksek vergilerle çözmeyi umuyor.

İşte ideolojiler bu kadar farklı olunca da geçen yaz aylarında tanık olduğumuz bütçe tartışmaları, borçlanma tavanı Cumhuriyetçilerin muhalefeti nedeniyle yükseltilmediği için devletin kapısına kilit vurma durumları ortaya çıkıyor. İşte o yüzden de Christine Lagarde, borçlanma tavanının yeniden aşılması durumunda ve tavanın yükseltilmesi konusunda siyasiler arasında uzlaşma sağlanamazsa Amerika’nın mali uçuruma sürükleneceğini söylüyor. Aynen de “financial cliff – mali uçurum” ifadesini kullanıyor.

Geçen yıl Ağustos ayında Amerikan Kongresi’ndeki Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında varılan anlaşma gereğince yılbaşında 1 milyar 200 milyon Dolar tutarında otomatik harcama kesintileri yürürlüğe girecek ve Bush döneminde getirilen vergi indirimleri son bulacak. İşte Lagarde dahil bazı çevreler, bu iki unsurun Amerikan ekonomisini olumsuz yönde etkileyeceği için durumu “mali uçurum” olarak tanımlıyor.

Amerikalı yetkililerse Lagarde’ın bu ketum uyarısı karşısında şimdilik sessiz kalmayı yeğliyor, ne de olsa kozlar Kasım’da sandıkta paylaşılacak…

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Türkiye Neden BRICS Arasında Değil?

Posted June 6th, 2012 at 1:13 am (UTC-5)
Leave a comment

Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nu İstanbul’a taşıyarak bir kez daha dikkatleri üzerine çekti, göz doldurdu. Zirve, bulunduğu noktadan Türkiye’nin batısına ve doğusuna analitik bakış açıları getirdi. Batının ekonomik sıkıntılarını, doğunun siyasi arayışlarını sorguladı. Türkiye, son yıllardaki başarılı ekonomik performansıyla batısındaki sorunlara yukarıdan, yedi tepeli İstanbul’daki “zirveden” baktı.

AP

Peki durum bu kadar iyi iken, Türkiye, %8,5’lik büyümesiyle çevresinde “örnek” gösterilirken neden tüm dünyanın yatırım yapmak, varlık göstermek için çırpındığı BRICS ülkeleri arasında sayılmıyor. Türkiye’nin temel ekonomik verileri bazı hallerde bu BRICS ülkelerini geride bırakırken, niye hala BRICS kadar kıymet verilmiyor.

Bu soruyu bir tek kafaya takan ben değilmişim. Birleşik Arap Emirlikleri’nde İngilizce yayın yapan “The National” gazetesinin yazarı Frank Kane de en az benim kadar merak etmiş, hem de gitmiş bu işi tam adamına sormuş; hani şu BRICS tanımlamasının “isim babası” olan Jim O’Neill’a…

O’Neill, Goldman Sachs’ın ekonomisti ve BRIC ifadesini ilk kez, 2002 yılında, kullanan kişi. O dönem BRIC sadece, İngilizce baş harfleriyle Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşuyordu. Çoğul hale gelmesi, yani S takısı, daha sonra işin içine S.Africa (Güney Afrika) girince oldu.

Neyse, lafı uzatmayalım, O’Neill, parlak gelecek gördüğü bu ülkeler grubuna hangi “harfleri” alacağına karar verirken, iki temel kriteri kullanmış. A) Aday ülkenin, dünya gelirinin %5’ine sahip olması B) veya bu gelire, 2050 itibariyle ulaşma hedefinin realist olması. O’Neill, Frank Kane’e de “Türkiye, gerçekten büyük potansiyele sahip, ama hala BRIC değil, olamaz da” deyivermiş. Türkiye, dünyadaki sekiz büyüyen pazardan birisi ama hala ilk beşte değil, yani.

Aslında Türkiye’nin performansını gölgeleyen, önce ulusal ekonomistlerin sonra da S&P gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının veya Uluslararası Para Fonu’nun ısrarla üzerinde durduğu unsur, “cari açıklar.”

Cari açıklar, şimdiki seviyesiyle giderse Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu evsahipliğinde simgeleşen “zirvesinden” kopabilir.

Burada kilit nokta Türkiye’nin cari açıklarını finanse etmek için sürekli yabancı fonlara duyduğu ihtiyaç, bu sıcak para akışı kesildiği anda, Türkiye, gazı kesilmiş helyum balonu sendromuyla irtifa kaybedebilir. Ancak, siyasi istikrarsızlıktan hoşlanmayan, borç arayan Avrupa’ya mesafeli bakan, istikrarlı ama getirisi az Amerika’ya az da olsa burun kıvıran sermayenin BRICS ve bir alt grubundaki ülkelerden şimdilik ani hamlelerle çıkması da zor görünüyor. Ama bu sıcak para, kaprisli olduğundan, bazen hangi kapıyı arkasına bakmadan vurup çıkacağını kestirmek de zor…

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Türk Girişimcilere Amerikalı Talip

Posted May 28th, 2012 at 1:50 am (UTC-5)
Leave a comment

Bu hafta Türkiye’deki girişimciler Amerikalı taliplerinin karşısına çıkıyor. Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın bir heyeti 29 Mayıs – 2 Haziran tarihleri arasında, “iyiyin de iyisi Türk girişimcileri” bulma amacıyla Türkiye’ye gidiyor.

Bakanlığın Ticaret ve Ticari Kuruluşlarla İlişkiler Özel Temsilcisi Lorraine Hariton başkanlığındaki heyet, bir anlamda “yetenek avcısı” gibi. Bu heyet, 32 Türk start-up’ın iş planlarını yarıştıracak, bunların arasından en iyi olanları ayıklayacak.

Heyet aynı zamanda diğer Türk girişimci ve yatırımcılarla da farklı organizasyonlarla biraraya gelecek. Heyette, 15 Amerikalı ile 6 Türk yatırımcı/girişimci yer alıyor.

Bu ziyaret ve girişimciler-arası yarışma, Amerika Dışişleri Bakanlığı ile Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) işbirliğinde başlatılan programın bir parçası.
Amerika’nın Küresel Girişimcilik Programı’nın (GEP) bu Türkiye ayağı özel sektör, sivil toplum örgütleri ve Amerikan hükümeti aracılığıyla girişimciliği özendirmeyi amaçlıyor.

2 Haziran’a kadar devam edecek program hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler GEP Türkiye sayfasına bu link’ten ulaşabilirler.

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

Melek Çağlar

Melek, meslek yaşamına yazılı basında başladı. Haftalık Barometre gazetesinde muhabir ve Management-Marketing sayfa editörü olarak çalıştıktan sonra 1990’lı yılların başında aynı gazetenin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı.

Meslek yaşamına kısa bir ara verip İngiliz Kraliyet bursuyla City University London’da gazetecilik eğitimi aldı. 1994 yılında Amerika’ya yerleşmeden önce Hürriyet gazetesinde çalıştı. Meslek yaşamına halen Internet, radyo ve televizyon yayıncılığı yapan Amerika’nın Sesi’nde devam ediyor.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Melek, yüksek lisans derecesini 2002 yılında tamamladığı George Washington Üniversitesi MBA programından aldı.

YENİ EKONOMİ HAKKINDA

Washington'da alınan siyasi kararları, New York'ta piyasalara yön veren hareketleri ve 50 eyalette sıradan insanların yaşadığı ekonomik gerçekleri ‘Yeni Ekonomi’ farklı bir bakış açısıyla okuyucularına sunuyor.

Yeni girişim ve girişimciler, hız kazanan trend'ler, uzman değerlendirmeleri, araştırmalar, sayısal veriler, kısacası Amerikan ekonomisinin performansına dair tüm sağlıklı bilgiler ‘Yeni Ekonomi’de.

‘Yeni Ekonomi’, ilgi duyanların takip etmekten sıkılmayacağı yeni ekonomik normların ‘yol haritasını’ çıkarıyor.

Yahoo! Ekonomi

Archives